Yurt dışında herkes “İstanbul parlıyor” diyor. Biz, kadar iyimser bakamıyoruz. Ama yine de bu yıl ilk kez gerçekleşen İstanbul Tasarım Bienali gibi umut verici gelişmeler de yok değil
Son zamanlarda hosteslerle yarışacak kadar çok uçtum. Her seyahatte, alanında başarılı yabancılarla tanışma fırsatım oldu. Her seferinde konu ne olursa olsun, döndü dolaştı, İstanbul’a geldi. İstanbul’un parlamasından, İstanbul’un artık bir marka haline gelmesinden bahsediyordu herkes.
İşte böyle bir dönemde ilk kez İstanbul Tasarım Bienali’nin yapılması, son derece önemli. Bienalin küratörleri Emre Arolat ve Joseph Grima. Mekanlarsa, İstanbul Modern ve Kemeraltı Caddesi’nde 2007’den beri kapalı olan Galata Özel Rum İlköğretim Okulu. İstanbul Modern’deki serginin adı ‘Musibet’, diğer serginin adıysa ‘Adhokrasi’. Bienalin teması Deyan Sudjic’in önerisiyle ‘Kusurluluk’ (‘Imperfection’). ‘Böyle bir temanın içeriğini incelemek için İstanbul’dan daha iyi bir şehir olamaz. İstanbul kusursuzluktan çok uzak, buna karşın dünyadaki en enerji verici ve en hareketli şehirlerden birisi. “Bu şehrin kendine has özelliği, bu kusurluluğun doğurduğu belirsizlik ve geçicilik durumu” diyor Sudjic.
Bienal,
İskoçların viskiye saygılarını ve viski tanıtımı için çabalarını gördükten sonra Mey İçki CEO’su Galip Yorgancıoğlu’na milli içkimiz rakı için neler yapıldığını sorduk. İşte Yorgancıoğlu’nun cevapları...
Önce ürünün uluslararası kalitede olması gerektiğini, sonra dağıtımın ne kadar önemli olduğunu ve son olarak da müşteriye raftan ürünü aldırabilmenin önemini anlattı Galip Yorgancıoğlu. Ürün kalitesinde ne kadar iyi olduğumuzu, geçen yıl Diageo’nun Mey İçki’yi satın almasıyla dağıtım avantajı yakalandığını ve şimdi sıranın müşteriye ürünü aldırmaya geldiğini anlattı.
“2004 yılında Rakı, 20 ülkeye ihraç edilirken bugün Almanya, ABD, İngiltere, Kıbrıs, Irak, Benelux, Türki Cumhuriyetler ve Doğu Avrupa dahil olmak üzere 40’tan fazla ülkeye ihraç edilmekte. 2011 yılında Rakı ihracatımız 4 milyon litrenin üzerine çıktı” dedi. Ardından da ekledi, “Yeni Rakı yalnızca Türkiye’de değil, dünya anasonlu içki pazarında da önemli bir konuma sahip. En önemli uluslararası sektör raporlarından Impact Databank 2011 raporuna göre Yeni Rakı anasonlu içkiler pazarında ciro olarak pazar lideri. Global alkollü içkiler pazarında da 14. sırada. Hedefimiz, Türkiye’nin en köklü ve değerli
İskoçya gezimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. İskoçların içki kültürüne nasıl sahip çıktığından ‘Malt viski mi, blended mı daha iyi?’ tartışmalarına uzanıyoruz
Mey İçki CEO’su Galip Yorgancıoğlu ev sahipliğinde yemekteyiz. ‘Yemekteyiz’ programındakinden daha renkli bir grupla. Masadaki isimleri sayıyorum, Figen Batur, Ahmet Örs, Ali Esad Göksel, Teoman Hünal ve Müge Akgün. Nilay (Örnek) ve ben, çömez kontenjanından olan biteni takip etmeye ve öğrenmeye çalışıyoruz.
Bir şarap siparişi 45 dakika sürüyor, şarap geldikten sonra bir 45 dakika daha tartışması sürebiliyor. Bir çatal bıçak tartışması alıp başını gidiyor. Gurmelerimizin yemeğe ve içkiye verdikleri önemi gördükçe yediğiniz içtiğiniz her şeyin değerini daha iyi anlıyorsunuz.
