Instagram olmadan herkesin profesyonel fotoğrafçılarla aşık atabileceği bir yer: Tanzanya. Bırakın safarideki hayvanları, burada gökyüzü ve bulutlar bile çizilmiş gibi
Her seyahat dönüşü, “Uzun bir süre bir yere gitmek istemiyorum” deyip birkaç gün içinde kurtlanmaya başlayan biri olarak hâlâ bunu düşünüyorum, uçağa saatler kala. Sanırım artık çok geç, Karaköy Sağlık Merkezi’nde sarı humma aşısını oldum, sıtma haplarına başladım. Üstelik, THY Kilimanjaro’ya direkt uçuş bile başlattı, vardır bir bildikleri. Yine de elimde değil, “Kilimanjaro’ya da haftada kaç kişi gider?” deyip duruyorum. Boyumun ölçüsünü yabancı transit yolcularla dolu uçakta alacağım. Az sonra. Gün içinde karşıma çıkan herkesten Tanzanya’yla ilgili bir şey dinliyorum. Önce Elif Boyner “Çok sıcakmış, babam (Cem Boyner) geçen hafta döndü” diyor. Bir arkadaşım
Ocak’ta yapacağı safari planlarını anlatıyor,
bir diğeri ise Serengeti Parkı’nı ne kadar sevdiğini... Bu bir işaret olmalı.
Kilimanjaro’da Boeing 737’den inip pırpır uçaklara biniyoruz. Macera başlıyor. Uçaktan çok kanatlı minibüse benziyorlar, oturma düzeniyle ve çok sallamasıyla. Tek pilot var. Her bir bulutu ayrı ayrı hissederek zıplaya
Moskova turumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sırada Kızıl Meydan ve bakın daha neler var?
Moskova’da olduğumu tek hissettiğim yer Kızıl Meydan. Şehirdeki alışveriş merkezleri, restoranlar ve gece kulüplerini görmek yetmiyor tabii. Küreselleşme sağ olsun, hangi ülkede, hangi şehirde olduğunuzu anlamak böyle mümkün değil. Ne zaman ki tarihe sahne olmuş Kızıl Meydan’a çıkıyorsunuz, Lenin’in anıt mezarını, devrim öncesinde Rus çarlarının evi Kremlin Sarayı’nı, Spasskaya Kulesi’ni, müzelerini, kiliselerini geziyorsunuz, işte o zaman kendinizi Rusya’da hissediyorsunuz. Hatta bu gezi sırasında Putin’in benzeriyle fotoğraf da çektirebiliyorsunuz.
Benim favorim Kızıl Meydan’daki masallardan fırlamış gibi duran rengarenk Saint Basil Katedrali. Korkunç İvan bu 8 kubbeli katedrali 8 zaferinin şerefine İtalyan bir mimara yaptırmış. Bir rivayete göre, “Böyle şahane bir eseri başka bir yerde daha yapabilir misin?” diye mimara sormuş. Mimar, “Tabii, nerede isterseniz?” deyince gözlerini oydurmuş. “Nasıl isterseniz?” her zaman doğru cevap olmuyor işte. Biraz ileride ‘Kurtarıcı İsa’nın altın kubbeli katedrali var. Bu katedral yapılırken Ayasofya örnek alınmış.
Tsum ve Gum
Putin’le aynı gün Moskova’dan İstanbul’a geldim. Önce Moskova trafiğiyle cebelleştim, sonra İstanbul trafiğiyle. Ama bakın Moskova’da neler gördüm?
İki yıl önce Moskova’ya ilk kez Kitchenette’in açılışı için gitmiştim. Tam bir yaz günüydü, hava Antalya sıcağıyla yarışıyordu. Tuhaf ama Moskova’ya sıcak hiç yakışmıyordu. Kızıl Meydanı bir de kar yağarken görmeli demiştim, başka bir şey isteseymişim olacakmış. Şimdi hava -5 derece, yerler kar ve çamur.
Moskova, bazı yönleriyle İstanbul’a benziyor. Temiz değil, karmaşık ve her saatte trafik var. Işınlanmayı Ruslar bulursa şaşırmam demiştim, gerçekten de bu hizmeti Ruslar’dan bekliyorum çünkü bu trafiğe başka bir çözüm bulmak mümkün değil. İstanbul’dan bile beter trafikleri, üstelik yolları da alabildiğine geniş. Havaalanından şehre bazen 2.5 saatte gidiliyor. İşte o yüzden şehir merkezine en yakın havaalanı olan Vnukovo’dan şaşmamak gerekiyor.
