Şubat sonu itibariyle bir yenilenme programına girdim. Şimdi hayatımda beni baştan yaratacak erkekler var
Önce kendimi Bebek’teki Yıldırım Özdemir’in salonuna attım. Yıllardır belime gelen saçlarımı kestirmeye kararlıyım. İçeri girer girmez karşımda saçı kesilmekte olan Nihat Odabaşı var. Bir yandan dedikodu yapıyoruz, bir yandan saçım nasıl olmalı onu konuşuyoruz. İstesem olmazdı, Nihat Odabaşı gibi müthiş bir gözü kandırıp da benimle kuaföre götüremezdim. Nihat ve Yıldırım kendi aralarında karara varıyor. Ben daha ne olduğunu anlamadan çevremdeki herkesten daha kısa saçlı bir kadın oluyorum. Ve yeni saçımı çok seviyorum. Ayşe Kucuroğlu Ayşe Arman’a verdiği röportajında "Son günlerde sizi en mutlu eden şey ne?" sorusuna "Yıldırım Özdemir’in elinden çıkan yeni saç kesimim" diye cevap vermişti. Şimdi ben de aynı duygular içindeyim. Nihat ve Yıldırım’a teşekkür borçluyum.
Nihat Odabaşı’nın müjdesi
Bu arada Nihat’ın bir de müjdesi var. Yazılarına ve tarzına bayıldığım Figen Batur'la televizyon programı yapmaya başlıyorlar. İlk bölüm 6 Mart’ta CNN Türk’te yayınlanacak. Bu bölüm için canları çıkmış, Londra’nın altını üstüne getirmişler ve oradaki tanınmış isimlerle röportajlar
Yemek yapmak zor zanaat, ince iş! The House Cafe’nin makarna atölyesinde un, yumurta ve hamurla maceraya atılıyorum
The House Cafe İstiklal Caddesi’nde taze makarna atölyesindeyim. Daha yumurta kırmayı beceremeyen biri olarak taze makarna açmak da benim neyime. Zaten yanımdakiler de benimle dalga geçiyor. Bir nevi ‘Yemekteyiz’ durumu. Herkes birbirine laf atıyor.
Neyse ki The House Cafe’lerin yetenekli şefi Coşkun Uysal öğretmenimiz. Önce unun ortasında çukur açıyoruz. 2 yumurta ve 5 yumurta sarısı kırılacak. Hadi bakalım sıkıysa yumurta sarısını beyazından ayırın. Etrafı kirletmek serbest olmalı! Sonra yumurtaları unla çırpıyorum ve hamuru yoğurmaya başlıyorum.
Ben kim, hamur açmak kim?
Hamur yaparken kafelerde neden makarnanın bu kadar pahalı olduğunu anlıyorum, taze makarnada çok emek var çok. Sonra hamuru oklavayla ince ince açıyorum. Bu başlı başına bir spor. Zaten Coşkun diyor ki sağ ayak önde, ağırlığınızı sağ ayağa vererek hamuru açın.
Bir sonraki aşama için ocak başına geçiyoruz. Tavada sarımsak ve soğanı soteliyoruz, sonra da mantar, krema, beyaz şarap, tarhun, ceviz, tuz, karabiber ekliyoruz. Makarnayla sosu karıştırıyoruz. Tabağa koyarken üstünü
Sosyal hayatımdaki ilişkilerimi İstanbul trafiğine benzetiyorum. Kimseye çarpmamak ve kimsenin bana çarpmaması için dikkat ediyorum. Beni pilot olarak düşünün, sürekli ön tarafı izlerim. Önümdeki arabaya mesafe koyarım. Olur da durur... Olur da lastiği patlar... En çok da arkamdaki arabadan korkuyorum. Çünkü arkadaki araba duramazsa, bana zarar verir. Artı, eğer ben hoşlanmadığım bir ortam içindeysem, sürekli dikiz aynasından kontrol ederim. Sonra da sinyalimi verir ve nereye sapacaksam saparım. Nereye gittiğim de belli olmaz.”
