Güney Afrika’dan ilk izlenim

26 Haziran 2010

Otelimizin bulunduğu Melrose Arch, Avrupa şehirlerindeki ‘hip’ mahalleleri andırıyor.Dünya Kupası için Johannesburg’dayım. Futboldan anlamam. Maçlar bahane, benim için amaç şehri gezmek. İşte en baştan başlıyoruz

Güney Afrika’ya gittiğimi duyan herkesten farklı yorum geldi. Özellikle yakın çevremdeki erkekler duruma bozuldu. Onlar dururken Dünya Kupası’nda benim ne işim varmış? Çok haksız da sayılmazlar. Futboldan anlamam. Ama konu seyahat olunca iş değişir. Her an her yere en pratik şekilde gitmeye hazırım.
‘İstikamet Johannesburg’ deyince herkes önce “Eyvah!” dedi. “En tehlikeli şehir, aman sakın tek başına sokağa çıkma” gibi anlamsız tepkiler geldi. Ben İstanbul’da hayatta kalmayı başarabilmiş biri olarak Johannesburg’dan korkmuyorum. Üstelik Dünya Kupası’nın sponsoru Emirates’in davetlisi olarak gidiyorum. Herhalde beni kurda kuşa yem etmezler. Üç Türk gazetecinin Zanzibar’da başına gelenleri de takip etmedim sanmayın.
Güney Afrika seyahati ile ilgili en güzel yorum beş yaşındaki yeğenim Sinan’dan geliyor: “Oraya kadar gitmişken bari Madagaskar’a da git.” Coğrafya bilgisini bir kenara bırakın, psikolojiden de anlıyor sanırım. Beni bir tek o çözmüş. Çocuk

Yazının Devamı

Pasaportun varsa hakkını vereceksin!

23 Haziran 2010

Yaşasın, pasaport harçları yarı yarıya indi! İyi de geçen hafta yeni pasaport alan ya da süresini uzatanların suçu neydi?
Dün bir arkadaşım tesadüfen denemiş, geçen hafta ödediği paranın yarısını geri alabilir mi diye. Gayet klasik bir cevap almış. “Tabii, ama dört ayrı devlet dairesine tek tek gidip başvurmanız gerekiyor.” Artık bu cevabı veren memurun da sinirleri bozulmuş, dalga mı geçiyor, yoksa ciddi mi bilemiyorum. Ama ikisi de yeterince sinir bozucu.
Madem harçlar yarı yarıya inecek, neden yeni pasaport uygulamasıyla birlikte başlamadı? Anlamak mümkün değil. Her karardan sonra bir geri adım atma durumu söz konusu. Bkz. sigara yasağı. Danıştay’ın Anayasa Mahkemesi’ne müracaatı sonrası bakalım neler olacak? Umarım bu kez geri adım atılmaz.



Konuyu dağıtmayalım, pasaportlara dönelim. İşin komiği yarı yarıya bir indirim olmasına rağmen bizim pasaportlar hâlâ pahalı. Bir de sanırsınız ki iş pasaportu almakla bitiyor. Ne yazık ki neredeyse her ülke için vize almamız gerekiyor. Vizelere giden para da pasaport harcına yakın.

Yazının Devamı

İŞTE YAZIN ALBÜMÜ!

19 Haziran 2010

İlk albümü ‘130 bpm’i Ozan Doğulu’yla birlikte Arnavutköy’deki Doğulu Productions’da yanar döner ışıklar arasında dinliyorum. Şarkıları dinleyince anlayacaksınız, bu başlık boşuna atılmadı!

Tartışma kabul etmiyorum. Bu yaz başka Türkçe albüm tanımıyorum. Bu kadar iddialı konuşmamın nedeni de basit. Diğer albümlerde 1 - 2 şarkıyı seviyorsunuz, gerisi bir an önce bitsin diye dinliyorsunuz ya da sevdiğiniz şarkıları iPod’unuza indirip gerisini hiç dinlemiyorsunuz bile. Oysa bu albümde hep sevdiğimiz şarkıların yeni versiyonları var, hem de bu şarkıları Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Tarkan, Kenan Doğulu ve Sıla gibi sevdiğimiz isimler söylüyor.
Ozan Doğulu’nun ilk albümü ‘130 bpm’den bahsediyorum. Bütün şarkıları Ozan Doğulu’yla birlikte Arnavutköy’deki Doğulu Productions’da dinledim. Ozan heyecandan kıpır kıpırdı, yerinde duramadı. Albüm Sezen Aksu’nun söylediği ‘Kaybolan Yıllar’la başladı, Kenan Doğulu’nun söylediği ‘Öp’ ile bitti.