‘Muhteşem Yüzyıl’ Rusya’da
Yol boyunca Türkiye reklamları çıkıyor karşımıza. O da ne? Yazılar Rusça ama fotoğrafta Muhteşem Süleyman ve Hürrem Sultan var. ‘Muhteşem Yüzyıl’, artık Rus televizyonlarında da yayınlanıyor. Reklamları da her köşe başında karşımıza çıkıyor.
Moskov
12 kadın birlikte Şile’ye araba deneme sürüşüne giderse ne olur? Lavanda’da yemekler yapılır, yenilir. Ya başka?..
Evden apar topar çıkıyorum, arabada Zeynep Üstünel ve Damla Kürklü beni bekliyor. Mercedes-Benz GLK’yi test etmek üzere yola çıkıyoruz.
Özlem Güsar arayıp da “Bana bir gününü ayırır mısın?” dediğinde, “Memnuniyetle” dedim ama meraklı biri olarak, “Ee, program ne?” diye de sordum. Özlem ser verip sır vermedi. Sadece ufak ipuçları yollayacağını söyledi. Derken ipuçları geldi, fotoğraf makinesi, termos, yağmur çizmesi, fular ve bir mutfak önlüğü. Önlük gelene kadar her şey yolundaydı. Önlüğü görünce “Eyvah, bir de yemek mi yapacağız!” dedim ama neyse ki çok söylenmedim.
Yol git git bitmiyor. Neyse ki sohbet güzel. Şile sapağına sapıyoruz, her yer Toskana gibi yemyeşil. Sanki İstanbul’da değil de başka bir dünyadayım.
Lavanda mutlaka görülmeli
Lavanda otele varıyoruz, GLK’lar park ediliyor ve Özlem bizi kapıda karşılıyor. Bütün kızlar toplanıyoruz. Füsun Çevikel Kuran’dan Prof. Dr. Sedefhan Oğuz’a, Meral Yazıcı’dan Işık Şimşek’e, Gamze Saraçoğlu’ndan Burcu Hanif’e, Mehtap Elaidi’den Hülya Eltemur’a bazıları önceden tanıdığım ve sevdiğim, bazıları da yeni
Nişantaşı’nın hareketi hiç bitmiyor, ama kalbi sürekli değişiyor. Şimdi çekim merkezi,Mim Kemal Öke Caddesi. Valikonağı ve Mim Kemal Öke Caddelerinin köşesinde buluşupbir tura çıkıyoruz
Solda görmüş olduğunuz Silk & Cashmere. Adı üstünde, ipek ve kaşmir meraklılarının sevdiği yerli bir marka. Bırakın İstanbul’u Londra’dan Paris’e birçok şehirde mağazası var. Ama bu mağazanın yeri başka çünkü hemen yanında bir de indirim mağazası var. Burada fiyatlar kaliteye göre son derece uygun. Geçen hafta ilk kez gerçekleşen ‘Black friday’ indiriminde mağaza talan edilmiş durumdaydı. Ama yine de ‘outlet’ deyip geçmeyin çok güzel şeyler bulabiliyorsunuz.
Silk & Cashmere’in hemen yanında, mahallenin en sevimli yerlerinden Bread & Butter var. Sahibi Emir Yargıcı’nın kızı Nazlı. ABD’nin önemli okullarından Johnson & Wales’de aşçılık eğitimi alan Nazlı Yargıcı, burada çok lezzetli yemekler ve tatlılar yapıyor. Mekanın kendi kitlesi çoktan oluşmuş. Kural belli, saat 18.00’de kapanıyor. Hemen yanında, eski Cafe Keyif’in yerinde ise Den Cafe var. Corridor’cuların yeri olarak tanındı. Şimdi 4. yaşını kutluyor. Yemeklerinden çok barı ve partileriyle popüler.
La Brise’de birçok farklı
Tasarımcı Karim Rashid’le buluştuk, İstanbul Bienali’ni gezmeye ikna ettik, bakın arada neler konuştuk?
“Hepinizin elinde 8MP fotoğraf makineli cep telefonları var, teknolojiyle iç içe yaşıyorsunuz ama konu, şehirlere gelince geriye dönmek istiyorsunuz. Çağdaş binalara karşısınız. Çağdaş binalar tarihi taklit etmeden şehri ileri taşıyor. Düşününce, Ayasofya, Eyfel, piramitler hepsi zamanlarının yenisi, hepsi aykırıydı. Şehirde karmaşıklık olacak, şehri şehir yapan bu. Her şeyin aynı olduğu bir yerde yaşamak istiyorsanız banliyöye taşının.”
