Yarın akşam Lütfi Kırdar’da 3 gün sürecek İsviçre saatleri fuarı ‘Swiss Time in İstanbul’ açılıyor. Öncesinde Shelly Ovadia ve Gökçe Atuk’la bir araya geldik ve bakın neler konuştuk?
İstanbul’da ilk kez İsviçre destekli bir saat fuarı açılıyor, ‘Swiss Time in İstanbul’. Bu fuarın gerçekleşmesinde Shelly Ovadia ve Gökçe Atuk’un rolü büyük.
Shelly Ovadia, Türkiye’de ilk lüks saat butiğini açan, Chopard’dan Patek Philippe’e birçok lüks markayı Türkiye’ye getiren Tektaş’ın sahibi. İsviçre markası Chopard’ı Türk markası Atasay’la işbirliğine bile ikna etmiş biri. Chopard tarihinde bir kez Tiffany&Co. ile böyle bir işbirliği yapmış, ikinci işbirliği de Atasay’la olmuş. Lüks markaların daha ulaşılabilir olmak için yaptıkları işbirlikleri aslında çok riskli. Bu riski almak için iş ilişkilerinden çok, arada iyi dostluklar olması gerekiyor.
Gökçe Atuk ise Damas ve Tiffany&Co.’nun Türkiye temsilcisi. Franck Muller’den Zenith’e birçok saat markasını da Türkiye’ye getiriyor. Ovadia ve Atuk’un saatler konusunda ne kadar heyecanlı olduğunu tahmin etmek zor değil.
“Saat kuşaktan kuşağa kalır”
Konuşmamıza artık cep telefonlarının saatlerin yerini aldığını,
Pazar akşamı bütün Türkiye, Galatasaray- Fenerbahçe derbisine kilitlendi. Aynı gece, aynı saatlerde Lütfi Kırdar Konser Salonu’nda 90 dakikalık başka bir program vardı. İnanması zor ama konser salonu da aynı stat gibi hıncahınç doluydu. Tek bir boş koltuk bile kalmamıştı. 1 hafta önceden Biletix’den bilet almaya kalkışmış ve biletlerin çok önceden tükendiğini görmüştüm. İstanbul’da derbi gecesi bir klasik müzik konserinin ‘sold out’ olmasına doğrusu şaşırmıştım. Bahsettiğim tek gecelik bir program da değil, 3 günlük bir festival.
Evet, bildiniz, yılın derbisi gecesi Lütfi Kırdar’ı böyle dolduran, aldığı alkışlarla yeri göğü inleten kişi: Fazıl Say. Birçoğumuz onu yaptığı çıkışlarla yargıladı, sosyal medyada 165 kişinin retweet ettiği bir dörtlük yüzünden başına gelmedik kalmadı. Oysa Fazıl Say’ın kişisel görüşlerinden çok, bizi ilgilendiren müziği olmalıydı. Çünkü Fazıl Say Türkiye’den yetişmiş sayılı üstün yetenekten biri. Onun gibi kaç kişi var ki?
Yaşar Kemal de konserdeydi
Fazıl Say, Gürer Aykal yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmonu Orkestrası’yla sahneye çıkıyor. Önümde Yaşar Kemal ve eşi var. İzleyiciler arasında Zeynep
Cuma gecesi konuşulan iki parti vardı, biri Lucca’da, diğeri Mısır Apartmanı’nda. Haftaya partilerle başlıyor, Tohum Otizm Vakfı’nın düzenlediği ve herkesin mutlaka katılması gereken günle devam ediyoruz
Cuma gecesi İstanbul’un unuttuğum bir yüzünü gördüm. Sanki herkes sözleşmiş gibi sokaklardaydı. Yılbaşı öncesi böyle bir ruh haline giriliyor. Geceleri hiç çıkmayanlar bile kendilerini sabaha kadar sokakta buluyor.
Önce Lucca’da bir doğum günü partisine katıldım. Doğrusu Lucca’yı Lucca olalı hiç bu kadar kalabalık görmemiştim. İçeride adım atacak yer yoktu. Kaldırımda duranlar bile caddeye taşmış durumdaydı. İçki siparişi vermek bile mümkün değildi. Öyle hıncahınç bir kalabalıktı. Tabii bunda Lucca’da o gece Emre Narin’in çalmasının da payı büyüktü.
