İki buçuk saatlik sahne performansıyla coşturan Black Eyed Peas grubu ünlü oyuncu Tom Cruise’la düet yaptı.İstanbul en hareketli gecelerini yaşıyor, ben Londra’da Fergie & Black Eyed Peas konserindeyim. Aklım İstanbul’da ama yanımda Fergie, karşımda Tom Cruise. E, daha ne isterim?
İstanbul en hareketli haftalarından birini yaşıyor. Bir yanda Karolina Kurkova’lı davetler, bir yanda Selim Hamamcıoğlu’nun bu gece Kız Kulesi’ndeki efsane Formula 1 partisi derken her gece kaçırmak istemeyeceğim üç-beş etkinlik var. Hiçbirine gitmedim. Çünkü Londra’dayım, hem de ünlü bir isimle tanışmak için. Avon Fergie’nin imzasını taşıyan ‘Outspoken’ adlı yeni bir parfüm piyasaya çıkardı. Tanıtım için Fergie Türkiye’ye turnesi nedeniyle gelemedi, o gelemeyince biz gidelim dedik. Ve işte Londra’daki O2’dayım.
Fergie Nilüfer’e benziyor
Fergie’ye karşı hiç bir hayranlığım yok. Hatta Black Eyed Peas bana çok daha enteresan geliyor diye düşünürken Fergie yanıma geliyor.
Fergie, Nilüfer gibi hanım hanımcık bir kadın. Tokalaşırken elinizi hafif sıkmıyor, güçlü bir el sıkışı var. Adınızı öğrenmek için çaba sarfediyor. Fotoğraf çektirirken de son derece samimi ama hanım hanımcık halini
Geçen hafta Münferit’teydim. Açılış telaşı geçtikten sonra gitmeyi özellikle istedim. Çünkü uzaktan da olsa Münferit’in sahibi Ferit Sarper’in nasıl bir heyecan ve titizlikle hazırlandığını takip ediyordum. Arada aksaklıklar oldu. Münferit’in daha açılamadan yeri değişti. Şimdi Galatasaray’da Yeniçarşı Caddesi’nde, Tünel Residence’ın altında.
Ferit Sarper ‘modern meyhane’ diyor ama bence Münferit’e haksızlık ediyor. Çünkü bizde meyhane denince akla gelen Refik ya da Yakup’la karşılaştırma kabul edecek bir yer değil burası.
Mezeler inanılmaz. Naneli favadan ördekten yapılmış Çerkez tavuğuna her şey çok lezzetli. Sıcaklardan tahin soslu tekir ve bebek ahtapotu denemeden olmaz. Sizi baştan uyarayım, masada çok tehlikeli bir şey var. Ferit Sarper’in Akhisar’dan getirttiği köy ekmeğinden ve yanındaki ançuezli tereyağından mümkün olduğunca uzak durmaya çalışın. Yoksa gecenin sonunda kaç dilim kızarmış ekmek yediğinizi hesaplamakta güçlük çekebilirsiniz. Ben çareyi ‘Lütfen ekmekleri masamızdan alın’ demekte buluyorum. Bu arada mezelerle o kadar doyuyorum ki ana yemeğe yer kalmıyor. Halbuki deniz mahsullü makarna aklımda kalıyor. Bir dahaki sefere artık diyorum. Ana yemeklerde bir
İstanbul'un en yeni fine-dining restoranı Mimolett'in şefi Murat Bozok ailesinden gizli başladığı aşçılık serüvenine bir gün Michelin yıldızı alma hayaliyle devam ediyor. Yerli şaraplarla hazırladığı tadım mönüsünü test ettim
Şarap-yemek uyumu: MImolett
Dün akşam Mey’in CEO’su Galip Yorgancıoğlu ile birlikte Taksim’de Kayra Şarap Akademisi’nin altındaki Mimolett’te yemekteydik. Kayra Vintage Dining Room’un açılışını yaptık. 10 kişilik özel bir yemek odasında şef Murat Bozok ve Kayra şaraplarının önoloğu Daniel O’Donell’ın birlikte hazırladığı tadım mönüsünü test ettik, onayladık.
“Aşçı olduğumu uzun süre sakladım!”