Bunları söyleyen, Karim Rashid. Rashid, aslında mimar değil, tasarımcı ama şu anda farklı ülkelerde onlarca bina projesi yapıyor. Rashid “İstanbul’un karmaşıklığı, güzelliğinin bir parçası. Buraya 8-9 yıl önce ilk geldiğimde Swissotel’in camından bakıp 50 skeç çizdim. Biri Gaia&Gino için tasarladığım ürün, Landscape.” İstanbul’da değiştirmek istediği ilk şey soruluncaysa bütün İstanbullular’la aynı yanıtı veriyor, ‘trafik’. “Yeni radikal bir mimari ikon da olmalı. Bir de şehri turist dostu yapmak için dijital rehberler sunan dokunmatik banklar gibi detaylar eklerdim.”
Karim Rashid’in tasarladığı ürünler satış rekorları kırıyor.
Paha Biçilemez İstanbul’un etkisinden midir nedir, haftanın en sıkıcı günü pazartesiye güzel bir programla başladım. Teşvikiye’den Karaköy’e yürüdüm. Bakın neler yaptım?
Karaköy’de ilk durağım Karaköy Lokantası. Nişantaşı kafelerinden sonra Karaköy Lokantası’nın nefis ev yemekleri de, uygun fiyatları da ilaç gibi geliyor. Boşuna burası her saatte tıklım tıklım dolmuyor.
Yemeğin üzerine saat 14.00’te randevum var. Karaköy’de, dünyanın en güzel sağlık merkezinde. Deniz kıyısında, yeşillikler içinde, tarihi binadaki sağlık merkezi çok iyi çalışıyor. Randevu alıyorsunuz, hiç beklemeden son derece bilgili ve ilgili bir doktora nereye seyahat edeceğinizi anlatıyorsunuz. Sizi hastalıklar konusunda bilgilendiriyor. Hangi aşıyı olmanız gerektiğinden hangi sıtma hapını, nasıl kullanmanız gerektiğine kadar her türlü bilgiyi veriyor. Daha sonra eli son derece hafif bir hemşire aşınızı yapıyor. Benim gibi iğneden, aşıdan, kan vermekten korkan biri bile bu sağlık merkezine koşa koşa geliyor. Çünkü burada kendinizi gerçekten emin ellerde hissediyorsunuz. Üstelik bu hizmet tamamen ücretsiz. Burada bulunma nedenim, sarı humma aşısı olmak. Durup dururken olmuyorum tabii, 10 gün sonra
Sürprizleri sevmem ama bilmediğim bir yere gitmek üzere arabadayım. Arada arabayı durdurup kaçmak istesem de kendimi tutuyorum, çünkü biliyorum ki sonunda kendi başıma yapamayacağım bir program beni bekliyor
Kılıç Ali Paşa Hamamı’nın önünde duruyoruz. İlk tepkim, ‘Eyvah, hamamda ne işimiz var!’ oluyor, bizi karşılayan Bernaylafem’e. Meğer burnumuzun dibinde Karaköy’de Mimar Sinan eseri olan Kılıç Ali Paşa Hamamı yenilenmiş ve tam 20 gün önce hizmete açılmış.Pırıl pırıl hamamda halvet odası dedikleri bir özel bölüm var. ‘Muhteşem Yüzyıl’a kapılıp farklı şeyler düşünmeyin, burası başkalarıyla aynı yerde yıkanmak istemeyenlere özel hizmet veriyor ama kadın-erkek birlikte bu hizmetten yararlanamıyor. Burada Deniz Güngör’ü dinliyoruz, kendi buluşu olan ‘Aqua drum’ları öyle bir çalıyor ki etkilenmemek mümkün değil. Hepimiz ‘Aqua drum’ çalmayı deniyoruz. Bu, kedinlikle her evde bulunması gereken bir müzik aleti. Çocuklar da, benim gibi müzik kulağı hiç olmayanlar da ‘Aqua drum’la hoş sesler çıkarabilir.
NY ve Londra’dan sonra sıra İstanbul’da
Şimdi gelelim, burada bulunma nedenimize. MasterCard, dünyada ‘Priceless’ diye bir proje başlatmış. ‘Paranın satın alamayacağı şeyler