Cumartesi gecesi İstanbul Modern’in geleneksel galasındaydım. İşte geceden notlar...
Cumartesi gecesi İstanbul Modern’de Gala Modern daveti vardı. Hem İstanbul Modern’in yedinci yaşı kutlandı hem de İstanbul Modern’in eğitim projelerine destek olmak için bir açık artırma yapıldı.
Daha gece başlamadan, dedikodular başladı. İstanbul Modern yönetiminin Bubi’nin eserinin değiştirilmesini istediği konuşuldu. Sanatçıya müdahaleyi protesto edenler bu geceye katılmayacak dendi. Ama benim gördüğüm kadarıyla Bubi’nin eserini geri çekmesi dışında bu durumu protesto eden kimse yoktu.
Gece beklendiğinden daha kalabalıktı. Böyle gecelerde yemeğe geçildiği zaman kendi masanızdakiler dışında kimseyi göremiyorsunuz. O yüzden kokteyl saatinde gidip sosyalleşmek gerekiyor.
Cemiyet hayatından isimlerle sanatçılar bir araya gelince ortaya son derece renkli bir görüntü çıkıyor. Keşke böyle gecelere daha çok sanatçı davet edilse. Genelde kurumlar değil koleksiyonerler sanatçıları davet ediyor.
Gecenin ev sahibi Oya-Bülent Eczacıbaşı’ydı. Her zamanki gibi çok zariflerdi. Oya Eczacıbaşı İstanbul Modern’in rengi olan kırmızı giyme geleneğini bu sene de bozmamıştı.
Yemeğe geçildikten sonra
Çağdaş sanat koleksiyoneri Tansa Mermerci Ekşioğlu, küratör arkadaşları Zeynep Öz ve Laura Carderera’yla SPOT’u kurdu. SPOT’un güncel sanat derslerinden birine katıldım
Akaretler’de W’nun konferans salonlarından birindeyim. Kendimi öğrencilik yıllarına geri dönmüş gibi hissediyorum. Herkes bıcır bıcır birbiriyle konuşuyor, öğretmen “Hadi” deyince ders başlayacak. Önümüzde kağıtlar, kalemler hazır. Tek fark, bu sefer bir mecburiyet yok. Herkes gerçekten burada olmak istediği için burada.
SPOT nedir?
SPOT’u Tansa Mermerci Ekşioğlu, Zeynep Öz ve Laura Carderera birlikte kurdu. Amaç, sanat eğitimi ve yapımına destek olmak. Sanat derslerinden elde ettikleri geliri, genç sanatçılara aktaracaklar. Biliyorsunuz, son zamanlarda Türkiye’de ve dünyada çağdaş sanata müthiş ilgi var. Tansa Mermerci Ekşioğlu aslında bir çağdaş sanat koleksiyoneri. Çağdaş sanat toplamaya başladıktan sonra bu alandaki eksikleri fark etmiş ve SPOT’un temelleri atılmış.
Mert İçgören’in fotoğraf sergisinden Doğuş Grubu’nun yeni yatırımlarına, Ora’da neler olduğundan Nişantaşı’nın kabusu Sess’e gündemimiz çok hareketli
40 yıl düşünsem fotoğrafımın bir otel lounge’unda sergileneceği aklıma gelmezdi. Bu da oldu. Şimdi W Lounge’da, barın tam karşısında duruyorum. Bir modellik yapmadığım kalmıştı! Peki nerden çıktı bu?
Fotoğraf Mert İçgören imzalı. Mert İçgören, İstanbul-Los Angeles hattında yaşayan bir reklam ve müzik video prodüktörü aslında. Fotoğrafla da uğraşıyor. Kendisi bu konuda konuşmasa da şarkılarıyla da tanınıyor. Hatta Mehmet Tez’den bile “Müziğe devam etmelisin”i duymuş nadir canlılardan. Benim tanıdığım en yaratıcı insanlardan biri, onun etrafında olunca siz de bir şeyler üretmek istiyorsunuz. Bana stüdyoda vokal yaptırmışlığı da, “Dur bir fotoğrafını çekeyim” demişliği de var. Hepsi doğal ortamdaydı, hepsinde çok eğlendik. Galeri sahibi Çağla Cabaoğlu da ondaki ışığı görmüş ve W Lounge’da Mert İçgören fotoğraflarını sergilemeye başlamış. Sergideki fotoğraflardan birkaç örnek paylaşıyorum sizinle. Gerisini de mutlaka görün.