Çağan Irmak’ın ve Tarkan’ın özel isteği
Ozan şarkıları nasıl seçtiklerini anlattı. Örneğin Kenan’ın seslendirdiği ‘Bunlar da Geçer’i 1976’da Füsun Önal söylemiş.
Bir gün Çağan Irmak’ın evinde otururken eski Türk pop şarkılarına meraklı yönetmen ‘Bu

Yazının Devamı

Genç tasarımcılara bir haller oldu!

16 Haziran 2010

Biri artık gerçeği söylemeli. Körler sağırlar birbirini ağırlar dönemi artık bitmeli. Genç moda tasarımcılarımızı en başından beri destekliyoruz. Galatamoda’yı ilk gününden beri takip ediyorum. Ama ilk günle bugün arasında hiçbir ilerleme göremiyorum. Aynı tasarımlar ısıtılıp ısıtılıp önümüze getiriliyor, TV dizileriyle gelen şöhret sonucu fiyatlar giderek yükseliyor, esinlenmelerin dozu kaçıyor.
Bütün bunlara rağmen hala içimde bir ümitle her açılan Galatamoda’ya koşuyorum. Galatamoda geçen hafta sonu Bebek Şenliği’ndeydi. Tam bir hayal kırıklığıydı. Neden mi? Çünkü umut vadeden genç moda tasarımcılarımız kendilerini tekrarlıyor. Başta tarzına bayıldığım Zeynep Tosun’un elbiseleri hep aynı. Yine çok sevdiğim Aida Pekin’in takıları da yıllardır değişmiyor. Sadece Zeynep Tosun ya da Aida Pekin için geçerli değil söylediklerim. Bazı tasarımlarını çok beğendiğim Özgür Masur bile Issey Miyake’nin Pleats Please’ini andıran kıyafetleriyle hayalkırıklığı yaşatıyor.
Genç moda tasarımcılarımızın çoğu bir şeyi tutturduk diye aynı şeyle devam etmeye çalışıyor. Biraz da nasılsa kimse fark etmez havasındalar ama artık herkes bütün yenilikleri takip ediyor ve aslında her şeyin farkında.

Yazının Devamı

Aysun’la Türkbükü’nü teftişe çıktık

12 Haziran 2010

Geçen cumartesi gecesi Reina’da sağanak yağmura tutulmuş biri olarak pazar sabahı ilk uçakla Bodrum’a geldim ve sezonu açtım

Yanımda bir Brezilyalı model, 18’lik güzel bir çıtır ve Aysun Kayacı var. E, tahmin edersiniz ki ortalama bir Türk kadını olarak bu kadar güzelin arasında olmak, özellikle de bikini giymek çok kolay bir şey değil. Ciddi bir özgüven sınavından geçiyorum. Neyse ki tatil arkadaşım Aysun bana hem moral hem de güzellik tüyoları veriyor.

Sezon daha açılmadı
Kim “Bodrum sezonu açıldı” diyorsa bilin ki doğruyu söylemiyor. Sezon daha açılmadığı için şu anda Türkbükü en güzel zamanını yaşıyor. Okullar kapanana kadar da böyle devam eder. Tek sıkıntı hala inşaatların ve tadilatların sürmesi. Aysun’la birlikte Türkbükü’nde alışverişe çıkıyoruz. İncik-boncuk, bikiniler derken kendini kaybetme durumu söz konusu oluyor. Arada Hoca’nın Yeri’nde bir mantı molası veriyoruz. Evet, Aysun mantı yiyor! Yanımıza kendisini medyum olarak tanıtan biri geliyor, Aysun’a fal bakmak istiyor. Aysun kibarca reddediyor ama fotoğraf isteğini kırmıyor, ertesi gün bazı gazetelerde falında ne çıktığına kadar absürt ayrıntıları görüyoruz.

Maça Kızı’nda sandoz içilir
Akşam sahilde

Yazının Devamı

Şehirde neler oluyor?

