New York’ta Aysun Kayacı’yla karşılaşıyorum. Tam da ‘Harvardlı oldu’ haberlerinin üstüne. Yanında çok yakın arkadaşı Ebru Güzel de var.
Aysun’u hafta sonu tatilinde yakalamışken hemen soruyorum, Amerika’ya niye geldiğini. ‘Ben aslında görünmez olmak istedim’ diyor önce. Sonra da Yeditepe Üniversitesi’ndeki profesörü sayesinde Harvard Üniversitesi’nde iki ders alma imkânı olduğunu anlatıyor. Ayrıca tezini de Boston’da yazacak.
Harvard’a yatay geçiş haberleri tabii ki gerçekleri yansıtmıyor. Belli ki buna en çok da Aysun üzülmüş, profesörlerine ve sınıf arkadaşlarına mahcup olduğu için. Zaten kendisinin ağzından çıkan böyle bir laf da yok. Bu konuları konuşmak da istemiyor. Türkiye’de değilken bile neden kendisinden bu kadar söz edildiğini de anlamıyor.
Harvard’da Türkoloji okuyanların onu aralarına hemen kabul ettiklerini ve bundan çok mutlu olduğunu anlatıyor. ‘İleride hepsi çok değerli akademisyenler olacak, ben de onları tanıdığım için çok şanslıyım’ diyor. Osmanlıca dersi aldığı Prof. Cemal Kafadar’ı anlata anlata bitiremiyor.
Aysun’un Harvard olayı bu kadar tartışıldı. Ama burada asıl atlanan bir gerçek var, o da bu yaşta bu kadar şana şöhrete sahipken, çok iyi
Liderlerden ve U2’dan sonra şimdi de ben New York’tayım. New York’ta inanılmaz hızlı bir tempo var. Uçaktan inip gece gece bavulları otele bırakıp hemen kendimi sokaklara atıyorum.
Önce Meatpacking’e gidiyorum. Eskiden sadece kasapların olduğu sonradan Pastis ile popüler hale gelen bölge. Burada STK’de yemek ve sonra meşhur gece kulübü Kiss & Fly, hemen yanında lounge ve perdelerle ayrılan dekoruyla kulüpten çok şato salonuna benzeyen özel oda... Masamızda Michael Achenbaum var. Michael genç bir Rus işadamı. Miami, Los Angeles ve New York’ta şubeleri olan Gansevoort otellerinin sahibi. Donald Trump gibi bir emlak kralı. Gece boyunca nereye gitsek, nerenin önünden geçsek sonradan onun olduğunu öğreniyoruz. Ama son derece mütevazı. ‘New York’tan sonra favori şehrim İstanbul’ diyor. Çok yakın Türk arkadaşları var. Onların sayesinde İstanbul gece hayatına son derece hakim. Şimdi İstanbul’da yeni bir proje için yer bakıyor. Çok yakında İstanbul’da...
New York’ta yanımda Michael varken kral gibiyim, Michael yokken ne siz sorun ne ben söyleyeyim.
Playboy güzeli Victoria Plaza’da
Ertesi gün Türklerin çok sevdiği Nello diye bir İtalyan restoranına gidiyoruz Madison’da. Türkler
Dubai maceralarım devam ediyor. Dubai’nin beni en çok etkileyen özelliklerinden biri de bu kadar ihtişamı çölün ortasında yaratmış olmaları.
Şehir merkezinden arabayla 45 dakika yol gidiyoruz. Amaç çöldeki Bab Al Shams adlı otele ulaşmak. İlk izlenim bu kadar yola değmezmiş oluyor. Öyle mimari olarak etkileyici bir şey yok. Bir yanda deveye binenler var, bir yanda kriket oynayanlar...
Burada asıl olay günbatımını izlemek. Çölün ortasında, otelin çatısındaki barda minderlere yayılıyorsunuz. Şişe denilen bildiğimiz nargilelerden fokurdatabiliyorsunuz. Bu sırada güneş tabak gibi. Önünüzden batıyor, gökyüzünü değişik renklere boyayarak. Macera sevenler çölde safari ya da kum kayağı da yapabiliyor. Tabii ben bu gruba girmiyorum.
Akşam şehre dönünce The One and Only adındaki otele gidiyoruz. Burada kendinizi Dubai’de değil de pekala Maldivler’de zannedebilirsiniz. Deniz, kum, dekor tropikal ada tadında. Bir de kapısında kuyruklar olan Kasbar adlı gece kulübü var. Görülmeli.