Lucca’dan sonra istikamet Beyoğlu. İstiklal Caddesi’ndeki Mısır Apartmanı’nda The House Cafe’nin kurucusu Ramazan Üren ve Derin Mermerci’nin yılbaşı partisi vardı. 360’a çıkanlar asansörün başka bir katta durduğunu görünce ve tabii kapılar açılıp da iyi müziği duyunca “Bu katta ne var, yeni bir yer mi açıldı?” diye sordular. “Yok, sadece ev var” yanıtını alınca, sanki başkaları keşfetmesin diye mekânı onlardan saklıyormuşum
Yılbaşı davetleriyle birlikte yılın en yoğun dönemi başladı. Bu hafta kutlamalardan kutlamalara koştum ama Marka Konferansı’na da yetişebildim. İşte haftanın gezme raporu...
Marka Konferansı nasıl geçti?
Swissotel’de konferansın gerçekleştiği salon hıncahınç doluydu. Bir yandan büyük markaların kurucuları marka olmayı anlattı, bir yandan büyük şirketlerde çalışanlar çakma çantalarıyla marka olmayı dinledi. Bir ara arkamda yüksek sesle konuşan bir patrona kulak misafiri oldum. Yabancıların kendi kurduğu bir markaya ne kadar ilgi gösterdiğini anlatıyor, “Yapacak daha iyi işleri yok mu?” diyerek kendi markasını küçümsüyor, hatta müşterileriyle ‘tiki’ diye dalga geçiyordu. İşte ne kadar gelişirsek gelişelim, bizde vizyon bu kadar. En çok büyüyen zincirlerin bile patronları gazetecilerle dolu bir salonda, adı üstünde bir marka konferansında kendi markası hakkında böyle kötü konuşabiliyor.
Her şeye rağmen Marka Konferansı, yılın en heyecan verici etkinliklerinden. Hiç ummadığınız kişiler çok iyi konuşmacı çıkabiliyor, çok beğendiğiniz kişiler sahnede çok sönük kalabiliyor. Bkz. Amanda Wakeley. Sahne insanı olmak başka bir şey. Bkz. İzzet Çapa ve Gangnam style şovu.
Egem
Bu hafta güne en güzel başlangıç, TurkishWin’in gerçekleştirdiği İshak Alaton sohbetiydi. Enerjisine hayran olduğum Leyla Alaton sordu, İshak Alaton cevapladı
Çarşamba sabahı saat 8.30. İshak Alaton’u dinlemek üzere Ortaköy’de Alarko’dayım. TurkishWin kadınlarıyla birlikte... Önce “TurkishWin nedir?”den başlayalım; açılımı Turkish Women’s International Network (Türk kadınlarının uluslararası ağı). Hemen her biri yurt dışında uzun yıllar yaşamış ve çalışmış, hepsi alanlarında başarılı kadınlar, profesyonel yöneticiler. Onlarla aynı salonda olmak bile iyi bir enerji veriyor. Bir de üzerine İshak Alaton ve Leyla Alaton’un enerjisi eklenince gün boyu içim içime sığmıyor.
İshak Alaton’u ilk kez canlı dinliyorum. Leyla Alaton’da ölüyü diriltecek bir şeytan tüyü var, şimdi anlıyorum ki bu özellik, genlerinden geliyor. Konuşmayı Leyla Alaton yönetiyor. Önce babasına söz veriyor, 10-15 dakika konuşması için, daha sonra da kendi sorularıyla başlayıp katılanlara soru sormaları için söz hakkı tanıyor. Leyla Alaton iyi bir moderatör. Üstelik baba-kız şakalaşmaları da salonda sık sık kahkahalara neden oluyor.
İngilizce’yi 28 günde öğrendi
İshak Alaton’un ‘Lüzumlu Adam’ ve
Nişantaşı’nda bu hafta herkesi heyecan-landıran bir yer açıldı. Evet bildiniz, İzzet Çapa’nın City’s’in üst katında dört gözle beklediğimiz Mahalle’si artık hayatımızda
Geçen akşam Mahalle’de bir tura çıktım. Neyse ki City’s’in sinema asansörüyle AVM’de fıldır fıldır dönmeden doğrudan Mahalle’ye çıkabiliyorsunuz. Güvenlikten geçer geçmez Paşabahçe’nin envai çeşit ürününe takılıyorsunuz. “Bugün alışveriş yok, sadece yemeğe geldik” diye düşünürken ve kendinizi buna ikna etmeye çalışırken bu sefer de karşınıza Alessi çıkıyor. Yine bir şeyler almamak için kendinizi zor tutuyorsunuz. Derken organik ürünler satan Green Spot’ta buluyorsunuz kendinizi. Eee, organik ürünler sağlığa faydalı. Bu durumda artık kendinizi tutmak giderek daha da zorlaşıyor. Bir şey alacağınız yoksa da daha fazla dayanamayıp alıyorsunuz.
