Caddelerin, kapı numaralarının, hatta semt okullarının bile isimleri hızla değişiyor. Acaba yıllardır oturduğumuz evlerin doğru adresini kaçımız biliyoruz?
Adresi veriyorum, X Caddesi, No: X Daire:20, X İlkokulu’nun karşısı. Evet, doğru tahmin, X bir bilinmeyen. Denkleme göre değişebilir. Oysa etkisiz eleman gibi görülüyor. Bilen biliyor, ama anlatmak giderek zorlaşıyor.
‘Öyle bir okul yok’
Tarifi verdiğim kişi yaklaşınca arıyor, “X İlkokulu diye bir okul yok.”
“Olur mu canım, yılların okulu, kimler kimler geçti o sıralardan?” diyecek oluyorum, lafı ağzıma tıkıyor. “Öyle bir okul yok işte. Hangi caddeydi, onu söyle?”
Caddeyi tarif ediyorum, bakıyorum isimlerle numaralarla olmuyor bu iş. Mağazalarla anlatmak zorunda kalıyorum. Bakınız ABD’de insanların alışverişte öncelik elde etmek için başkalarına biber gazı sıktığı bir dönemde yaşıyoruz. Kabul etsek de etmesek de alışveriş şehir insanının hayatında önemli. Tamam, mekanlar ve dükkanlar da değişiyor. Ama bir de demirbaş kalan mağazalar oluyor. Onlara göre tarif ediyorum. Karşıdan gelen cevap, “Bu numarada böyle bir daire yok.”
Kime, hangi numara verilecek?
Nişantaşı’nda kafelerin sayısı ne kadar hızla artıyorsa geceleri gidecek restoran-bar sayısı da hızla azalıyor. Önceki gece açılan PiPa bu soruna ilaç gibi geldi
“Nişantaşı’nda akşam nereye yemeğe gitsek?” eskiden daha çok cevabı olan bir soruydu. Şimdi Barlar Sokağı mekanları dışında şöyle gidip de ister barda ister yemekte rahat rahat oturup birkaç tanıdık yüz göreceğiniz bir yer kalmamıştı. Herkes ister istemez Delicatessen’e gidiyordu.
İstanbul Daily Secret’a özel indirim
Önceki akşam Nişantaşı’nda beklenmedik bir açılış vardı. Süleyman Nazif Sokak’ta (Yekta’nın sokağı oluyor) PiPa açıldı. PiPa denince akla artık Pippa Middleton değil, ‘pizza’ ve ‘pasta’ gelecek. Açılışı önce Esra Türker’den duydum, sonra Laura Wells ve Özlem Uçkan Yürür ve Reşat Eral’ın kurduğu İstanbul Daily Secret’tan bilgiler geldi. Aralık ayı sonuna kadar İstanbul Daily Secret üyelerine özel yüzde 20 indirim var.
Mahmut Anlar imzalı
Bu sokakta böyle bir mekan beklemiyor insan. Dışarıdan içerinin nasıl olacağına dair en ufak bir fikriniz yok. PiPa, Corridor ve Den’in kurucularının da ortak olduğu bir mekan. Uzun bir koridor, açık mutfak derken asıl alana geliyorsunuz. Ortada bar,
İki gündür Contemporary İstanbul’dayım, yetmedi! Daha en az iki gün daha lazım bana, merak ettiklerimin tamamını görebilmek için
İlk ve tek çağdaş sanat fuarımız Contemporary İstanbul, bu yıl altıncı yılını kutluyor. İlk defa bu kadar büyük bir alanda, ilk defa bu kadar çok yabancı galeriyle birlikte. Üstelik ilk defa iFest’le iPad’de... Fuarın resmi dergisi ICE da başarılı.
Bu yıl Art Basel’den Frieze’e önemli çağdaş sanat fuarlarını gezmiş biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki Contemporary İstanbul artık onlarla yarışabilecek kıvama geldi. Yurt dışındaki önemli fuarlardan hiçbir eksiği kalmadı. İşte o yüzden böyle bir fırsat ayağınıza gelmişken üşenmeyin, ertelemeyin ve bugün ya da yarın mutlaka Lütfi Kırdar’a koşun. Hatta zamanınız varsa hafta sonunun tamamını burada geçirebilirsiniz.