Uçakta cep telefonuyla konuştum mu?
Dün Emirates’in dönüş uçağındayım. Ekonomide bile herkesin kendi TV ekranı ve izleyebileceği yüzlerce film seçeneği var. Üstelik diğer havayollarındakinin aksine bindiğiniz
Bayram dolayısıyla Dubai’den bildiriyorum. Dubai’de yaşayan Türk expat’lerin arasına karıştım.
Son zamanların en popüler yaşam alanı Palm. Denizin üstünde, palmiye şeklinde yaratılmış yapay bir ada. Burada evler ve rezidanslar var. Önünde de havuz, deniz ve kumsal. Palm’daki sitelerin spor salonlarında Türkçe müzik çalıyor. Burada Türkler’in egemenliği söz konusu.
Atlantis’i beğenmedim
Meşhur otel Atlantis de Palm’da. Kayıp kentten ilham alınmış. Çok gösterişli bir şey bekliyorum. Bakıyorum akvaryum ve su parkları dışında bir numarası yok. Daha doğrusu Dubai’deki bütün otellerde buradaki kadar çok numara var.
Bayramın ilk günü gidiyoruz Atlantis’e. Belki de ondan, ana baba günü. Bu kadar lüks bir otelin içindeyiz ama İstiklâl Caddesi kadar kalabalık. Yaya trafiğini idare etmek için trafik polisi bile gerekebilir. Burada meşhur Japon restoranı Nobu var. Fiyatlar çok pahalı, yemekler de nedense iyi değil. Zaten Amerikalı ekip gittiğinden beri yemekleri tutturamamışlar. Burada yaşayan Türkler’in yalancısıyım.
Bir de İtalyan restoranı var, Ronda Locatelli diye. Michelin yıldızlı İtalyan şef Locatelli’nin yeri. Çıtır pizzaları inanılmaz.
“Bizim ülkemizde oyunculukla özel hayatı ayıramıyorlar. Kurtlar Vadisi’nde Çakır öldürülünce mevlit yapanlar olmuş. Kötü karakterlere yolda küfür ediyorlar, reklamcılar iş vermiyor, ürünü kötü etkiler diye. Çok geri kafalı bir milletiz. Bizim kendi etrafımızdakiler bile örümcek beyinli. Hâlâ oyunculara oyunculukta kuralların var mı diye soruluyor. O da öpüşmem, sevişmem diyor. Oyunculukla namus davasını karıştırmak çok saçma. 2009 yılında hâlâ bunların konuşulması komik.”
Hande Ataizi söyledi bunları röportajın sayfaya sığmayan bölümünde. Sonra ekledi, “‘Mum Kokulu Kadınlar’la Altın Portakal aldığımda soyundu, ödül aldı dediklerinde acaba öyle mi diye şüpheye düştüğüm bir dönem oldu.” Daha sonra da, “Halle Berry Oscar aldığında da soyundu, Oscar aldı dediler. İşte o zaman tamam ben de doğru yoldayım dedim.”
Bizde oyunculuk zor işte. Bakınız Münevver Karabulut cinayetini anlatacak filmde Cem Garipoğlu’nu canlandıracak oyuncu da bulunamıyor. Oyuncular kötü tepkilerden çekiniyor. İyi oyuncu olmak hep ikinci planda.
Özgü Namal’dan Güllü olur mu?
Aynı günlerde yine bir oyuncuya, Özgü Namal’a saldırılıyor. ‘Hanımın Çiftliği’nin yeni versiyonu ile ilgili herkes bir şeyler
İstanbul selden sonra şimdi de bienal etkisinde. Bienalle paralel olarak yürütülen sergiler ve partiler sayesinde bu hafta çok hareketli geçti. Sanatçılar, sanata yatırım yapan iş adamları ve kadınları, ikoncanlar derken her etkinlikte çok renkli bir kalabalık vardı. Bazılarında birbiriyle hiç alakasız bir sürü isim bir araya geldiği için partiler sönük geçti, bazılarında ise en aklınıza gelmeyecek kişiler aynı mekanda aynı müzikle eğlendi.