Viski tadımı ve haggis seremonisi
Akşam Drummuir Şatosu’nun mahzeninde mum ışıkları eşliğinde yapılan Johnnie Walker Blue Label tadımıyla başlıyoruz. Blue Label, birçok viskinin aksine tereyağı gibi akıp gidiyor.
Viskinin anavatanı İskoçya’da, sonsuz yeşillikler arasında Drummuir Şatosu’ndayım. Viski damıtımevlerinden fıçı üretim tesislerine küçük bir tura çıkıyorum
İskoçya’dayım. İstanbul yazından İskoçya kışına ani bir geçiş söz konusu. Biz paltolarla donuyoruz, İskoçlar gömleklerle geziyor. Speyside’da nereye baksanız uçsuz bucaksız yeşillik var. Sabahları yeşil yerine bembeyaz oluyor çimenler çünkü çiğ kaplıyor her yeri. Koyunlarsa sabah akşam farketmeden ve hiç ara vermeden otluyor. Çimenlerden kafalarını hiç kaldırmıyorlar bile. Bir o yana dönüp otluyorlar, bir bu yana dönüp. Hiçbiri birbirinin alanına girmiyor. Yolda ilerlerken önünüze geyik yavruları çıkabiliyor, durup onlara yol veriyorsunuz. İskoçya’daki tabiat başka hiçbir yerde yok.
23 yatak odalı şato
İskoçya’da yeşilliklerin arasında muhteşem şatolar var. Johnnie Walker’ın Drummuir Şatosu’ndayız, Mey İçki CEO’su Galip Yorgancıoğlu’nun davetlisi olarak. Drummier, 23 yatak odalı dev bir şato. Kütüphane odasında çıtır çıtır şömine yanıyor, karşısında viski meraklılarını kıskandıracak bir bar var. Her markanın en sınırlı sayıda üretilmiş viskileri bara dizilmiş. Arkada ise bir bilardo masası var. Yerler İskoç
Bu yazı ‘kadınlar ve selülitleri’ haberleriyle geçirdik. Kadınlarla ilgili yapılan genellemeler bizim medyamıza özgü sanıyorduk. Oysa bakın, dünya medyasında kadınlar nasıl sorunlarla karşılaşıyor?
“Fransız medyasında erkeklerden uzman görüş alınır, kadınlaraysa sadece olaylara karşı tepkileri sorulur” diyor Mercedes Erra. “Kadınlar hiçbir zaman yeterince bilgili değildir, ama erkekler her konuda bilgilidir gibi bir inanış var. Kadınlara ekonomi, siyaset, iş ve strateji soruları sorulmaz, daha çok evle ilgili konular sorulur” diye ekliyor.
Women’s Forum’daki en ilginç panellerden biri ‘Medyadaki kadın genellemeleriyle nasıl başa çıkılır?’ konuluydu. Konuşmacılar, Huffington Post İngiltere Genel Yayın Yönetmeni Carla Buzasi, Elle dergisi editörü Isabella Duriez, BETC kurucusu ve Havas Başkanı Mercedes Erra, Avrupa Parlamentosu üyesi Sophie Auconie ve Güney Afrika DA Parlamentosu lideri Lindiwe Mazibuko’ydu.
Afrika’da durumun böyle olması beni şaşırtmıyor ama Fransa’da da medyada kadınların böyle yansıtılması şaşırtıcı. Biz Türkiye’de yaz boyu kadınlar ve selülitleri haberleriyle uğraşırken demek ki Fransa, İngiltere ve Avrupa’daki diğer ülkeler de medyada kadın
Dün ‘Cartier Women’s Initiative Awards’la başladık, bugün ‘Women’s Forum’da beni en çok etkileyen konuşmalar ve kadınlarla devam ediyoruz
Cartier CEO’su Bernard Fornas’ın ev sahipliğinde bir yemeğe katılıyorum. Karşımda pembe başörtülü Arap bir kadın var. Önce hepimizle tek tek tanışıyor. Mükemmel İngilizcesiyle, “Bugün kadınlar günü diye pembe eşarp taktım” diyor. Masada arada Fransızca konuşulmaya başlanınca, “Ee, bize altyazı geçmeyecek misiniz?” diye konuşanları esprili şekilde uyarıyor.
