Yüksek tavanlı karanlık bir salondayım. Bangır bangır techno çalıyor. Arada salona sis basılıyor, göz gözü görmüyor. Girişte rengarenk tüplerde shot’lar satılıyor. Sanırsınız, bir rave partisindeyim. Oysa Buenos Aires’den çıkan bir Off Broadway oyunu Fuerza Bruta’yı izlemek üzere buradayım.
Müzik o kadar iyi ki çevreme bakıyorum, nasıl dans etmeden durabildiklerine şaşıyorum. Hatta New York gibi bir şehirde bile böyle müzik çalarken herkesin kasılmasını ve cep telefonlarıyla birbirinin hatıra fotoğrafını çekmesini üzülerek izliyorum. Şu telefonu bir bıraksalar derken anons geliyor, “Oyun boyunca ayakta olacaksınız, eşyalarınızı vestiyere bırakın.” Ayrıca, “Oyun boyunca yer değiştireceksiniz” diye bir de uyarı geliyor. Arkasından da hatırlatma yapıyorlar, “Yarın hepinizin fotoğrafı Facebook’ta olacak, fotoğrafınıza bakmayı unutmayın.”
Seyirci de oynuyor
Şov başlıyor, dev bir yürüme bandında bir adam yürüyor, sonra koşmaya başlıyor. Daha sonra silah sesiyle olduğunuz yerde sıçrıyorsunuz, kalbiniz küt küt atıyor. Adam vuruluyor, kanlı gömleğiyle yere düşüyor. Sonra yerden kalkıp kanlı gömleği çıkarıp temiz gömlekle koşmaya devam ediyor. Hiçbir şey durduramıyor onu,
Bugün sizi alanlarında çok başarılı üç kadınla tanıştıracağım. Mücevher tasarımcısı Berna Akar, moda tasarımcısı Filiz Akçakal ve genç tiyatro oyuncusu Gonca Karasu...
Bir dönem herkesin hayali kafe açmaktı, şimdi ise herkesin hayali tasarımcı ya da oyuncu olmak. Biraz imkanı olan kendini ortaya atıyor, yaptıklarının nasıl göründüğüne bakmadan bir de övünüyor. Kurunun yanında yaş da yanıyor. Gerçekten yetenekli olan kişiler kendilerini tanıtmak için davetlerde boy göstermiyor, onun yerine yaptıklarıyla öne çıkmak istiyorlar. Haklılar. İşte o yüzden bugün size tanıtacağım üç kadını ikna etmek kolay olmadı. Ama yaptıklarını görünce siz de onları tanımalıyız diyeceksiniz.
Berna Akar’ın mücevher koleksiyonu
Türkiye’nin en stil sahibi kadınlarından biri Berna Akar. Bir kere çok zevkli. Sonunda bu özelliğini profesyonel olarak kullanmaya karar vermiş. Adını hüma kuşundan alan Homa Jewellery ile bir araya gelip Homa Jewellery by Berna Akar koleksiyonunu hazırlamış.
Nişantaşı’nda son derece şık bir showroom’dayım. Karşımda farklı tasarımlar var. “Mücevherle dalga geçmeyi seviyorum, mücevher karakteri yansıtmalı” diyor Akar.
Koleksiyonu görünce şekercideki çocuklara
Kaçımız bu kadar zorlu bir hastalıkla mücadele verirken, son günümüze kadar hiç aksatmadan hem çalışıp, hem de ailemizle birlikte zaman geçirebilmeyi başarabilirdik? Mehmet Ali Birand, bunu da başardı
Ölüm bazı insanlara hiç yakışmıyor. “Kime yakışıyor ki?” diyeceksiniz. Anlatması zor, ama yaşama bu kadar bağlı, her şeye karşı heyecan duyan, her anı bu kadar iyi değerlendirebilen birine daha da yakışmıyor işte.
Kaçımız bu kadar zorlu bir hastalıkla bu kadar büyük mücadele verirken, sık sık ciddi ameliyatlar atlatırken son günümüze kadar hiç aksatmadan hem işe gidip, hem de ailemizle birlikte zaman geçirebilmeyi başarabilirdik? Tabii bunda, ilişkileri bu kadar sağlam bir ailesinin olmasının da etkisi büyük. Ama yine de bu korkunç hastalıkla boğuşurken her gün televizyonda canlı yayında çoğu zaman pek de iç açıcı olmayan gündemi ve haberleri paylaşmak çok da kolay olmasa gerek.