Yukarıdaki satırlar Melike Karakartal’ın Ajda Pekkan’a “Kendinize karşı objektif olamadığınızda size ‘Ajda, bu kötü olmuş’ diyen biri var mı? Hayal kırıklığına uğramayacağınızı bilerek sırtınızı rahatça yaslayabildiğiniz biri var mı?” sorusuna verdiği yanıt.
Bu satırları okurken çok üzüldüm. İnsanın sosyal hayatını İstanbul trafiğine benzetmesi acı bir durum. Ne de olsa İstanbul trafiği denince, hepimizin aklına zaman zaman buradan gitme isteği veren, çekilmez bir sorun ve bol stres geliyor. Zaten hayatımızda yeterince stres varken bir de yanımızda güvendiğimiz kişiler olmadan yaşamak, kimseye güvenememek, sürekli tetikte olmak çok zor.
Ajda Pekkan çok
New York Moda Haftası ya da Paris Moda Haftası başladı mı, biliyoruz. Türk modacılardan basın bültenleri yağacak. ‘Bilmemkim New York’u salladı’ başlıkları atılacak. Oysa ki New York’ta da Paris’te de bu korsan defilelerden kimsenin haberi olmuyor. Neyse ki artık bunları önemsememeye başladık. Çünkü çok sevindirici şeyler de oluyor.
Takip edenler bilir. New York Moda Haftası bitti, şimdi Londra Moda Haftası devam ediyor. Londra Moda Haftası’nın açılışına İngilitere Başbakanı Gordon Brown’ın eşi Sarah Brown, Erdem imzalı bir kıyafetle katıldı, mutlu olduk.
İngiliz Elle ve Vogue ona övgüler yağdırıyor
Şimdi de Londra Moda Haftası’nda en çok konuşulan isim cuma günü defilesini gerçekleştiren 'Hakaan', yani bizim Hakan Yıldırım. Bunu ben demiyorum, İngiliz basını diyor. İngiliz Elle internet sitesinde "Londra Moda Haftası’nın en çok konuşulan tasarımcısı Hakaan da kim?" diye yazılar yazılıyor.
Vogue ise, "Bu yeni tasarımcının yıldızı, Damages’ın oyuncularından Rose Byrne’ın kırmızı halıda onun tasarımını giymesiyle parladı" diyor. Ayrıca mikro mini eteklerin ve bilim kurgu fimlerini andıran detayların dikkat çektiği koleksiyonuna övgüler yağdırıyor. Sonra da defileyle ilgili
Her hafta onbinlerce kişi Bihter’i izliyor. Peki ya Ceren’i? Yüz binlerce korunmaya muhtaç çocuk bakımsızlık ve ilgisizlikle perişan oluyor. Aşk-ı Memnu ekibi korunmaya muhtaç çocuklarımıza yardım etmek için dizide kullanılan eşyaları satışa çıkarıyor. Onlara gösterdiğiniz ilgiyi korunmaya muhtaç çocuklarımıza da göstermek istemez misiniz?
Biz hala Aşk-ı Memnu ahlaka aykırı mı değil mi tartışmaları yaparken Aşk-ı Memnu bizim için bir şeyler yapmaya devam ediyor. İlk defa bir televizyon dizisi gerçek bir vakıf yararına çalışmalar yapıyor. Buralardaki kötü karakterlerin gerçek hayatta da kötü olduğuna bile inanabiliyoruz. Düşünün artık TV dizisi ve yardım kuruluşları ortaklığının ne kadar iyi bir sonuç verebileceğini...
Herkes Sait Halim Paşa’da buluşuyor
Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı ve Ay Yapım’ın ilk ortak çalışmasında Feryal Gülman ve Gülay Kamaz’ı oyuncu olarak izlemiştik. Şimdi de bu vakıf ve Aşk-ı Memnu ekibi 24 Şubat Çarşamba günü Sait Halim Paşa Yalısı’nda bir öğle yemeği düzenliyor.
Daha Cenevre’den uçağa binerken herkese küçük bir kırmızı paket hediye ediliyor. Erkeklere bir THY anahtarlığı. Kadınlara ise çanta askısı. Çanta askısı gerçekten çok pratik bir şey. Masanın üstüne koyup artık bir yatırım aracı da sayılan çantanızı yerlerde sürünmekten ya da daha geleneksel bakışla bereketinin kaçmasından koruyorsunuz.
