BiR VAL D ’ISERE MACERASI

4 Ocak 2010




Önüm arkam sağım solum bembeyaz kar, 2 bin 700 metre yükseklikte, -16 derecedeyim. Dağın başında hiç beklenmeyecek bir yılbaşı partisindeyim. Boşuna Alpler’in İbiza’sı demiyorlar Val d’Isere’e.
Bu çılgın parti La Folie Douce’da her gün saat 15.00’te başlıyor. Meşhur dağ restoranı La Fruitiere’in hemen yanında. Kaymayanlar bile süslenip teleferikle bu partiye geliyor.

Cem Hakko’nun kulakları çınlıyor
Bangır bangır müzik çalıyor. Yer gök inliyor. Hatta bir ara çığ düşecek diye korkuyorum. Müziğin üstüne iki şarkıcı şahane sesleriyle şarkı söylüyor. Biriyle sonradan Face adlı barda tanışıyorum. Adı Kely Starlight. Türk olduğumu öğrenince çok seviniyor. "Cem Hakko’yu tanıyor musun?" diye soruyor. "Cem ve Bettina’yı çok severim" diye başlıyor anlatmaya. Belli ki uzun zamandır tanışıyorlar. Sonra da müjdeyi veriyor. "14 Ocak’ta İstanbul’dayım, Vakko’nun yeni merkezinin açılışında şarkı söyleyeceğim, mutlaka gelin."

Şampanya teleferiği var

Yazının Devamı

Nişantaşı kadınlarına ne oldu?

2 Ocak 2010

Mehmet Tez’den özel istek geldi, "bir Nişantaşı kadınları yazısı attırsana" diye. Geçen pazar ‘Suyun öte yanı tartışması’nı okumadıysanız mutlaka okuyun.
Bundan tam 10 yıl önce Aktüel dergisinde çalışırken rahmetli Ercan Arıklı bana sık sık Nişantaşı kadınları haberi yaptırırdı.
Nişantaşı kadını çok süslü püslü olduğu için küçümsenirdi ama aynı zamanda beğenilirdi de. Çünkü her daim güzel ve bakımlıydı. En önemlisi de bunun için vakti ve nakti vardı. Düşünün, o zamanlar solaryum modaydı, pilates daha hayatımıza girmemişti. Ebru Şallı bile böyle fit değildi.
Nişantaşı kadını kokoştu. Kuaföre uğramadan sokağa çıkmazdı. Saçlar her zaman fönlüydü. Oysa şimdi doğallık zamanı.
Eskiden sadece Nişantaşı kadınları deli gibi alışveriş yapardı, şimdi taksitler sağolsun herkes bütçesini çoktan aşmış durumda.
Nişantaşı kadını arkadaşlarını yanağa dokunmadan, havadan öperdi. Şimdi ya domuz gribi nedeniyle hiç öpmüyor ya da aynı havadan öpüşmeye devam.
Nişantaşı kadını kafelerde otururdu. O zamanlar Nişantaşı’nda bu kadar çok kafe yoktu. Ne daha The House Cafe açılmıştı ne de daha Beymen’in Brasserie Nişantaşı’sı vardı. O zamanlar bir Buz vardı, bir de Zanzibar.

Yazının Devamı

SON VİYANA ÇIKARMASI

28 Aralık 2009

Yılın son yazısını Noel kutlamalarının en güzel yaşandığı şehirlerden birine ayırdım. Viyana, sırf bu kutlamalar için bile gidilebilecek bir şehir. Sizin için Viyana’da mutlaka yapmanız gerekenleri yazdım.
* Noel marketlerinde ‘glühwein’ denilen sıcak şarapları yudumlayın. Karanfil tadı ağır gelirse sıcak şarap yerine Viyana’nın meşhur kahvesi melange’dan içebilirsiniz.
* Ringstrasse’de gezin. Bağdat Caddesi gibi dükkanların ve kafelerin olduğu büyük bir cadde. Buradaki Swarosvki’nin vitrininden gözlerinizi alamıyorsunuz.
* Uzun bir yürüyüşten sonra klasik bir Avusturya kafesi olan CafÈ Central’da mola verin.
* Sacher Otel’de ya da Demel’de sacher torte yiyin ya da havaalanından dönüşte bir kutu sacher torte ve içi badem ezmeli meşhur Mozart çikolatalarından Mozartkugeln’den alın.
* Nasmarket bizim Mısır Çarşısı gibi. Baharatlar, kuruyemişler satılıyor. En ilginci bir sirke dükkanı. Kırmızı biberden kuşkonmaza, hatta mangolu sirkeye kadar yok yok.
* Geceleri The Ring Otel’in barı Drings çok hareketli oluyor.