80 milyon TL değerinde eser var
Açılış her zamanki gibi çok kalabalıktı. Kuru kalabalık da vardı, koleksiyonerler de, cemiyet hayatından isimler de... Fuar gezmeye değil boy göstermeye gelen şıkır şıkır kadınlar bu sene azınlıktaydı. Artık herkes Contemporary İstanbul’u anlamış durumda. Galeri sahiplerine göre bu yıl stant gezmeyen büyük koleksiyonerler bile standları gezmiş.
Türk markaları son hızla Londra’da şube açmaya devam ediyor. Bu hafta Kahve Dünyası ve Lokum İstanbul açıldı. İkisinin de yerleri de ürünleri de çok başarılı. Ah bir de şu son dakikacılığımız olmasa...
Londra’ya bu hafta Türkler çıkarma yapıyor. Sadece Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve heyetinin Londra’da olduğunu sanıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz demektir. Bakın hangi Türk markaları aynı hafta Londra’da mağaza açtı? Türk lokumu bir anda nasıl Londra’nın baş köşelerine oturdu?
Kahve Dünyası
Kahve Dünyası’nın tam sayfa ilanlarını görmüşsünüzdür. Londra’nın göbeğinde Piccadilly’de dev bir mekan açtı. Le Meridien otelin tam karşısında, birçok kahve zincirinin yakınında. Açılışını heyecanla bekliyordum. Duyar duymaz, hazır Londra’dayken koştum gittim. “Yılbaşına kadar Türk kahvesi ve Türk lokumu ikramı var” denmesinin de tabii etkili olduğunu belirtmeden geçemem. Lokum değil de Türk kahvesi seyahatlerde de aranıyor, özleniyor işte. Bir de Londra’da yaşayan Türk arkadaşlarıma kahve ve lokum almak üzere Piccadilly’deki Kahve Dünyası’nın içine girdim. Bir de ne göreyim? Hani “Kahve Dünyası Türkçe ismi ve tabelesıyla nasıl iş yapar Londra’da” deniliyordu ya, görseniz
Son zamanlarda Hollywood filmlerine set oluyor. Vakko, MAC, Silk&Cashmere gibi markalar burada dükkan açıyor. Ama Kapalıçarşı’nın asıl albenisi hiç değişmiyor. Güleryüzlü esnafla Türk kahvesi eşliğinde sohbetin yerini hiçbir şey tutmuyor
İnsan Türk kahvesinden overdose olur mu hiç? Oldum. Çarpıntıdan kıvranıyorum. Bir günde bu kadar çok çay-kahve içersen olacağı budur işte. Ee peki ben durup dururken mi o kadar çay-kahveye vurdum kendimi? Tabii ki hayır. Beni Kapalıçarşı bu hale getirdi.
Yalnız beni mi? Biliyorsunuz Hollywood Eminönü’ne indi. Ben Affleck bayram boyunca Kapalıçarşı’yı kapattı. Vakko ve MAC’ten sonra Silk&Cashmere de Kapalıçarşı’da dükkan açtı. Uzun bir aradan sonra neler kaçırdığımı görmeye gittim. Şimdi kanepede kıvranıyorum çarpıntıdan. Ama değmez mi? Kesinlikle değer!
Başlangıç noktası Nuruosmaniye
Favorim Nuruosmaniye kapısı. Buradan içeri girip sonra ara sokaklarda kaybolarak dolaşmayı seviyorum. En çok incileri görünce kendimi kaybediyorum. Sıra sıra barok incileri takıp takıp aynaya bakıyorum. Bu arada Cümbüş diye bir dükkandayız. Esnaf o kadar güleryüzlü ki aynı dükkanda önce bir az şekerli Türk kahvesi, üzerine de bir demli çay içiyoruz.
Büyük konuşmayacaksın. Büyük konuşunca dediklerini yutmak zorunda kalıyorsun. Daha Edition Otel ve tabii içindeki Cipriani ve Billionaire Club açılmadan diyordum, gece eğlenmeye kim gider Levent’e? Pekala herkes gidiyor
Beyoğlu ya da Boğaz hattı dururken Levent sapaydı. Gece güzergahında yeri yoktu. Cipriani’ye yoksa yazık mı olacaktı?