Mehmet Ali Birand, bütün bunları yaparken turuncu saatini takıp hayatla dalgasını da geçiyordu, Twitter’da kendisine “Emekliler şehrine tatile gidilir mi?” diyen Ahmet Hakan’a esprili bir şekilde cevabını da veriyordu. Ciddi haberciyim deyip eğlenceli konulardan kendini soyutlamıyordu. Şehrin en
Yıllardır tartışılan belli başlı konular hep aynı. Sonuç hiç değişmiyor. Eee, o zaman niye kendimizi hâlâ münazara dersinde zannediyoruz?
Yıl 2013. Tartıştığımız konulara bakın, kürtaj, kürk, gay evlilikleri. 30 yıl önce de aynı şeyler tartışılıyordu, aradan onca zaman geçti hâlâ aynı şeyler tartışılıyor.
Bugün, Fransa kadar aşk ve seks konusunda özgür bir ülkede bile 900 bin kişi sokağa dökülüp gay evliliklerine ve evlat edinmelerine karşı yürüyebiliyor. Hatta Ertuğrul Özkök de protestocularla aynı görüşte olmamasına rağmen ‘sırf demokrasi adına’ Paris’teki yürüyüşe katıldığını yazıyor. İnanılır gibi değil, Fransa kadar özgür bir ülkede bile birbirini seven ve evlenmek isteyen gay çiftlerin özgürlüğüne karşı yüzbinlerce kişi var. Tabii ‘sırf demokrasi adına’ yürüyüşe katılmadılarsa.
Münazara dersi gibi
Amerikan okullarında münazara dersleri vardır. Konular hep aynıdır, hiç değişmez. Sayalım, kürtaj, kürk, içki içme yaşı, silah alma yaşı vs. Bir taraf karşıdır, diğer tarafsa tam tersini savunur. Kim kendini daha iyi ifade edebilirse, kim kendini daha iyi anlatabilirse, tartışmayı o kazanır. Önemli olan neye inandığınız değil, size verilen konuyu nasıl
Geçen yıl Meltem Cumbul’un damga vurduğu Altın Küre Ödül Töreni’nde bakın bu yıl kimler ve neler dikkat çekti?
* Bu yıl Meltem Cumbul yerine törene eski ABD başkanı Bill Clinton renk kattı. Sunucular onu “Hillary Clinton’ın eşi” olarak tanıttı. Koskoca başkana ayıp olur demedi kimse. Ödül törenlerinde politikacıları görmeye biz alışığız ama Hollywood alışık değil tabii. Clinton politika yapmadı, ‘Lincoln’ hakkında kısa ve öz konuştu. Sonuç, ayakta alkışlandı.
* Ben Affleck, Spielberg ve Tarantino gibi güçlü adayların arasından sıyrılıp bir bölümünü Türkiye’de çektiği ‘Argo’yla ‘En İyi Yönetmen’ ödülünü aldı. Konuşmasında heyecandan yapımcısı George Clooney’ye teşekkür etmeyi unuttu. Daha sonra ödül vermek için sahneye çıkan eşi Jennifer Garner onun yerine teşekkür etti.
Ben Affleck ödülünü alırken bizde olsa kameralar eski nişanlısı Jennifer Lopez’i çekerdi, Amerikalıların aklına bile gelmedi eski sevgiliyi göstermek. Hatta ‘En İyi Film’ ödülünü almak üzere ikinci kez sahneye çıktığında bile.
* Gecenin sunucuları Tina Fey ve Amy Poehler’di. Geçen senenin sunucusu Ricky Gervais’den çok daha başarılılardı. Zaten “Ricky Gervais bu akşam aramızda değil çünkü artık şov
‘Festival Colbert’ ile Fransız lüksü Türkiye’de tanıtılacak. Peki ama bizim için asıl lüks ne?
Lüks markalar İstanbul’u baştan keşfediyor. Türkiye’de alım gücü her geçen gün daha da artıyor. Tabii bunda dünyanın en lüks markalarının bile kredi kartlarına taksit uygulaması yapmasının da etkisi büyük. Markalar lüksün demok-ratikleşmesi için uzun zamandır çalışıyor. Artık bütçesini biraz zorlayan herkes lüks ürünlere ulaşabiliyor.
