Kim demiş “Bodrum bitti” diye

28 Temmuz 2010

Bodrum geçen yılki Çeşme galibiyetini bu yıl kesinlikle atlatmış. Her yerde bir aktivite var. Sezon geç de olsa sonunda açıldı. Cumartesi gecesi herkes Bianca’ya Ajda Pekkan’ı izlemeye koştu Türkbükü bize kaldı. Önce Maki’de yemekle başladım. Hemen bir parantez açalım. Sunum yemeklerden daha başarılı. Sonra gecenin devamında Bagno’da parti ve Maça Kızı’nda arka arkaya çalan ‘Happy Birthday’ler geldi.

Maça Kızı’nda Haluk Akakçe’nin 40 yaş kutlaması
Maça Kızı’nda iskeleye ayak basar basmaz bizi Haluk Akakçe’nin köpeği karşılıyor. Meğer bu gece Haluk Akakçe’nin 40’ıncı doğum günüymüş. Bunun şerefine Haluk’un arkadaşları, başta Tuba Ünsal-Murat Pilevneli olmak üzere tam kadro burada.
Maça Kızı’nda Serdar Bilgili’den Seray Sever’e birçok tanıdık sima var. Bu arada içeri giren kadınların şıklığı inanılır gibi değil. Erkekler şortlarla ne kadar rahatsa kadınlar da pullu payetli mini elbiseler ve dev topuklarla bir o kadar fazla iddialı.
Maça Kızı son günlerde bir skandalla gündemde. Bu vesileyle fiyatlarının ne kadar uçtuğu da artık daha sık konuşuluyor. Ama bu kadar iyi yemek, servis ve müzik buralarda başka yerde yok. O yüzden de herkes buraya akın ediyor.

Cemil İpekçi’nin saklı

Yazının Devamı

Fönle vedalaşarak nasıl düz saçlı oldum?

24 Temmuz 2010

Düz saçlı kadınlar dalgalı saç sever. Tabii farkında değillerdir düz saçın kolaylığının. Dalgalı saçlılar ise dümdüz saçlara bayılır. Klasiktir, insan kendinde ne yoksa onu ister.
Dalgalı saçlı biri olarak fönle uzun süre yakın bir ilişkim oldu. Sonra bu zaman kaybından da sıkıldım ve ‘yıkıyorum, çıkıyorum’ durumuna geçiş yaptım. Sonuç her zaman istediğim gibi değildi ama bir şekilde idare ediyordum.

İki buçuk ay dayanıyor
Boya, röfle vs. gibi konulara hiç hakim değilim. Saatlerce kuaförde zaman geçirebilen kadınları kesinlikle anlamıyorum. Benim için kuaför 40 yılda bir kesime gitmekten ibaretti. Ta ki Yıldırım Özdemir kanıma girene kadar. Önce kendimi bildim bileli belimde olan saçlarımı kısacık kesmişti. Şimdi de “Kendi kendime önlerimi düzleştiriyorum” diye anlattığımı duyunca “İstiyorsan seni iki buçuk ay rahat ettirebilirim” dedi. Nasıl mı? Kalıcı düzleştirme yaparak. Doğallıktan yanayım ya, hemen “Nasıl olur, saçım yıpranmaz mı, ama hiç mi zararı yok?” gibi sorulara boğdum Yıldırım’ı. Başladı açıklamaya, “Bu keratinli yeni bir bakım, diğer kalıcı düzleştirmeler gibi değil, saçını yıpratacak olsa önermem” dedi. “Adı ne, içinde ne var?” gibi sorularımı sakin sakin

Yazının Devamı

Londra’dan yazlık notlar

21 Temmuz 2010

Hafta sonu Londra’daydım. Kimse kimseyle ilgilenmiyor, herkes kendi halinde

Covent Garden’daki alışveriş turundan sonra bir buluşma için mecburen Knightsbridge’e gittim. Gözlerime inanamadım. Evet, Knightsbridge her zaman arapların favori bölgesiydi. Ama bu haliyle hiç görmemiştim. İstinye Park’tan bile daha feci bir ortam. Yanınızdan geçen çarşaflı kadınların hepsinin elinde ayrı renk pırlantalı, krokodil Hermes çanta var. Çanta deyip geçmeyin, fiyatı 100 bin Euro civarında. Neyse ki bu manzara bende olumlu bir etki yapıyor. Bu sınırsız alışveriş halini ve aslında çok butik sanılan şeylerin ne kadar dev bir endüstri ürünü olduğunu görünce alışverişten soğuyorum. Neyse bu da bir şey.

