ARMAN VE ÖZKÖK’ÜN DJ’LiK MACERASI

30 Mayıs 2012

İki ünlü gazeteci, bir markanın partisinde DJ’lik yaparsa bakın neler konuşulur? Başkalarını bilmem ama Ayşe Arman ve Ertuğrul Özkök’ün, kimsenin ne düşündüğünü umursamaz halleri çok hoşuma gitti...

Pazartesi akşamı Park Hyatt Maçka Palas’ta Doritos’un Madonna partisi vardı. Kötü havaya ve günlerden pazartesi olmasına rağmen kalabalıktı. Nedeniyse gecenin DJ’leriydi. Ayşe Arman ve Ertuğrul Özkök, Madonna şarkılarıyla başlayıp Ajda Pekkan şarkılarıyla devam ettiler. Özkök elinde şarap kadehiyle verdi coşkuyu. Arman kendisine uzatılan tekila shotları geri çevirmedi, eller havada dans etti. Görüntüde arkadaşlar arasında eğleniyor gibiydiler. Markanın tanıtımı olduğu unutulmuştu.


Gecenin başında konu belliydi, bu iki ünlü gazetecinin, özellikle de eski bir genel yayın yönetmeninin bir marka için DJ’lik yapması tuhaf değil miydi? “Popülarite için bu kadarına da gerek yok” diye uzun uzun konuşuldu. Oysa bu iki isim de her zaman popülariteye ne kadar önem verdiklerini açıkça söyledi. “Dünya nimetlerine prim vermeyiz” deyip de sonradan böyle bir şeye kalkışmadılar. Bu konuda her zaman dürüstlerdi.


Bu arada Ayşe Arman tek omuzlu siyah tulumuyla yıkılıyordu, sahneye

Yazının Devamı

iSTANBUL HAK ETTiĞi iLGiYi GÖRÜYOR MU?

28 Mayıs 2012

İstanbul’da izlemek istediğim birçok şey yapılıyor, peki ama bunları kaç kişi takip ediyor? Bu sayılar İstanbul gibi bir şehir için yeterli mi?

“İstanbul, hedefin çok çok gerisinde bence. Çünkü hâlâ bizim arzu ettiğimiz sayıda ziyaretçi de çekemiyor dünyadan. İstanbul çok popüler bir kent oldu; bu bir bakıma doğru... Eskiyle kıyaslarsanız doğru. Birçok insan İstanbul’u tanımazdı, bilmezdi Avrupa’da yaşamasına rağmen. ‘Aaa evet ben de gelmeyi çok istiyorum’ diyen çok insana rastlardık. Şimdi ‘Aman orası ne kadar muhteşem bir şehir; gittim, bir daha gideceğim’ diyen birçok yabancıya rastlıyor insan, dünyada dolaşırken. Ama ziyaretçi sayılarına baktığınız zaman İstanbul bugünkünün iki misli, üç misline çıkma potansiyeline sahip. Bu birçok etkene bağlı tabii. Bir kere havaalanından başlayan bir altyapı veya birtakım olanakların eksikliği de var. Bir Avrupalı’nın ‘Ben İstanbul’a gittim, Ayasofya’yı gördüm, Topkapı’yı gördüm. Bir daha gitmeme ne gerek var?’ demek yerine, ‘Acaba bu hafta sonu İstanbul’da ne oluyor?’ diye bir merak içine düşmesini sağlamamız lazım.”


Yukarıdaki sözler İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı’nın Milliyet Pazar’da Filiz Aygündüz’e

Yazının Devamı

Ardıç Gürsel'in Vinkara'sı

27 Mayıs 2012

Bugün üç kadın ve üç markadan bahsedeceğiz. Ardıç Gürsel ve Vinkara Şarapları, Fatoş Yalın ve ‘Fey’ adlı yeni mağazası, Bilgün Dereli ve ‘B Point by Bilgün Dereli’ mücevherleri...


Son zamanlarda daha sık duyuyoruz Vinkara’yı. ‘Yaşasın’ adlı, şampanya yöntemiyle yapılan köpüklü şarabından, bir içimlik çevir-aç kapaklı minik şişelerine, her yerde karşımıza çıkıyor. En son New York’ta düzenlenen ‘Ultimate Wine Challenge’ yarışmasında, kalecik karasından üretilen ‘Yaşasın 2009’, ‘Doruk Narince 2011’, ‘Mahzen Kalecik Karası 2009’, ‘Doruk Kalecik Karası 2010’ ile önemli ödüller aldı.
Vinkara’nın yönetim kurulu başkanı Ardıç Gürsel’le, aile otelleri Taksim The Marmara’da bir araya geldik. Bu arada The Marmara’nın restoranı Tuti yenilenmiş. Kuş bakışı Taksim manzaralı, çok güzel camlı bir terası var.
Ardıç Gürsel, aile otellerinde çalışırken aslında tesadüfen bu işe dahil olmuş. Her zaman şarapçılık yapmak istemesine rağmen başta fırsat olmamış. Ankaralı Gürsel Ailesi’nin Kalecik’te bir arazisi varmış, 2003’te ABD’de inşaat yaptıkları firmaların teşvikiyle aile burada bir bağ kurmaya karar vermiş. Sonra 2008 krizinde Amerikalılar vazgeçince, işin başına Ardıç Gürsel gelmiş.