THY’nin hediyesi bununla da bitmiyor. Yemekte kırmızı kalp çikolata ikramı ve sonra da nazar boncuklu birer kitap ayracı da hediye ediyorlar. THY gibi beni hediyelere boğan bir sevgilim olmadığından mı bilmiyorum, ama THY’nin Sevgililer Günü’nü bu kadar özenle kutlaması hoşuma gidiyor mu gitmiyor mu hâlâ emin değilim. Güzel bir jest ama... Aynı özeni bir de rötarlar konusunda gösterseler diyorum. Sonuçta bizim onlardan istediğimiz hediye değil, vaat edilen hizmet.
Bravo Metin Tekin!
Her ayrılan çift birbirinin arkasından konuşmaya bayılıyor. Arada çocuk olsun olmasın herkes düşünmeden ağzına geleni söylüyor. Hatta çocuklara da anneler babaları, babalar anneleri kötülüyor.
Çok uzun zamandır ilk defa bir baba ayrıldığı eşinin, çocuğunun annesinin arkasında duruyor. Biliyorsunuz Şevval Sam ve oğlu Tarık Emir bir nargilecide görüntülendi. Bunun
Eş durumundan mecburi, geleneksel ikinci kayak tatilimde Meribel’deyim. Meribel, Courchevel’in hemen yanı. Kısa sayılabilecek bir rötarla önce Paris’e uçuyoruz. Gece yarısına doğru şehirdeyiz. Hiç zaman kaybetmeden kendimizi butik otel Pershing Hall’ün barına atıyoruz. Burada bellinileri içip geceyi erken bitiriyoruz.
Hotel Costes istilası
Sabah Avenue Montaigne’de turluyoruz. Öğlen Türkler’in favori piyasa noktası L’Avenue’de yemek, sonra doğru Fabourg St. Honore’de mağazaları gezmeye… Yorulunca da St. Honore caddesindeki Hotel Costes’un avlusunda bir içki molası veriyoruz. Neyse ki hiç alışveriş yapamadan otele dönmeyi başarıyorum. Geceye Plaza Athenee’nin yenilenen barında başlıyoruz. Burada en son Rihanna’yı görmüştük. Bu sefer Formula 1’den eski Ferrari takımının kaptanı Jean Todt ile yetiniyoruz. Yemek için istikamet Hotel Costes grubunun geçen Ekim’de St. Germain’de açtığı restoran La Societe. Bugün gittiğimiz her yer aynı gruba ait. İstanbul Doors Group bizde neyse Paris’te de Costes’cular öyle. Özellikle Türkler Costes mekanlarına bayılıyor. Gecenin finali Eva Longoria ve Tony Parker’ın bekarlığa veda partilerini yaptığı VIP Room’da. Tabii gönül isterdi ki Club Le
Tabii bir de Hıncal Uluç gibi Facebook’a, Twitter’a, Buzz’a karşı olanlar var. Oysa bunlar kabul etseniz de, etmeseniz de günümüzün en önemli mecraları. Gündemi takip edebilmek için, her şeyden haberdar olabilmek için artık televizyon, gazete, dergi yetmiyor. Bilgiye en hızlı ve en zahmetsiz şekilde bu sosyal paylaşım ağlarından ulaşıyoruz. Bazen Blackberry’den, bazen iPhone’dan, bazen de bilgisayardan.
Evet, hiçbirimiz ‘Bugün şunu yedim, bunu içtim’ diyenleri takip etmek istemiyoruz. E, o zaman da ‘unfollow’ diye bir seçenek var sonuçta. Kiminle ne kadar bilgi paylaşacağınıza sınır koyabiliyorsunuz, filtre çekebiliyorsunuz. Her şey kontrolünüz altında. İstediğinizi tamamen hayatınızdan çıkarıyorsunuz, istediğinize her an ulaşabiliyorsunuz.
Bunları kullanıp kullanmamak tabii ki sizin seçiminiz. Ama sırf siz kullanmıyorsunuz diye milyonlarca insanın kullandığı bu hizmetlere rezillik diyemezsiniz. Derseniz de çağın gerisinde kaldığınızı göstermiş olursunuz.