En havalı butik otelde üç muhteşem kadın

14 Temmuz 2010

Nişantaşı’nda yeni açılan The House Hotel’i ortağı Canan Özdemir ve mimarı Seyhan Özdemir ile birlikte gezdim. Bir de sürpriz oldu. Lobide Chanel’in sahibi Valerie Werthemier ile tanıştım

Dün son derece mütevazı bir Fransız’la tanıştım. Valerie zarif bir kadın. Nişantaşı kadınlarıyla uzaktan yakından ilgisi yok. Üstünde başında hiçbir markayı seçemiyorsunuz. İnternetteki çocuk pornografisiyle savaşan bir vakfın, Action Innocence’ın Başkanı. Ama sıkı durun, Türk kadınlarını daha da çok ilgilendirecek asıl bomba geliyor. Valerie, Chanel’in sahibi Gerard Werthemier’in eşi. Werthemier ailesi Coco Chanel’in ilk günlerinden beri ortağı. Sonra Chanel’in varisi olmadığı için şirket tamamen bu aileye geçiyor. Peki ama bizim havalı simalar ortalarda küçük dünyaları ben yarattım diye dolaşırken gayet rahat ve sıcak Valerie ile nerede karşılaştım?

The House Hotel açıldı
İşte İstanbul’un en yeni butik oteli The House Hotel Nişantaşı’nın farkı da burada. Dev Prada mağazasının üstüne kurulan otelin ikinci katındaki lobisinde hiç tahmin bile edemeyeceğiniz bir atmosfer var. Üstelik daha yeni açılmış olmasına rağmen burada birçok tanıdık isimle de karşılaşabiliyorsunuz. Lobide otururken

Yazının Devamı

Tatilcilere Çeşme-İstanbul-Bodrum raporu

10 Temmuz 2010





Çeşme’de yeni yerleri teftiş ettim. Üzerine İstanbul’a uçtum, Nahide’de kına gecesine katıldım. Hemen akabinde Türkbükü’nde yeni açılan Bagno’yu denedim


Yalnız değilim. Benim gibi Çeşme’de bu yaz hayal kırıklığına uğrayan çok kişi var. Hatta bazıları Çeşme’de mekan ve otel sahibi. Tabii, bu hiç güzel zaman geçirmedim demek de değil.

Yazının Devamı

Çeşme’de neler oluyor?

3 Temmuz 2010

Bu yaz sezon açılmak bilmiyor. Bodrum’dan sonra Çeşme’de aynı durumda. Yeni mekanlar eksiklerle dolu. Alaçatı sokaklarından bildiriyorum

Alaçatı’dayım. Temmuzun 3’ü olmuş. Hala ‘sezon açılmadı’ durumu söz konusu. Biz biraz tembellikten, biraz yumurta kapıya dayanınca sendromundan zaten her şeye geç kalmaya alışığız. Bu sene bir de yaz bol yağışlı başladı. Havalar kötüydü diye Çeşme’deki mekanlar kan ağlıyor. Peki tek suçlu hava mı? Tabii ki değil. Tatil alışkanlıkları artık giderek değişiyor. Kimse kötü servis için fahiş fiyatlar ödemek istemiyor. Bizde sezon kısaldıkça kalite de düşüyor. Fiyatlarsa tam tersi. Eee, iç hatlar uçak biletlerinin fiyatlarını da göz önüne

Dikkat, hayalkırıklığı yaratabilir!
Bakın Çeşme’de daha ilk günde neler gördüm? Alaçatı’ya ayak basar basmaz önce bir koşu İmren Pastanesi’ne gidip sakızlı dondurma aldım. Sonra O Ev’e yerleştim. O Ev, Toskana’dakileri andıran bir butik otel. Otel güzel, ama işletme için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Bir rehavet hakim. Belli ki daha sezonu tam olarak açamamışlar. Bahçeye İstanbul’dan Mirror’ı transfer etmişler. Çok ses getirecek bir transfer olmadığı zaten ortada.

Babylon’un yeni yeri nasıl?
Otele

Yazının Devamı

Güney Afrika maceraları - 2

30 Haziran 2010

Güney Afrika gezisi devam ediyor. Lion Park’ta aslanları severek güne başlıyoruz, Dünya Kupası maçında vuvuzelalarla finali yapıyoruz. Peki ama ilk izlenim doğru çıkıyor mu?