NiŞANTAŞI’NDA SESS PANiĞi
Abdi İpekçi Caddesi’ndeki patlamayla başladı. Ses bombası olduğu
Swissotel’deki Amrita SPA’da spor ve masaj derken saatler geçirilebilir. Sonuç, çıktığınızda siz sinirleriniz alınmış gibi hissederken telefonunuz kırmızı alarm verebilir
Son birkaç gün migren ağrısıyla kıvranarak geçti. Karanlıkta yatmaktan, ilaç alıp oturmaktan sıkılınca kendime yürüme mesafesinde bir spor ve spa programı yaptım.
Yürürken bir kez daha gördüm bizde yaya işaretleri hiçbir işe yaramıyor, hiçbir araba yayaya yol vermiyor. Zaten bir de Cüneyt Özdemir’in söylediği gibi yürüyecek kaldırım yok. Ama neyse ki yol kısa.
Amrita SPA’da neler var?Nereye mi gittim?
Swissotel’deki Amrita SPA’ya. Daha yapılırken uzun uzun dinlemiştim Bülent Hoca’dan. Bülent Hoca, TED yıllarından benim çocukluğumu bilir. O zaman tenis hocamdı, şimdi Swissotel’in spor ve SPA’sının başında. Amrita SPA’yı uzun zamandır merak ediyordum.
Önce azimle spor salonuna girdim, “Kardiyo yapılacak” diye kendi kendimi zorladım. Siz koşu bandında ter dökerken önünüzdeki kapalı havuzda yüzenler ya da havuz başında gazetelerini okuyup keyif yapanlar da oluyor. Bu durumda daha fazla devam edemezdim. Hemen SPA’da boş yer olup olmadığını sordum,
şanslıydım kas gevşetici masajda buldum kendimi.
“Bu insanların hiçbiri sanat eserine bakmaktan keyif alıyor mu? Yoksa gösterişli müzayede salonlarında marka isimlerin çalışmalarını fahiş fiyatlara alıp evlerini, teknelerini dekore etmek ve bakın ne kadar zenginim demekten mi keyif alıyorlar?”
Reklamcılığı kadar sanat galerisi ve koleksiyonuyla da tanınan biri Charles Saatchi. Saatchi, İngiliz Guardian gazetesine günümüzün sanat dünyasını değerlendirmiş. Üç kelimeyle özetlemiş. ‘Vulgar’, ‘Eurotrashy ve ‘Masturbatory’. ‘Sanattan anlamayan ‘Eurotrash’ler bu adi işlerle kendi kendilerini tatmin ediyor’ demiş. İngiliz koleksiyoner, alıcıların ve galericilerin artık iyi sanatçıyı kötü sanatçıdan ayırt edemediklerini de söylemiş. “Sanat, Eurotrash ve oligarkların kendi kendilerini tatmin etmek için yaptıkları bir spor haline geldi. Venedik Bienali de bu insanların havalı partilerde sosyalleşmesi, bir partiden diğerine koşmasından ibaret” demiş. Sonra da “Bu insanların hiçbiri sanat eserine bakmaktan keyif alıyor mu?” diye sormuş. “Yoksa gösterişli müzayede salonlarında hemen farkedilebilen marka isimlerin çalışmalarını fahiş fiyatlara alıp evlerini, teknelerini dekore etmek ve bakın ne kadar zenginim demekten mi keyif alıyorlar?”
Esma Sultan Yalısı’nda gerçekleşen Elle Style Awards’dan bildiriyorum. İşte ödül töreni ve partide dikkat çekenler
Güzide Duran
* Burcu Esmersoy ve Cansel Elçin: Gecenin sunucuları için söylenebilecek tek kelime var, olmamış. Zorla komiklik yapmaya çalıştıkça daha da fena ve sıkıcı oldular. Burcu Esmersoy’un güzelliği bile durumu kurtarmaya yetmedi. Hadi espriler kötüydü, ama bari karşısındakini dövecek gibi konuşmasaydı. Cansel Elçin’e gelince, yeni imajıyla onu tanımakta zorlandım. Oyunculukta ne kadar iyiyse, sunuculukta da bir o kadar kötüydü.