Yazının Devamı

“HANGiSiNE GiDECEĞiMiZi ŞAŞIRDIK!”

26 Mayıs 2012

Etiler’deki Le Meridien’in açılışıyla başladık, ‘sanatta sponsorluk’ paneliyle devam ettik. Bakalım bu hafta sonu İstanbul’da yapılacak daha neler var?

“Bu hafta sonu o kadar çok program var ki, hangisine gideceğimizi şaşırdık!” Bu, çarşamba günkü Le Meridien açılışında en sık duyduğum cümleydi. Le Meridien’de önce ‘kurumsal sanat sponsorluğu’ üzerine bir panel vardı, sonra da açılış partisi. Sanırım bütün İstanbul oradaydı. Öyle bir izdiham vardı. Bir yanda sanatseverler, bir yanda sanatsever görünmek isteyip panelin sonuna kadar bekleyemeyenler, bir yanda da davetlere karşı koyamayan kitle bir aradaydı.

İlginç yatırım

Le Meridien bir otelde olması gerektiği gibi her zevke hitap etmeyi başarmıştı. Bir tek panele katılıp eve dönmeyi düşünenler ve ona göre giyinen medyatik simalar için zor oldu. Kapıda bekleyen paparazzilere hazırlıksız yakalandılar. Le Meridien, kendini bir sanat oteli olarak konumladırıyor. Bunun için de küratör Jerome Sans moderatörlüğünde bir panel düzenlediler. Bu arada Jerome Sans ismini Galerist’ten tanıyor olabilirsiniz. Galerist’e de küratörlük yapıyor, bu durumda Le Meridien’in sanat koleksiyonunda sadece Galerist sanatçılarını tercih

Yazının Devamı

TAJ MAHAL ÜSTÜ SHiRODHARA

23 Mayıs 2012

Taj Mahal uğruna arabayla 10 saatlik yol yapıyorum. Dönüşte shirodhara ile rahatlıyorum. Hiç uyumadan doğru havalimanına gidiyorum. Bakın arada neler oluyor?


Delhi’ye kadar gelip Taj Mahal’i görmeden dönmemeliyim. Bir gün daha ekliyorum geziye. Son gün sabah 07.00’de yola çıkıyorum, arabayla 4-5 saatte Agra’dayım, Yolda mola veriyorum, en güzel alışveriş burada karşıma çıkıyor. Yine de çok oyalanmıyorum.
Agra’da kovboy şapkalı Hint bir rehber eşliğinde Taj Mahal’e gidiyorum. Hava artık o kadar sıcak ki, sisten göz gözü görmüyor. Taj Mahal’i gezmek için daha kötü bir gün arasam bulamazdım sanırım. Biliyorsunuz, Taj Mahal’i Şah Cihan, Begüm Sultan’ın anısına yaptırmış. Begüm Sultan 14’üncü çocuğunu doğurduktan sonra ölmüş, Şah Cihan’a önceden “Bana bir şey olursa benim için bir anıt yaptıracağına söz ver” diye tembihlemiş. Şah Cihan, Taj Mahal’de hiçbir masraftan kaçırmamış, değerli taşları her köşede kullanmış.
Taj Mahal’i görünce bu ne büyük bir aşk, böyle aşklar da var demek diye insanın içi cız ediyor. Sonradan Şah Cihan kendisi için de böyle bir anıt inşa ettirmeye başlayıp da paraları savurunca öz oğlu tarafından Taj Mahal’e nazır bir kulede hapsedilmiş, sonra da

Yazının Devamı

Sırf Bukhara için bile gidilir

21 Mayıs 2012

Delhi gezimize devam ediyoruz. Sırada Hindu tapınakları, tarotçu, alışveriş ve dünyanın en iyi restoranlarından Bukhara var...