Önce herkes onu gazeteci zannediyor. Meraklı, herkese ülkesiyle ilgili sorular soruyor. İstanbullu olduğumu duyunca İstanbul’un ne kadar yükselişte olduğunu, herkesin İstanbul’a gitmek istediğini söylüyor. Doğrusu, bunu ‘Women’s Forum’da o kadar çok duyuyorum ki, artık ilk duyduğum zamanki kadar heyecanlanmıyorum.
Sonra, Ortadoğu ve Kuzey Afrika jüri başkanı olduğunu öğreniyorum. Derken bir Forbes muhabirine Forbes’un ‘En güçlü 100 kadın’ listesinde yer aldığını anlatıyor.
Meğer Birleşik Arap Emirlikleri Dış Ticaret Bakanı Lubna Al Qasami’ymiş karşımdaki. Birleşik Arap Emirlikleri’nin ilk kadın bakanı, daha önce de 2004-2008 yıllarında ekonomi bakanlığı yapmış. Şeyh ailesinden
Deuville’de düzenlenen ‘Women’s Forum’un en etkileyici anı, girişimcilik ödülleri ‘Cartier Women’s Iniative Awards’un töreni. İşte jürisinde Leyla Alaton’un da yer aldığı bu yarışmadan izlenimler...
Tüylerim diken diken karşımdaki kadınları izliyorum. Verdikleri mücadeleleri anlatırken gözleri doluyor. Biri desteğinden dolayı kocasına teşekkür ediyor, biri “İlk defa Avrupa’ya gelmek bile benim için başlı başına bir ödül” diyor. Yüzlerindeki heyecanı ve mutluluğu gördükçe etkilenmemek mümkün değil. Bu yetenekli ve çalışkan kadınlara kimse kayıtsız kalmamalı.
Deuville’de ‘Women’s Forum’dayım, Cartier’nin davetlisi olarak. Nasıl Davos’a dünyanın dört bir yanından politikacılar ve iş adamları geliyorsa, buraya da ekonomik ve sosyal konuları, özellikle de kadın haklarını konuşmak üzere dünyanın dört bir yanından alanlarında başarılı isimler geliyor. Bir yandan paneller yapılıyor, bir yandan çok önemli bir girişimcilik yarışması olan ‘Cartier Women’s Initiative Awards’ sonuçlanıyor.
Bu yıl altıncısı düzenlenen ‘Cartier Women’s Initiative Awards’a 1000 proje başvurmuş. Jüri, başvuruları önce 18’e indirmiş. Hepsini Fransa’ya davet etmişler, Cartier, INSEAD ve McKinsey&Company
Bugün, dünyanın en çok taklit edilen lüks markası Louis Vuitton’un Asnieres’deki evi, atölyesi ve müzesinde bir gezintiye çıkıyoruz
Bir markanın yüzyıllarca yaşaması ve hiçbir zaman modasının geçmemesi müthiş bir başarı. Arkasında nasıl bir çalışma ve vizyon olduğunu görmek zor değil. İşte şimdi size, 25.9 milyar dolar değerindeki 158 yıllık Louis Vuitton’un Paris’in banliyösü Asnieres’deki evini ve atölyelerini anlatacağım.
Louis Vuitton 1854’te önce sandık yaparak başlıyor serüvenine. O zamanlar sandıklarla seyahat ediliyor. Sandıklar herkesin hayatında önemli bir yer tutuyor. Kadınların kabarık etekli dev kıyafetlerini düşününce bir haftalık seyahat için kaç sandık gerekeceği gözünüzün önüne gelebilir. Louis Vuitton bunu fark ediyor ve önemli terzilerin atölyelerinin yakınında ilk dükkanını açıyor. Sandıkları su geçirmez kanvastan yaparak bir ilke imza atıyor.
Bu arada Paris’te yaşam pahalı olduğu için Paris’e yakın, ulaşımı kolay olan Asnieres’e yerleşiyor. Burada hem bir atölye kuruyor, hem de yandaki evde ailesiyle birlikte yaşıyor. O zaman da sanata ve işçiliğe önem veriyor. Evin salonunda vitraylar var. Vitrayların arasına minik camlar yerleştiriliyor böylece