Johannesburg’daki ilk sabahımıza Lion Park’ta başlıyoruz. Güney Afrika’ya kadar gelip de safari yapamadan dönecek halimiz yok. Ama ne yazık ki Kruger Park’a gidecek zaman da yok. Mini bir safariyle kendimizi avutacağız.
Lion Park’ta önce yavruları seviyoruz. Yavru dediğime bakmayın, o kadar da küçük değiller. Ama çok tatlılar. Zürafaları beslemek de serbest.
Sonra safari arabalarına binip onları doğal ortamlarında ziyaret ediyoruz. Fark ettim ki, aslında onlarla aynı aileden olabilirmişim. Çünkü aslanlar ve kaplanlar günde 18-20 saat uyuyormuş. Zaten arabayla burunlarının dibine kadar gittiğinizde bile yerlerinden kımıldamıyorlar. Ama arabadan inerseniz sizi parçalayacakları garanti, en azından bakıcıları öyle söylüyor.
Günlerce safari yapıp da bir aslan göremeden dönenler bile oluyor. Biz şanslıyız, canlı bir şova da tanık oluyoruz. Aslanların çiftleşmesi aslında aramızda çok fark olmadığını da bir kez daha gösteriyor. National Geographic izler gibi ağzımız açık izliyoruz.
En iyi restoran buysa,

Yazının Devamı

Güney Afrika’dan ilk izlenim

26 Haziran 2010

Otelimizin bulunduğu Melrose Arch, Avrupa şehirlerindeki ‘hip’ mahalleleri andırıyor.Dünya Kupası için Johannesburg’dayım. Futboldan anlamam. Maçlar bahane, benim için amaç şehri gezmek. İşte en baştan başlıyoruz

Güney Afrika’ya gittiğimi duyan herkesten farklı yorum geldi. Özellikle yakın çevremdeki erkekler duruma bozuldu. Onlar dururken Dünya Kupası’nda benim ne işim varmış? Çok haksız da sayılmazlar. Futboldan anlamam. Ama konu seyahat olunca iş değişir. Her an her yere en pratik şekilde gitmeye hazırım.
‘İstikamet Johannesburg’ deyince herkes önce “Eyvah!” dedi. “En tehlikeli şehir, aman sakın tek başına sokağa çıkma” gibi anlamsız tepkiler geldi. Ben İstanbul’da hayatta kalmayı başarabilmiş biri olarak Johannesburg’dan korkmuyorum. Üstelik Dünya Kupası’nın sponsoru Emirates’in davetlisi olarak gidiyorum. Herhalde beni kurda kuşa yem etmezler. Üç Türk gazetecinin Zanzibar’da başına gelenleri de takip etmedim sanmayın.
Güney Afrika seyahati ile ilgili en güzel yorum beş yaşındaki yeğenim Sinan’dan geliyor: “Oraya kadar gitmişken bari Madagaskar’a da git.” Coğrafya bilgisini bir kenara bırakın, psikolojiden de anlıyor sanırım. Beni bir tek o çözmüş. Çocuk

Yazının Devamı

Pasaportun varsa hakkını vereceksin!

23 Haziran 2010

Yaşasın, pasaport harçları yarı yarıya indi! İyi de geçen hafta yeni pasaport alan ya da süresini uzatanların suçu neydi?
Dün bir arkadaşım tesadüfen denemiş, geçen hafta ödediği paranın yarısını geri alabilir mi diye. Gayet klasik bir cevap almış. “Tabii, ama dört ayrı devlet dairesine tek tek gidip başvurmanız gerekiyor.” Artık bu cevabı veren memurun da sinirleri bozulmuş, dalga mı geçiyor, yoksa ciddi mi bilemiyorum. Ama ikisi de yeterince sinir bozucu.
Madem harçlar yarı yarıya inecek, neden yeni pasaport uygulamasıyla birlikte başlamadı? Anlamak mümkün değil. Her karardan sonra bir geri adım atma durumu söz konusu. Bkz. sigara yasağı. Danıştay’ın Anayasa Mahkemesi’ne müracaatı sonrası bakalım neler olacak? Umarım bu kez geri adım atılmaz.