Yazının Devamı

ERKEN KUTLAMALAR YILBAŞINI GÖLGEDE BIRAKTI

26 Aralık 2009

Son günlerde en sıkıldığım soru: Yılbaşı gecesi ne yapacaksın? Yılbaşı gecesi hiçbir şey yapmamayı istiyorum. Neden mi? Çünkü bu yıl yeni yıl kutlamaları erken başladı. Telefonum hiç susmuyor, SMS’ler yağıyor. İki haftadır her gece bir yeni yıl partisindeyim ve nedense bu partiler yılbaşı gecesinden daha eğlenceli oluyor.
Önce hızlı bir değerlendirme yapalım. Geçen haftaki favorim Autoban’ın Tepebaşı’ndaki yeni ofisinde verdiği partiydi. Ödüllü mimarların ofisi başka oluyor. Beni Seyhan Özdemir ve Sefer Çağlar’ın yeni ofisine koysanız gece gündüz çalışırım, sırf orada biraz daha zaman geçirebilmek için. Parti de ofis kadar başarılıydı.

Haftanın partileri
Bu haftaya The House Cafe Teşvikiye’de müdavimlere özel yapılan makarna-şarap partisiyle başladım. İlk The House Cafe’nin yeri ayrı, özellikle yakınında oturanlar için.
Haftanın en çok konuşulan partisi Akaretler’deydi. Nasıl izdiham olmasın ki? İzzet Çapa, kaldırıma deve getirecek, caddeye pazar ve buz bar kuracak kadar hayalgücünü ve detaycılığını döktürmüştü. İyi ki erken gitmişim. Joke Perestroyka’nın yerine açılan Al Jamal Badawi’nin önündeki detayları inceleme fırsatım oldu. Bu arada birçok kişi hâlâ İstanbul’daki

Yazının Devamı

YILIN EN'LERiNi AÇIKLIYORUM

21 Aralık 2009

Yılın çekim merkezi: Bebek’ten sonra şimdi de Asmalımescit kalabalıktan geçilmiyor. Özellikle hafta sonları burada yürümek bile başlı başına bir iş.
Yılın yükselen semti: Galata. En yeni butikler, tasarımcılar, partiler Galata’da.
En ses getiren partiler: Cüneyt Kurt’un başlattığı W Lounge partileri doldu taştı. Böylece Akaretler cazibe merkezi oldu.
En görme ve görünme mekanı: Masa, İstinye Park. Gözükmek isteyen herkes en süslü haliyle Masa’da bir masa kapmak için sıra bekledi.
En havalı gece kulübü: 11:11. Yılın sonuna yetişti ama İstanbul gecelerinde bir açığı kapattı. Kapısında boşuna kuyruk olmuyor.
Yılın DJ’i: Fuchs. Londra’da Ministry of Sound’da bile çaldı.
Yılın konseri: Kuruçeşme Arena’daki Carlos Santana ve Açıkhava Tiyatrosu’ndaki Leonard Cohen.

Yazının Devamı

Louboutin’den ders alın!

19 Aralık 2009

Salonu ilk defa bu kadar kalabalık gördüm. Ayakta izleyenler de çoktu. Birçok genç kadın onun fotoğraflarını çekmek için birbiriyle yarıştı. Louboutin, ayakkabı tasarımcısı ya da işadamından çok bir popstar ilgisi gördü İstanbul’da. Tabii bunda Jennifer Lopez’in ‘Louboutin’ şarkısının da payı olabilir.
Bu işe 2.5 kişi olarak başladıklarını anlattı önce. Bir de ayakkabı modeli olan bir kız var yanlarında. İşte bu modelin bir gün provada ellerine oje sürmesiyle her şey değişiyor. Ayakkabıda bir farklılık yaratmak isteyen Louboutin kızın elinden ojeyi aldığı gibi ayakkabının tabanını kırmızıya boyuyor. Başta her sezon tabanın rengini değiştirme fikriyle yola çıkıyor. Ama kırmızı o kadar ilgi görüyor ki... “Trademark oldu, kırmızıyla devam edelim” diyorlar. Kırmızı tabanlar sayesinde ilk defa ayakkabılarda logo olmadan hangi markayı giydiğiniz belli oluyor. Nursace konusunu hiç açmayalım. İşte Louboutin çok basit bir tesadüfle marka olmak için ilk adımı atıyor. Bir kez daha görüyoruz, sadece zeka ve yetenek değil, şans da gerekli başarı için.