9 Haziran 2010

'BODY WORLDS':
Gördüğüm en etkileyici sergiydi. Dünyanın öbür ucunda San Juan, Puerto Rico’da karşıma çıktığında çok şaşırmış, ‘Buraya bile geliyor da İstanbul’a ne zaman gelecek?’ demiştim. Bunu derken çok da umutlu değildim ama yanıldım, mutluyum. ‘Body Worlds’, Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında nihayet 11 Haziran’da İstanbul’da.
Bu sergide gerçek insan vücutlarını en ince ayrıntısına kadar görüyorsunuz. Sigara içen birinin akciğeriyle sigara içmeyen birinin akciğeri arasındaki dağ gibi fark ürkütüyor. Ama asıl ürkütücü olan ceninlerin olduğu bölüm. Bu bölüme girerken herkesi uyarıyorlar, ‘Bunu görmeye hazır mısınız?’ diye. Bazıları sadece bu bölümü atlıyor, bazıları bu bölüme bile gelmeden pes ediyor. Ama siz ne yapın edin bu ayağınıza kadar gelen sergiyi gezin. Nerede mi? Karaköy Antrepo No: 3’te.

BEBEK ŞENLİĞİ:
Artık gelenekselleşti. 11-13 Haziran’da Bebek Parkı ve etrafında. Müzikler Dinamo 103.8 DJ’lerinden. Balamir Nazlıca’nın grubu Soaked’un cuma akşamki konserini kaçırmamanızı öneririm. Ayrıca Galatamoda tezgahları ve Bebek Gurme Pazarı da Bebek Şenliği’ni kaçırmamanız için önemli birer neden.

ORGANİKANYON:

Yazının Devamı

Göcek - Simi hattında neler oluyor?

5 Haziran 2010

Londra’dan Dalaman’a uçtum, Göcek’ten Simi’ye geçtim. Simi’de eğlenmek isteyenlerin adresi belli, Manos. Türkler ona bayılıyor, o da bize. İşte Manos’ta tabakların kırıldığı geceden geriye kalanlar

Londra’dan Easyjet’le sabahın köründe kendimi Dalaman’a attım. Easyjet’te koltuk numaranız yok. Önce gelen istediği yere oturuyor. Yiyecek, içecek, bagaj paralı. Hatta tuvaletin de paralı olabileceği konuşuluyor. Ama yine de Londra’dan hem Gatwick hem de Stansted’ten aynı saatlerde Dalaman’a uçak olması ve uçakların da dolu olması turizm açısından sevindirici.
Dalaman’a inip Göcek’e geçiyorum. Göcek’te program belli, önce Swissotel’in plajında yemek, sonra da koylara açılma. Koylarda tek tük salaş balıkçılar var. Yemekler kötü, fiyatlar pahalı, etraf pis, hatta daha sezon yeni açılmasına rağmen şöyle tertemiz bir deniz de ne yazık ki yok. Göcek’ten uzaklaşınca arada Bozburun’daki Orfoz ya da Ekincik My Marina gibi istisnalar da var ama.

Simi’ye gelenin adresi belli
Sabah Simi’ye doğru yola çıkıyoruz. Yunan adalarından tek görmediğim Simi kalmış. Hiç ümitli değilim. ‘Bizim koylar dururken ne işimiz var Simi’de?’ diye söyleniyorum. Ama Simi ufukta gözükünce bütün hislerim

Yazının Devamı

SEX AND THE CITY ORTA DOĞU’YU AŞAĞILAMIYOR

2 Haziran 2010

Uçaktan iner inmez ayağımın tozuyla kendimi Warner Bros’un Yıldız’daki özel salonunda buldum. Ve 2.5 saatlik film başladı.
Film, Türkiye’de daha vizyona girmeden yerden yere vurulmaya başlandı. Hatta acımasızca eleştirenlerin kaçı filmi izledi, bilmiyoruz bile. İzlemeden, sırf yurtdışındaki eleştirileri okuyup yalan yanlış bilgilerle film hakkında fikir yürütmeye ne gerek var? ‘Sex and the City 2’ sonuçta bir sanat filmi değil. Senelerce hala diziyi tekrar tekrar izleyebiliyorsak demek ki bize bizden bir şeyler anlatıyor. Filmde de aynı hisler içindeyim. Carrie ve Big’in inanılmaz aşkının evlilikle ne kadar monoton bir hale geldiğinden tutun da Charlotte’un hep sütyensiz gezen, seksi çocuk dadısını nasıl kıskandığına kadar bir sürü gerçek var. Bir de ilk filme göre çok daha yerinde espriler patlatılıyor.
Kıyafetlere gelince. Evet, bazıları gerçekten olmamış. Özellikle çöl sahnesindekiler ve Abu Dabi’dekiler çok abartılı. Ama ‘Sex and the City’ kızları dizide de aynı abartılı kıyafetleri giyiyordu. New York sokaklarında hiç öyle giyinenlere rastlamadım ama eminim ki öyle giyinen olsa da kimse dönüp bakmazdı.
Kıyafetler ve aksesuarlar ‘Sex and the City’nin çok önemli bir

Yazının Devamı