Rod Stewart ile yemek
Sonra bir İtalyan restoranı olan Sale&Pepe’deki buluşmaya gidiyorum. İşte asıl sürpriz beni orada bekliyor. Yan masada Rod Stewart ve oğlu var. Rod Stewart artık yüzüne ne yaptırdıysa inanılmaz genç görünüyor. Restoranın sahibine göre Stewart’ın gençliğinin sırrı genç eşteymiş! Artık onu bunu bilmem, ama Rod Stewart gözlerimizi ondan alamadığımızı fark ediyor ve kibarca bize selam veriyor.

Peter Gordon, Changa ve The Providores
Akşam Peter Gordon’un lokantası The

Yazının Devamı

Her şeye rağmen İstanbul

17 Temmuz 2010




Bazen yapmayı çok istediğiniz bir program bir türlü olmaz. Her defasında üşenirsiniz, ertelersiniz. Sonuçta zaman geçer ve o programın süresi dolar.
Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki İstanbul sergisi de benim için öyle olabilirdi. Hem görmeyi çok istiyordum, hem de tek başıma kalkıp gitmeye üşenirdim. Bir desteğe ihtiyacım vardı. Birinin hadi demesi gerekiyordu. Sonuçta bir arkadaşım elimden tuttu ve beni sergiye götürdü. Kandırmak için de müzedechanga’da bir yemek sözü verdi.

Sırf Changa’nın yemekleri için bile gidilir!
Emirgan’a vardığımda artık yapış yapış havadan ve nemden buharlaşmak üzereydim. Müzenin bahçesindeki kuyruğu görünce sinirlerim daha da bozuldu. ‘Başka gün mü bulamadık? Bu havada ne işimiz var kuyruklarda?’ dedim. Bilet işlemlerini tamamlayıp müzedechanga’nın terasına vardığımda hemen bir satsumayla kendime geldim. Sonra da sağlıklı mezelerin lezzetine hayret ettim. Demek ki istenirse sağlık ve lezzet bir arada olabiliyormuş! Bir kez daha anladım. Sırf Changa’nın yemekleri için bile buraya gelmeye değer!

Üç katta sekiz bin yıl

Yazının Devamı

En havalı butik otelde üç muhteşem kadın

14 Temmuz 2010

Nişantaşı’nda yeni açılan The House Hotel’i ortağı Canan Özdemir ve mimarı Seyhan Özdemir ile birlikte gezdim. Bir de sürpriz oldu. Lobide Chanel’in sahibi Valerie Werthemier ile tanıştım

Dün son derece mütevazı bir Fransız’la tanıştım. Valerie zarif bir kadın. Nişantaşı kadınlarıyla uzaktan yakından ilgisi yok. Üstünde başında hiçbir markayı seçemiyorsunuz. İnternetteki çocuk pornografisiyle savaşan bir vakfın, Action Innocence’ın Başkanı. Ama sıkı durun, Türk kadınlarını daha da çok ilgilendirecek asıl bomba geliyor. Valerie, Chanel’in sahibi Gerard Werthemier’in eşi. Werthemier ailesi Coco Chanel’in ilk günlerinden beri ortağı. Sonra Chanel’in varisi olmadığı için şirket tamamen bu aileye geçiyor. Peki ama bizim havalı simalar ortalarda küçük dünyaları ben yarattım diye dolaşırken gayet rahat ve sıcak Valerie ile nerede karşılaştım?