Derken Cipriani açıldı. Herkes bir heyecan koştu. İlk heves, çabuk geçer sandım. Bir Papermoon olamaz dedim. Klasikler arasına girmek kolay mı bu şehirde? Biz Hakkasan’ı bile harcamadık mı? Tamam, Venedik, New York ve Londra’daki Ciprianilerden bir eksiği yok İstanbul Cipriani’nin de. Sade bir dekoru var, mönüsü ve daha da önemlisi bir Cipriani klasiği olan carpaccio ve bellini’si aynı. Cipriani’nin yemekleri evet başarılı ama iyi bir İtalyan restoranı kadar. Öyle kendinizi kaybettirecek müthiş bir lezzet durumu yok. Ama Cipriani yemeğinden çok popüler bir mekan olmasıyla ünlü. Dünyanın neresinde Cipriani’ye giderseniz gidin ünlü simalarla karşılaşırsınız. İstanbul şubesinde de cuma akşamı Ender Mermerci’den Hande Ataizi’ne tanıdık simalar vardı. Ünlü isimlerin burayı tercih etmesinin nedeni de belli, Cipriani’nin bellinileri kadar
Haftanın en eğlenceli konusu modaydı. Önce Nine West’in kreatif direktörü Fred Allard’la tanıştım, sonra ‘Ajda Pekkan for Twist’ koleksiyonu şerefine Ajda Pekkan’la yemek yedim, sonra da H&M for Versace çılgınlığına şahit oldum
Sabahın erken saatlerinde Ayaz-ağa’daki Park Bravo merkezindeyim. İçerisi moda editörleriyle dolu. Genelde böyle durumlarda önce herkes birbirinin kıyafetini süzer ama bu sefer öyle olmuyor. Çünkü kimse Nine West’in renkli koleksiyonundan gözlerini alamıyor. Birçok pahalı markanın ürünlerinin benzeri var Nine West’te, hem kalıpları rahat hem de diğer markaların kaçta biri fiyatına.
Önce Isabel Marant’ın yaptığı spor ayakkabıların benzerlerine kilitleniyorum. Bunların özelliği dışarıdan sıradan bir spor ayakkabı gibi gözükse de içinde bir dolgu topuk var. Ayakkabıyı giydiğinizde kendinizi birden selvi boylu hissediyorsunuz. Isabel Marant tek bir model yapmıştı, üstelik çok da kaba görünümlüydü. Nine West’te ise çeşit çok, görüntü de daha iyi. Satışa çıkmalarını heyecanla bekliyorum. Bir de Miu Miu’nun pırıltılılarını andıran ve bana Erdem’in çiçek desenlerini hatırlatan çiçek baskılı ayakkabılar var. Onlarda da aklım kaldı.
Nine West’in kreatif
Kendime hızlandırılmış bir TV kursu verdim. Aklınıza gelebilecek bütün dizileri ve yarışmaları tek tek izledim. Sakız gibi uzayan özetleri ve reklam sonrası tekrarları da...
Son bir haftada bütün TV dizilerini izledim, konulara vakıf oldum. TV kanalları sağolsun, epey yardımcı oldu. Reklamlar araya girince daha önce izlediklerini nasılsa unutmuştur, “Zaten bunu izleyende kafa yoktur” diyerek başa sarıp durdular. Aynı şeyleri tekrar tekrar izleyince konuya hakim olmak da kolaylaşıyor tabii.
Abartma yok. Aklınıza gelecek bütün dizileri izledim. Ne ‘Kuzey Güney’, ne ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’, ne ‘İffet’, ne ‘Adını Feriha Koydum’, ne ‘Muhteşem Yüzyıl, ne ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’, ne ‘Umutsuz Ev Kadınları’ eksik kaldı.
Konular çoğunlukla aynı. Hepsini aynı zamanda izleyince dizileri ister istemez birbirine karıştırmaya da başladım. Her dizide bir fakir kız zengin erkek aşkı ya da tam tersi söz konusu, neredeyse her dizide tecavüze uğrayan bir kadın var ve yine neredeyse her dizide kaybettiği çocuğuna ya da kardeşine kavuşan birileri.
Hızımı alamadım, yayından kaldırılanların finallerini bile izledim. Gül Oğuz’un yönettiği ‘Bir Günah Gibi’ye yazık oldu konuşmalarına katıldım.