Şef Murat Bozok işletme okuduktan sonra ABD’de Johnson&Wales’de aşçılık eğitimi almış. Aşçı olacağını uzun süre ailesinden saklamış. ‘Restoran yöneticiliği okuyorum’ demiş. Şef olacağına tekstilci olan ailesini ikna etmesi kolay olmamış. Kendisi bu kararından dolayı çok çektiği için ‘Ben çektim, başkaları çekmesin’ diye bir blog da açmış. Murat Bozok, Mehmet Gürs ve Umut Özkanca’dan sonra yeni restoran sahibi şefimiz. Kayra’nın özel yemek odasına dönelim. Hemen bir parantez açalım, özel terası da var. Sigara içmek isteyenler hiç zahmetsiz terasa çıkabiliyor.
7
Woody Allen, Penelope Cruz-Javier Bardem, Benicio Del Toro, Alain Delon... Bütün film yıldızları Cannes’da. Bir de ben! İyi ama benim Cannes Film Festivali’nde ne işim var? Acemi bir festivalci nelere takılır, nelerden etkilenir? Buyrunuz...
Cannes’da kırmızı halı telaşı sokaklarda başlıyor. Mağazalara bile kırmızı halıdan geçerek giriyorsunuz. Yolunuzu fotoğrafçılar kesiyor, bol bol resminizi çekip sizi havaya sokuyorlar. Sonra da fotoğraf başına 100 Euro istiyorlar. Kendini star gibi hissetmek isteyenlerin hoşuna gidebilir.
Penelope ve Javier ile aynı oteldeyiz!
Martinez otelde kalıyoruz. Eva Longoria, Woody Allen, Alain Delon bizden önce burdaymış. Şimdi de ülkemizi kaçarak terk eden Meg Ryan, Ürdün eski kraliçesi Nur, Benicio Del Toro ve Lost’un her şeyin bir rüya olabileceğini açıklayan yıldızı Evangeline Lilly (Kate) otelde kalıyor. Herkesin merakla beklediği ise Penelope Cruz-Javier Bardem çifti. Otele cumartesi günü giriş yapmışlar ama daha onlara rastlayan olmadı.
Otelin önünde ellerinde fotoğraf makineleriyle bekleyen hayranlar ve tabii paparazziler var. Ünlü biri çıkarsa çığlıklar atılıyor, kıyamet kopuyor. Müşteriler hariç kimse güvenlikten geçemiyor.
Martin
Bu hafta isimlerle boğuşarak geçiyor. İçerikle ilgilenen yok. Sokakların isimlerinin değiştirilmesine alıştık. Peki, basketbol takımı Efes Pilsen’in durumu ne olacak?
Kendimi bildim bileli bildiğim bir sokağı anlatmaya çalışıyorum. Arkadaşım inatla başka bir isim söylüyor, ben başka bir isimde iddialıyım. Tarif etmeye kalkınca bakıyoruz ikimiz de aynı yerden bahsediyoruz. Sürekli sokak isimlerinin değişmesine alışığız, ama yine de kabullenmekte zorlanıyoruz. Artık sokak isimlerinden bile karşınızdakinin yaşını tahmin edebilirsiniz. Botoks motoks nafile. Sonunda bu duruma da geldik işte.
Bu hafta isimlerle boğuşmakla geçiyor. Taksim Meydanı 1 Mayıs Meydanı olsun mu? Efes Pilsen Spor Kulübü’nün adı değişecek mi, yoksa spor kulübü kapatılacak mı? Bir de basketbolda ‘bayanlar ligi’ yerine ‘kadınlar ligi’ denilir mi?
Biz isimlerle uğraşırken içerikle ilgilenen yok tabii. Taksim Meydanı’nda olanlarla ilgileneceğimize, ismiyle ilgilenmek daha kolayımıza geliyor. İsteyen Taksim Meydanı desin, isteyen 1 Mayıs Meydanı. Bu saatten sonra ne fark edecek? İsim değişse bile herkes bildiğini söylemeye devam edecek. 1 Mayıs adıyla meseleler hallolmayacak.
Bu arada bir not düşelim, Milliyet
Memleketi birkaç gün boş bırakmaya gelmiyor. Sürekli gündem değişiyor, heyecanlı bir şeyler oluyor. Ama nedense artık hiçbir şey hiçbirimizi şaşırtmıyor. Ne ortaya atılan kasetler, ne telefon konuşmaları...