* Nefise Karatay-Mert Aslan: Kırmızı halı röportajları için yetersiz kaldılar. Özellikle Nefise Karatay’ın markaları bilmeyip, başkalarını düzeltmeye çalışması olmadı.
* Tamer Yılmaz: Geçen sene de söylemiştim, bu yıl bir kez daha söylüyorum, ben Elle’cilerin yerinde olsam, töreni kesinlikle Tamer Yılmaz’ın sunmasını isterdim. Ancak bu kadar doğal, samimi ve tatlı olunabilir ve bu kadar güzel konuşulabilir. Jüri üyesi olmasına rağmen ‘En stil fotoğrafçı’ ödülünü kazanan eşi Ayten Yılmaz’a oy vermediğini açıkladı, “Benim oyum Sedef Delen’e” dedi.
* Ayten Yılmaz: En iyi ödül kabul konuşmasını yaptı. “Eyvah eyvah,
Haftanın en iyi etkinliklerinden biri Açık Kapı Sosyal Sorumluluk Derneği’nin Hasköy Yün İplik Fabrikası’ndaki yemeğiydi. Daha önce yardım baloları ve kermesler düzenleyen Açık Kapı Derneği ilk defa bir çağdaş sanat etkinliği düzenledi. Dernek üyelerinin konuşmalarına şahit oldum, “Balolara davetiye satmakta zorlanıyorduk, işin içine çağdaş sanat girince davetiyeler tükendi. Arayanlara kalmadı demek zorunda kaldık” diyorlardı. Çağdaş sanat her kapıyı açıyor artık.
Bazıları bunu Contemporary İstanbul’un hemen sonrasında olmasına bağladı. Oysa bence Contemporary İstanbul’dan sonra olması bir şanssızlıktı. Eserleri seçen jüri Saatchi Galeri Direktörü Philly Adams, Küratör Prof. Dr. Ali Akay, White Cube Galeri Direktörü Tim Marlow, Küratör ve tasarımcı Başak Şenova ve Palais de Tokyo Direktörü Marc-Olivier Wahler gibi değerli isimlerden oluşuyordu. Ama Contemporary İstanbul kadar etkileyici bir fuardan sonra buradaki eserler ve sergi ne yazık ki aynı tadı vermedi. Organizasyon başarılıydı. The Sovereign yemek sırasında bir müzayede gerçekleşti. Türk sanatçılar Evren Karayelo Gökkaya, Burak Delier, Cevdet Erek, Deniz Üster ve Genco Gülan’ın eserleri daha çok ilgi gördü. Art
İki gündür güldüğüm kadar uzun zamandır gülmemiştim. Pazar günü Maslak TİM’de Cem Yılmaz’ı izledim, pazartesi günüyse Egemen Bağış’tan ‘Leonardo da Vinci’ esprisi geldi
Tek başına sahneye çıkıyor. Daha ağzını açtığı anda gülmeye başlıyorsunuz. Katıla katıla. Ne kadar önyargılı da olsanız, “Gülmeyeceğim” diye kendinizi tutsanız ya da korkunç bir gün de geçirmiş olsanız fark etmiyor. Karşınızda o varsa gülmekten karnınıza kramplar giriyor. Evet, Cem Yılmaz’dan bahsediyorum.
Onu sahnede izlerken, iki saat boyunca ne dert kalıyor, ne endişe. Hiçbir şey düşünmeden sadece gülüyorsunuz ve tabii ona bir kez daha hayran kalıyorsunuz. Hatta o kadar çok gülüyorsunuz ki, alkışlayacak bile hal kalmıyor. Herhalde seyirciyi bu kadar mutlu edip bu kadar az alkış alan başka kimse yoktur dünyada. Çünkü herkes yerlerde, kimse alkışlayıp onu bölmek istemiyor. Zaten alkışlayacak olursanız hemen Michael Jackson’a bağlıyor, bir ‘moonwalk’ yapıyor, ağzınız yine açık kalıyor. Olağanüstü yetenekli ve zeki.
Bir espriden diğerine öyle bir hızla geçiyor ki takip etmekte zorlanıyorsunuz. Canlı yayındaki telefon bağlatıları gibi birkaç saniye geriden geliyorsunuz. Çok yerinde tespitlerle bizi bize