Onun sayesinde evlenen var
Kırmızı tabanlar daha sonra evliliklere bile neden oluyor. Bir kadın gelinlik ayakkabısı için Louboutin’den

Yazının Devamı

Hayatımızdaki yeni masraf: Park ücreti

14 Aralık 2009

Trafikten çektiğimiz yetmedi, bir de park sorunuyla uğraşıyoruz. Dünyanın neresinde insan evinin önüne arabasını park etmek için bu kadar para dökmek zorunda kalır? Evet, yurt dışında da şehir içinde caddelere, sokaklara arabanızı park etmek ücretli. Tabii çok önemli bir farkla. Nerede olursanız olun, park edeceğiniz yer evinizin önüyse belediye ücretsiz park edebilmeniz için özel bir izin belgesi veriyor. Hayatı kolaylaştırmak için çok sıradan bir uygulama.
Gelelim bizdeki duruma. İşpark şehri istila etmiş durumda. Tarifeye uyarsanız ev kirası kadar bir de park parası vermeniz gerekebilir. 0-2 saat arası 5 TL olduğunu düşünürseniz, aylık ücreti hesaplamak bile istemiyorum.
Bu yüzden birçok kişi, eski adıyla ‘değnekçi’lerle yeni adıyla ‘park görevlileri’yle anlaşıyor ve onlara aylık ücretler vererek arabalarını evlerinin önüne park ediyor. Dikkatinizi bir kez daha çekerim, ‘evlerinin önüne.’

İşpark’tan eve fatura geliyor
Şimdi geliyor asıl şok. Sokakta, evinin önüne park ettiği araba için yüklü para ödeyen semt sakini bir de bakıyor ki posta kutusunda İşpark’tan gelen ağır fatura. ‘E, ben zaten görevliye aylık ücret ödüyorum’ diye itiraz etmeye kalksa da olmuyor. Eninde

Yazının Devamı

ŞEHRiN EN YENi VE KALiTELi MEKANI

12 Aralık 2009



Mimolett’in mönüsünde, Akdeniz mutfağından yemekler bulabilirsiniz.

Üç gündür Mehmet Yaşin, Ali Esat Göksel, Emel Erden ve Elçin Yahşi ile aynı havayı soluyorum. Bu durumda en çok konuşulan şey tabii ki yeme-içme. İstanbul’da uzun zamandır yeme-içme alanında beni heyecanlandıran bir yer yok. Evet, sevdiğim kafeler, sık sık gittiğim mekanlar var. Ama yeni tatlar deneyebileceğim bir yer yok. Zaten potansiyeli olanlar bile şu an farklı bir dönemden geçiyor. Tek Michelin yıldızlı Çin restoranı Hakkasan’ın İstanbul şubesi de buna bir örnek. Kapandı kapanacak dedikodularını geçtim. Geçen gün Kanyon’da dolaşırken, öğle yemeğini Hakkasan’da yiyelim dedim. Asansörden indim, mutfaktan güzel kokular geliyor. İçeriye, masalara doğru emin adımlarla ilerledim. Bu sırada karşımda üç görevli var. Hiçbiri de zahmet edip ‘kapalıyız’ demedi. Ancak ben fark ettikten sonra biri beni ayıplayarak "Öğlenleri kapalıyız" dedi. Bu arada yanımdaki arkadaşım ‘Çok karanlık zaten. Gecelik bir yer burası" dedi. İşte o an Cadde’de Ceyla Aysal’ın Mübariz Mansimov’a tavsiyesi geldi aklıma. "Biz birbirimizi görmek istiyoruz. Dekorda bunu göz önünde bulundurmalı" demişti Ceyla. Çok doğru bir öneri. Hakkasan’ın

Yazının Devamı