Tiyatro Festivali pazartesi akşamı başladı. İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı açılışta AKM’nin durumu ile ilgili üzüntüsünü dile getirdi. Herkes üzgün ama ne yazık ki ortada yapılan bir şey yok. Sürekli bir sürüncemede kalma hali. Neyse ki festival İKSV binasındaki Salon’da, Serra Yılmaz, Murat Daltaban ve Hakan Günday’ın DJ’lik yaptığı partiyle biraz da olsa neşelendi. Şimdi hemen adresinden programa bakın ve biletlerinizi alın. Unutmayın, festival 10 Haziran’a kadar devam edecek.
İKSV demişken, Şişhane’deki yeni binasındaki X Restaurant’ın terası, Nuteras’ı bile gölgede bırakacak demiştim kışın. İşte şimdi göreceğiz, X teras bakalım bu yaza damgasını vuracak mı...
Pazartesi akşamı bir başka teras daha açıldı. Kanyon’daki Wan-na artık açık havaya çıktı. Yazın hep Boğaz’da olmak isteyen bünyeler kışın popüler mekanı Wan-na’ya ne kadar gidecek göreceğiz.
Anneler gününü geçirmek için annem ve ablamla gittiğimiz Paris sokaklarında sürekli Türkçe konuşmalar duyuyoruz. Hatta tanıdıklarla karşıla-şıyoruz. Sanki Nişantaşı’nda bir kafede oturur gibiyiz
“Ne güzel, kızlarınızla seyahat ediyorsunuz” diyor annemin yanında oturan, sonradan üç erkek çocuk annesi olduğunu öğrendiğimiz hanım. Hemen ekliyor, “Erkek çocuklarla böyle olmuyor işte.”
İstanbul - Paris uçağındayız, üç kadın, annem, ablam ve ben. Doktor randevularını Anneler Günü’ne denk getirip hem aradan çıkaracağız hem moral depolayacağız.
Paris’te sokakta sürekli Türkçe konuşmalar duyuyoruz. Hatta tanıdıklarla karşılaşıyoruz. Plaza Athénée’nin kaldırımdaki masalarına yayılıyoruz. Sanki Nişantaşı Beymen Brasserie’de oturur gibiyiz. Gelen geçen o kadar çok tanıdık var ki. Herkes birbiriyle konuşuyor. Garsonlar bile bu kadar çok tanıdığımız olmasına şaşırıyor.
İlk akşam yorgunlukla kendimizi midyeci Léon’a atıyoruz. Yan masada Türkler var. Hatta birkaç masa ileride de. Eskiden olsa yurtdışında Türklerle karşılaşınca “Ay burada da mı?” diyebilirdim, ama nedense artık hoşuma gidiyor.
Ertesi gün St. Germain’de dolaşırken karşımıza Stepevi mağazası çıkıyor. Sonra Vogue Paris’te
Twitter ve Ekşi Sözlük yıkılıyor, ‘Efes Pilsen Spor Kulübü kapatılacak mı?’ diye. Mehmet Tez Milliyet Pazar’da çok doğru yazdı, ‘Kültürel kıyamet yasa tasarısı’ diye. Ama nedense bu yasa tasarısı bir Emek Sineması kadar ses getiremedi. Neden bahsediyorum? Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu’nun yeni yönetmelik taslağından. Bu yasa tasarısına göre ‘Çocukları ve gençleri hedef alan veya bu kişilerin ilgi alanına giren etkinlikler ile bu nevi etkinliklerin tanıtımında ve etkinliğin gerçekleştirileceği mekanlarda, alkollü içki markaları veya alkollü içki markalarını çağrıştıracak nitelikteki unsurlar kullanılamaz’. Tabii burada genç tanımının 15-24 yaş arası için yapıldığını da hatırlatalım. Bu ne demek oluyor? Müzik festivallerine, konserlere, sergilere, kısaca hiçbir kültürel etkinliğe içki firmaları sponsor olamayacak. Sponsorsuz hiçbir şeyin yapılamadığı bir dönemdeyiz. Büyük firmalar festivallere sponsor olmazsa festivaller de yalan olur. Festivalin adını her duyan koşup içki almıyor ya da zilzurna sarhoş olmuyor. Ama nedense bu yasaklar zihniyetini düşündükçe efkarlanıyor insan.
Hadi iyimser olalım, etkinliklere başka sponsorlar bulunacağını düşünelim. Çok düşük bir