Konuyu dağıtmayalım, pasaportlara dönelim. İşin komiği yarı yarıya bir indirim olmasına rağmen bizim pasaportlar hâlâ pahalı. Bir de sanırsınız ki iş pasaportu almakla bitiyor. Ne yazık ki neredeyse her ülke için vize almamız gerekiyor. Vizelere giden para da pasaport harcına yakın.

Yazının Devamı

İŞTE YAZIN ALBÜMÜ!

19 Haziran 2010

İlk albümü ‘130 bpm’i Ozan Doğulu’yla birlikte Arnavutköy’deki Doğulu Productions’da yanar döner ışıklar arasında dinliyorum. Şarkıları dinleyince anlayacaksınız, bu başlık boşuna atılmadı!

Tartışma kabul etmiyorum. Bu yaz başka Türkçe albüm tanımıyorum. Bu kadar iddialı konuşmamın nedeni de basit. Diğer albümlerde 1 - 2 şarkıyı seviyorsunuz, gerisi bir an önce bitsin diye dinliyorsunuz ya da sevdiğiniz şarkıları iPod’unuza indirip gerisini hiç dinlemiyorsunuz bile. Oysa bu albümde hep sevdiğimiz şarkıların yeni versiyonları var, hem de bu şarkıları Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Tarkan, Kenan Doğulu ve Sıla gibi sevdiğimiz isimler söylüyor.
Ozan Doğulu’nun ilk albümü ‘130 bpm’den bahsediyorum. Bütün şarkıları Ozan Doğulu’yla birlikte Arnavutköy’deki Doğulu Productions’da dinledim. Ozan heyecandan kıpır kıpırdı, yerinde duramadı. Albüm Sezen Aksu’nun söylediği ‘Kaybolan Yıllar’la başladı, Kenan Doğulu’nun söylediği ‘Öp’ ile bitti.

Çağan Irmak’ın ve Tarkan’ın özel isteği
Ozan şarkıları nasıl seçtiklerini anlattı. Örneğin Kenan’ın seslendirdiği ‘Bunlar da Geçer’i 1976’da Füsun Önal söylemiş.
Bir gün Çağan Irmak’ın evinde otururken eski Türk pop şarkılarına meraklı yönetmen ‘Bu

Yazının Devamı

Genç tasarımcılara bir haller oldu!

16 Haziran 2010

Biri artık gerçeği söylemeli. Körler sağırlar birbirini ağırlar dönemi artık bitmeli. Genç moda tasarımcılarımızı en başından beri destekliyoruz. Galatamoda’yı ilk gününden beri takip ediyorum. Ama ilk günle bugün arasında hiçbir ilerleme göremiyorum. Aynı tasarımlar ısıtılıp ısıtılıp önümüze getiriliyor, TV dizileriyle gelen şöhret sonucu fiyatlar giderek yükseliyor, esinlenmelerin dozu kaçıyor.
Bütün bunlara rağmen hala içimde bir ümitle her açılan Galatamoda’ya koşuyorum. Galatamoda geçen hafta sonu Bebek Şenliği’ndeydi. Tam bir hayal kırıklığıydı. Neden mi? Çünkü umut vadeden genç moda tasarımcılarımız kendilerini tekrarlıyor. Başta tarzına bayıldığım Zeynep Tosun’un elbiseleri hep aynı. Yine çok sevdiğim Aida Pekin’in takıları da yıllardır değişmiyor. Sadece Zeynep Tosun ya da Aida Pekin için geçerli değil söylediklerim. Bazı tasarımlarını çok beğendiğim Özgür Masur bile Issey Miyake’nin Pleats Please’ini andıran kıyafetleriyle hayalkırıklığı yaşatıyor.
Genç moda tasarımcılarımızın çoğu bir şeyi tutturduk diye aynı şeyle devam etmeye çalışıyor. Biraz da nasılsa kimse fark etmez havasındalar ama artık herkes bütün yenilikleri takip ediyor ve aslında her şeyin farkında.

Yazının Devamı