Mahalle’de en büyük sorun yemeğe gideceğiniz yeri seçmek. Biz üç kişi gidiyoruz, benim tercihim Sosa’dan yana. Sağlıklı yemeklerine, salatalarına bayıldığım Sosa sonunda mahallemize geldiği için çok mutluyum. İtiraf etmeliyim, kalbimse Hoca’nın Yeri’nde. Türkbükü’nden yıllardır tanıdığım Reyhan’ın yerinde mantı, çiğ börek, gözlemeye dadanmamak için yine kendimi zor
En önemli havacılık yazarlarına bile “Hayatımda gördüğüm en çılgın uçuş” dedirten İstanbul-Kilimanjaro seferinden bildiriyorum
THY’nin ilk İstanbul-Kilimanjaro direkt uçuşundayım. 1A’da THY CEO’su Doç. Dr. Temel Kotil oturuyor. Sabah 02.00’de herkes uyumak üzereyken, Kotil, yüzünden eksik olmayan gülümsemesi ve bitmeyen enerjisiyle uçaktakilerle tek tek el sıkışıp ilk uçuş sertifikasını dağıtıyor.
Bu sırada Avusturyalı havacılık editörü Kurt Hoffman’la tanışıyorum. Havacılık sektöründe önemli bir isim olduğunu sonradan öğreniyorum. “Bu hayatımda gördüğüm en çılgın uçuş” diyor gülerek, “THY çok hızlı yükseliyor, çok tehlikeli bu” diye de ekliyor. Temel Kotil’den sertifikasını aldıktan sonraysa tek bir cümleyle anlatıyor hislerini, “Hiç böyle bir CEO görmedim.” “Türk tarzı bu” diyorum, yabancı bir CEO gerçekten de herkesle böyle tek tek ilgilenmez.
Sabaha karşı herkes uyku hazırlığındayken, Temel Kotil yine pür enerji bir sunum yapıyor, THY’nin son durumuyla ilgili. Herkes şaşkın, Kotil’in bu saatte de bu kadar çalışması karşısında. THY artık tam 217 destinasyona uçuyor, 2013’te 33 yeni uçuş noktası daha eklenecek. Çok sık yolculuk
Bu hafta sonu Elle Style Awards ve hemen akabinde Chanel’in varisi David Wertheimer’ın Zelda Zonk’ta verdiği partiyle geçti. Finalse iki gece üst üste Anjelique’de yapıldı
Bu hafta sonu en çok konuşulan şey Chanel’in varisi David Wertheimer’ın partisiydi. Karaköy’de Gradiva otelin tepesindeki Zelda Zonk bu özel parti için kapatılmıştı. Herkes bir gece önce Elle Style Awards’da olduğu gibi yine David’le tanışmak, konuşmak için birbirini eziyordu. Oysa bu David’in İstanbul’daki ilk partisi değildi. İki yıl önceki ilk Elle Style Awards’a da katılmıştı ve o zaman Maçka’daki Park Hyatt’ta bir suitte parti vermişti. David’in hafızası etkileyici, iki yıl önce tanışıp hayatında bir kez gördüğü kişileri bile hâlâ hatırlıyor.
David ve ekürisi gelene kadar parti sakindi. O sırada David, Ca’d’oro’da yemekteydi, bazı arkadaşlarıysa Münferit’te. Onlar geldikten sonra parti coştu. David uğruna uzun zamandır gece hayatında ortalarda görünmeyen Özlem Önal bile kabuğundan çıkmıştı. İlk görüşte tanıyamayacağım kadar farklı görünüyordu, ama yine de Angelina Jolie havasından bir şey kaybetmemişti. Francesca Versace geceye boynunda yeni aldığı nazar boncuğu kolyesiyle katıldı. Barbara Bui