The House Hotel açıldı
İşte İstanbul’un en yeni butik oteli The House Hotel Nişantaşı’nın farkı da burada. Dev Prada mağazasının üstüne kurulan otelin ikinci katındaki lobisinde hiç tahmin bile edemeyeceğiniz bir atmosfer var. Üstelik daha yeni açılmış olmasına rağmen burada birçok tanıdık isimle de karşılaşabiliyorsunuz. Lobide otururken

Yazının Devamı

Tatilcilere Çeşme-İstanbul-Bodrum raporu

10 Temmuz 2010





Çeşme’de yeni yerleri teftiş ettim. Üzerine İstanbul’a uçtum, Nahide’de kına gecesine katıldım. Hemen akabinde Türkbükü’nde yeni açılan Bagno’yu denedim


Yalnız değilim. Benim gibi Çeşme’de bu yaz hayal kırıklığına uğrayan çok kişi var. Hatta bazıları Çeşme’de mekan ve otel sahibi. Tabii, bu hiç güzel zaman geçirmedim demek de değil.

Yazının Devamı

Çeşme’de neler oluyor?

3 Temmuz 2010

Bu yaz sezon açılmak bilmiyor. Bodrum’dan sonra Çeşme’de aynı durumda. Yeni mekanlar eksiklerle dolu. Alaçatı sokaklarından bildiriyorum

Alaçatı’dayım. Temmuzun 3’ü olmuş. Hala ‘sezon açılmadı’ durumu söz konusu. Biz biraz tembellikten, biraz yumurta kapıya dayanınca sendromundan zaten her şeye geç kalmaya alışığız. Bu sene bir de yaz bol yağışlı başladı. Havalar kötüydü diye Çeşme’deki mekanlar kan ağlıyor. Peki tek suçlu hava mı? Tabii ki değil. Tatil alışkanlıkları artık giderek değişiyor. Kimse kötü servis için fahiş fiyatlar ödemek istemiyor. Bizde sezon kısaldıkça kalite de düşüyor. Fiyatlarsa tam tersi. Eee, iç hatlar uçak biletlerinin fiyatlarını da göz önüne

Dikkat, hayalkırıklığı yaratabilir!
Bakın Çeşme’de daha ilk günde neler gördüm? Alaçatı’ya ayak basar basmaz önce bir koşu İmren Pastanesi’ne gidip sakızlı dondurma aldım. Sonra O Ev’e yerleştim. O Ev, Toskana’dakileri andıran bir butik otel. Otel güzel, ama işletme için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Bir rehavet hakim. Belli ki daha sezonu tam olarak açamamışlar. Bahçeye İstanbul’dan Mirror’ı transfer etmişler. Çok ses getirecek bir transfer olmadığı zaten ortada.

Babylon’un yeni yeri nasıl?
Otele

Yazının Devamı

Güney Afrika maceraları - 2

30 Haziran 2010

Güney Afrika gezisi devam ediyor. Lion Park’ta aslanları severek güne başlıyoruz, Dünya Kupası maçında vuvuzelalarla finali yapıyoruz. Peki ama ilk izlenim doğru çıkıyor mu?

Johannesburg’daki ilk sabahımıza Lion Park’ta başlıyoruz. Güney Afrika’ya kadar gelip de safari yapamadan dönecek halimiz yok. Ama ne yazık ki Kruger Park’a gidecek zaman da yok. Mini bir safariyle kendimizi avutacağız.
Lion Park’ta önce yavruları seviyoruz. Yavru dediğime bakmayın, o kadar da küçük değiller. Ama çok tatlılar. Zürafaları beslemek de serbest.
Sonra safari arabalarına binip onları doğal ortamlarında ziyaret ediyoruz. Fark ettim ki, aslında onlarla aynı aileden olabilirmişim. Çünkü aslanlar ve kaplanlar günde 18-20 saat uyuyormuş. Zaten arabayla burunlarının dibine kadar gittiğinizde bile yerlerinden kımıldamıyorlar. Ama arabadan inerseniz sizi parçalayacakları garanti, en azından bakıcıları öyle söylüyor.
Günlerce safari yapıp da bir aslan göremeden dönenler bile oluyor. Biz şanslıyız, canlı bir şova da tanık oluyoruz. Aslanların çiftleşmesi aslında aramızda çok fark olmadığını da bir kez daha gösteriyor. National Geographic izler gibi ağzımız açık izliyoruz.
En iyi restoran buysa,

Yazının Devamı