Lüks markalar kendimizi daha özel ve önemli hissetmemiz için her şeyi yapıyor. Lüksün pahalı ürünlerden ibaret olmadığının, bir yaşam stili olduğunun altını çiziyorlar. Bu hafta düzenlenecek ‘Festival Colbert’in amacı da Fransız lüksünü Türkiye’de tanıtmak. Onlar için lüks, yaşamı sanat dönüştürmek demek. Peki ama bizim için lüks ne ifade ediyor?
Hedonik adaptasyona dikkat!
Artık biliyoruz, çılgın alışveriş mutluluk getirmiyor. Bunu ben değil, New York Times’da çıkan ‘But will it make you happy?’ (Ama seni mutlu edecek mi?) başlıklı makale söylüyor. Nedenini de şöyle açıklıyor. ‘Hedonik adaptasyon’ diye bir durum var. Bir şey aldığınızda ona alışıyorsunuz ve aldığınız şey kısa bir süre sonra size zevk vermemeye başlıyor. Bu aldığınız şey
Kar haftasına İKSV damga vurdu. X Restaurant’da İKSV yemeğinden Cenk Eren’in Piyasa’sına geçildi. Önümüzdeki hafta gündemimizde ‘Festival Colbert’ ve kaçırılmaması gerekenler var
Yemekteyiz. X Restaurant’da, İKSV yöneticileri ve destekçileri, Siyah Lale kart sahipleri ile birlikte.
Şanslıydım, gecenin en renkli masasındaydım. Masadakileri şöyle bir sayayım, Nurettin Hasman ve fotoğrafçı kızı Merve, Meryem Uzerli-Can Ateş, Çınar Oskay, Banu Birkan, İsmail-Gül Delemen... Arka masada Güliz Onursal, Yasemin-Cefi Kamhi, Berna Akar-Bala Safyurtlu, Elif-Okan Tapan... Çapraz masada ise ilk gözüme çarpanlar, Deniz Alphan, Sedat Ergin ve İhsan Yılmaz. Malum, oturma düzenli davetlerde yalnız yakın görüşünüze girenlerle sohbet etme fırsatınız oluyor. O yüzden bizim masayla başlıyorum. Meryem Uzerli son derece doğal ve sempatik. Yurt dışında büyümenin farkı hemen hissediliyor. Ekranda göründüğünden de çok çok daha güzel ve zayıf.
Önemli olan afiş değil, bienal
İtiraf etmeliyim, Nurettin Hasman beni şaşırtıyor. Kızların etrafında neden pervane olduğunu artık daha iyi anlıyorum. En çok da baba-kız yakın ilişkilerinden etkileniyorum. Genç anne-baba olmak güzel bir şey diye
Bir ünlünün hastaneye yatması haber değeri taşıyor ama bu, genç bir oyuncunun şizofreni tedavisini foto-romana çevirme hakkını kimseye vermemeli
‘Arda Kural’a ne oldu?’ başlığını gördüğüm zaman irkiliyorum. Hastane penceresinden çekilmiş fotoğrafını gördüğüm zaman da.
Arda Kural şizofreni tedavisi görüyor. ‘Genç yaşta gelen şöhretin getirdiği hastalık’ şeklinde ballandıra ballandıra anlatılıyor. Oysa şizofreni, öyle basit bir şöhret hastalığı değil. Hafife alınacak bir şey hiç değil. Böyle ciddi hastalıkları köpürtülecek magazin olayları olarak görenleri anlamak mümkün değil.
Şizofreni çevresel nedenlerden de kaynaklanabiliyor, çoğu zaman da genetik nedenlere dayanıyor. Ama unutmamak gereken bir şey var, bu hastalığın tedavisi var. İlaçları düzenli olarak kullananların hastalıklarından kimsenin haberi bile olmuyor. Zaten olmasına gerek de yok. Tamam, bir ünlünün hastaneye yatması haber değeri taşıyor ama bu, genç bir oyuncunun şizofreni tedavisini foto-romana çevirme hakkını vermiyor kimseye. Bunu yapanların hiç mi vicdanı yok? Anlamak mümkün değil.
OLAĞANÜSTÜ BİR FİLM
‘Anna Karenina’yı kim izlediyse “Çok sıkıldım, yarısında çıktım” dedi. Sinemada yanımda oturan adam