Eski Delhi’de bisikletli tuktukla Red Fort’un önüne geliyorum. Bir benzeri de Agra’da olan Kızıl Kale’nin içinde 45 derece sıcakta yürürken yorgun düşüyorum. Kaleden sonra Khan Market’te bir kitapçıda kendimi kaybediyorum. Burada hiç aklınıza gelmeyecek kitaplara rastlamak mümkün ve fiyatlar da çok uygun. Sonra Hindistan’da bir tekstil ofisinde yemeğe gidiyorum. Ev yapımı yemekler de 5 yıldızlı otellerin yemekleri kadar başarılı. Bu kadar baharatı neye koysanız olur.

‘Hindular’ın Disney World’ü: Akshardam’
Öğleden sonra asıl zorlu süreç başlıyor. Akshardam gezilecek. ‘Hindular’ın Disney World’ü diyorlar Akshardam’a. Müthiş bir Hindu tapınağı. Buraya girmek için saatlerce sıra bekliyorsunuz, yanınıza fotoğraf makinesi ve cep telefonu da dahil hiçbir şey almaya izin yok. O kadar sıra bekleyip de güvenlikten geçtikten sonra tapınak gerçekten olağanüstü ama yeni yapıldığı için Disney World etkisi yaratıyor insanda. Tarihi yapıların etkisini vermiyor. Bu arada telefonsuz kalınca rehbere daha çok yanaşıyorum. Üstümde ne telefon, ne para, hiçbir şey

Yazının Devamı

DELHi’DE iLK 36 SAAT

20 Mayıs 2012

Delhi turuna havalimanından başlıyor, gitmiş kadar olmanız için detaylar veriyorum. Yarın kaldığımız yerden devam edeceğiz.

İnanması zor ama İstanbul-Delhi, uçakla 5.5 saat. THY ile uçuyorum. Yine inanması zor ama rötar yok, uçak tam vaktinde kalkıyor. 5.5 saat sonra Indira Gandhi Havalimanı’ndayız. Delhi havalimanını Sabiha Gökçen Havalimanı’nın ortaklarından GMR işletiyor. Üç günlük seyahatte hiçbir şey kaçırmamak için Sabiha Gökçenciler’den rica ediyorum, bir GMR çalışanı bana Delhi’de yapılacaklarla ilgili içeriden bilgi verebilir mi diye. O da ne? Uçaktan inince altı kişi birden bizi karşılıyor.


GMR ekibi bizi uçak kapısından arabayla alıp, pasaport kontrolden hızlıca geçiriyor. Bu kadar ilgi beklemediğimiz için şaşırıyoruz ama tabii hoşumuza gidiyor. Sabahın 4’ünde bizi arabamıza kadar geçiriyorlar ve Imperial Otel’e gidiyoruz.
Imperial, Delhi’nin en geleneksel lüks oteli. İngiliz tarzı ve Hint detaylarıyla süslü oteli beğeniyoruz. Lobide dev bir Chanel mağazası var. Ve biz üç gün kalıp da mağazayı bir kere bile açık görmüyoruz. Yok, Hindistan’a kadar gidip her yerde olan markalara bakacağımızdan değil, sabah-akşam nasıl bir mesai yaptığımızı anlamanız

Yazının Devamı

İlk görüşte Hindistan

19 Mayıs 2012

Üç günlük Hindistan yolculuğunu anlatmaya başlıyorum. Yarın detaylı bir şehir turuyla devam edeceğiz

Hindistan izlenimlerimi bildirmek için sabırsızlanıyorum, ama üç gündür 09.00-24.00, 45 derece sıcakta koşturuyorum. Görülmedik tarihi yer, tapınak, camii kalmadı. Kaldığım otelde kahvaltı salonunun ötesine gidemedim bile. Son güne arabayla 5 saat gidiş, 5 saat dönüşlük bir Taj Mahal gezisi bile sıkıştırdım. Şu anda saat 04.00 ve havaalanına gitmek üzere yola çıkıyorum. Bugünlük ilk görüşte ne hissettiğimle başlayalım, yarına sıkı bir Hindistan turuyla devam edelim.
* Hindistan’a gelmek için en kötü sezon. Hintler’den en sık duyduğum cümle. Hava 45 derece, okullar çoktan tatil olmuş. Bu tarihte yabancı turist sayısı parmakla sayılacak kadar az. Şimdi yerli turistin gezme zamanı.
* “Hindistan çok pis, aman yediğine, içtiğine, giydiğine dikkat et” diyenlere: Delhi bence İstanbul’dan çok da farklı değil. Kontrastların şehri. Bir yanda müthiş bir varlık, bir yanda korkunç bir yokluk. Bazı yerler bal dök yala, bazı yerler pislik içinde. * Hindistan’daki otellerin ne kadar lüks olduğuna

şaşırmamak elde değil. İlk başta acaba sokaklarla çok büyük tezat içinde olduğundan mı

Yazının Devamı