Haluk Akakçe’nin daveti
Önce çarşamba günü Haluk Akakçe için Les Ottomans’da verilen parti vardı. İlk parti olduğu için tabii ki herkes oradaydı. Perşembe günü Haluk Akakçe’nin ‘Reenkarnasyon’ adlı sergisi Tepebaşı’nda Nupera’nın binasındaki Tabanlıoğlu Mimarlık’ın ofisinde açıldı. Sergiye gelen herkesin ortak hissi ‘Ben de böyle bir ofiste çalışmak istiyorum’ oldu. Bunda merkezi olması kadar yüksek tavanların da etkisi vardı. Haluk Akakçe’nin bu çalışmaları şimdiye kadarkilerden çok farklıydı. Ne kadar pozitif bir his verseler de, isimleri ne kadar eğlenceli olsa da şimdiye kadar en çok beğendiğim Haluk Akakçe işleri değildi.
Gece boyunca en çok Akakçe’nin çalışmalarının inanılmaz değer kazandığı konuşuldu. Hatta serginin daha ilk
Starbucks ve Deniz Berdan işbirliğinden sonra şimdi yeni bir ‘sinerji’ durumu daha ortaya çıktı. Hatırlayacaksınız, Starbucks sağlıklı yaşam için Deniz Berdan’dan 3 yiyecek tarifi alıp, bir tanıtım daveti düzenlemişti. Şimdi yeni bir şaşırtıcı tanıtım daha var, Sony PlayStation 3 ve Eda-Bora ikilisi.
İlk başta şaşırıyor insan, Oya-Bora ikilisi gibi bir müzik grubu zannediyor. Sonra biraz daha dikkatli bakınca isimleri görüyorsunuz, Eda Taşpınar ve Bora Kozanoğlu.
Bu isimlere karşı hiç negatif hissim yok. Hatta ikoncanlar arasında Eda’nın her zaman ayrı bir yerde olduğuna inanırım. Sırf böyle giyinmeyi seviyor ve kendine yakıştırıyor diye onu yargılayacak değilim. Biliyorum, Eda özenti değil. Ortaokulda da böyleydi, hâlâ böyle. CNNTürk’teki programı Trendikon’da da gayet başarılı. Yeni sevgilisi Bora Kozanoğlu ise ülkemizin rüzgâr sörfü şampiyonu. Tamam, ikisi de genç ve fotoğrafa gelen insanlar.
Her ünlü her markaya yakışır mı?
Onların yerinde kim olsa iyi bir teklife hayır demezdi. Gerçi sonradan duydum Eda Taşpınar tanıtıma katılmaktan vazgeçmiş. Ona kocaman bir artı puan.
Koskoca Sony, tanıtım yaparken ‘Eda Taşpınar ve Bora Kozanoğlu’nun da katılacağı tanıtım
Bodrum ramazan nedeniyle sezonu erken kapatmış. Kimse artık ramazanda eğlenirken ortalarda gözükmek istemiyormuş. Muş muş muş...
Seneye ramazan ağustosa denk gelecek, turizm için durum daha da vahim olacak deniliyor. İşte biz gerçek durumu ancak seneye görebileceğiz. Çünkü şu anda zaten sezon sonundayız. Dün okullar (hepsi olmasa da, bir kısmı) açıldı. Eylül her ne kadar Ege ve Akdeniz’de tatil için en güzel ay olsa da her zaman sezonun sonudur.
Nasıl mı bu kadar eminim sezonun bittiğinden? Çünkü Yunan Adaları’ndan bildiriyorum. Hem de tek bir adadan değil. Tam 7 adayı turluyoruz.
Her adada yerli kiminle konuşsak, ‘Sezon bitti ama bu ara en iyi yer şurası olur’ diye tavsiyeler veriyor. Sanırsınız, Yunan Adaları’na da ramazan gelmiş. İn cin top oynuyor. Bodrum ve Çeşme’den ramazan nedeniyle Yunan Adaları’na akın etmiş Türklere de rastlamadık. Şimdi turumuzu sizin için baştan alıyorum.
Kos ve Delos
İlk durak Kos. Turgutreis’in tam karşısı. Kos’ta Osmanlı etkilerini, camileri hâlâ görebiliyorsunuz. Aslında Çeşme gibi bir yer. Tek fark, gittiğiniz en sıradan kahvede bile çok iyi servis alabilmeniz, hem de bizdekinden çok daha ucuz fiyatlara. Burada alışveriş deyince akla