Geçen hafta Esma Sultan’da dünyaca ünlü müzayede evi Sotheby’s’in bir daveti vardı. Londra’daki Sotheby’s’de ilk defa çağdaş Türk sanatçıların eserleri 4 Mart’ta satışa çıkacak. Bu müzayedede yer alan eserleri görmek için sanatçılar, galeri sahipleri ve koleksiyonerler Esma Sultan’a koştu.
Kimler yoktu ki... Bir yanda Ömer Koç ve annesi Çiğdem Simavi, diğer yanda Leyla Alaton-Mehmet Günyeli çifti... Diğer köşede Ender Mermerci, Monik Benardate, Feryal Gülman... Başka bir köşede Türkiye’nin en büyük resim koleksiyonerleri Nezih Barut ve Saruhan Doğan... Aralarda da genç sanatçılar ve galeri sahipleri farklı giyim tarzlarıyla hemen dikkat çekiyor.
Eserlerin değeri artacak
Bu davet neden mi bu kadar önemli? Burhan Doğançay, Erol Akyavaş, Mehmet Güleryüz gibi herkesin tanıdığı isimlerin de, Suat Akdemir, Elif Uras, Alp Sime, Taner Ceylan gibi daha genç sanatçıların eserleri de ilk defa yurtdışında, önemli bir müzayedede satışa çıkarılıyor.
Bu ne demek oluyor? Çağdaş Türk sanatçıların eserlerinin değeri artacak. Yabancıların müzayedeye ne kadar ilgi göstereceği bilinmiyor. Ama Türk koleksiyonerler daha önce çok uygun fiyatlara topladıkları eserlerin değerini yükseltmek için
Recep İvedik filmini beğenirsiniz beğenmezsiniz. Bu bir zevk meselesi. Diyecek bir şey yok. Recep İvedik’e burun kıvırıp da sonra televizyonda denk gelip kahkahalar atan tanıdıklar da var. Recep İvedik komik ve sinir bozucu bir tip. Benzerlerini de sık sık görebiliyoruz sokaklarda. Bunları izleyince, gördükçe biz de öyle mi olacağız? Tabii ki hayır. Gülüp geçeceğiz.
Şimdiki çocuklar çok ileri
Peki ama çocuklar? Onlar nasıl olsa etkilenir diye önce 13 yaş sınırı getirildi. Bu kararları alanlar şimdiki çocukların nasıl olduğunun hiç farkında değiller herhalde diye düşündüm. Yeni nesil çok zeki, bizden çok daha ileride. Unutmayalım, onlar internet ve cep telefonuyla doğdu.
Daha 3-4 yaşında bilgisayar kullanabiliyorlar. Bana komplike gelen iPhone’un bütün numaralarına hakimler. İster fotoğrafları çeviriyorlar, ister film izliyorlar anne-babalarının iPhone’larında. Kabul edelim, teknolojiye bizden çok daha yakınlar. İnternetten korsan film indirmeyi de, yasak olmasına rağmen youtube’a girmeyi de daha çok küçük yaşlardan itibaren biliyorlar.
Bu çocuklara yasak masak sökmez. Sinemada Recep İvedik izleyemeyen evde bir yolunu bulur izler diye düşünürken yine bir tek bizim
Son günlerin en popüler oteli W. Çarşamba partileri artık cuma geceleri de yapılıyor. Otelin lounge’u tam bir gece kulübü gibi. Hatta bu kışın Reina’sı oldu diye bile konuşuluyor.
Lounge’un üst katında dünyaca ünlü bir Uzakdoğu restoranı var. Spice Market, kendisini dünyaya kanıtlamış şef Jean-Georges Vongerichten’in restoranı. Bu kadar çok ödüle rağmen sürekli yenilikler peşindeler. İşte bu yenilikleri görmeye, tadım mönüsünü denemeye Spice Market’e davetliydim.
Spice Market’in mönüsü yenilendi
Jean-Georges’un ekibinden Lia Bardeen iki haftadır İstanbul’daydı. Lia, Jean- Georges’un restoranlarına aşçı yetiştirmek için açtığı Culinary Concepts adlı okulda eğitmen. İstanbul’da mönüye yeni lezzetler katmış. Zaten farklı ülkelerdeki Jean - Georges restoranlarına gidip lokal lezzetlerle yeni yemekler yapmak konusunda uzman. Bir fırında pancar salata yapmış, zeytin ve beyaz peynir ile tam Türk damak tadına uygun olmuş. Börülceli turp salatasıyla sunulan çıtır çupra da bize çok yakın bir tat. Spice Market’in mönüsünde her zaman en çok sevilen yemekler karabiberli karides ve kişnişli yoğurtla sunulan baharatlı tavuklu samosasa da bu tadım mönüsünde yer vermişler.
Geçen akşam televizyon karşısında zaplarken Kanaltürk’te yeni bir programa denk geldim. Adı: Krizdeyiz. Gazeteci Rahşan Gülşan ailelerin harcamalarını değerlendiriyor.
Adından da anlaşıldığı gibi Yemekteyizvari bir yarışma. Çünkü burada da yarışmacılar şuursuz. Biri her ay kozmetiğe 600 TL harcıyor, diğeri bir haftalık tatilde aylık gelirinden daha fazla olan 7000 TL harcıyor. İşin komik yanı kimse nereye ne kadar harcadığının farkında değil. “Taksitlere böldük, hiç anlamadık” diyorlar. Rahşan Gülşan, “Bu kadar da harcanmaz ki, kozmetiğe harcadığınız parayla ev alınır” diye fırçalıyor yarışmacıları.
Yarışmacıların arasında da tartışmalar çıkıyor. “Bak senin kozmetik masrafın yüzünden” diyor adam karısına, karısı da “Yok asıl senin bilmemne masrafın gereksiz” diyor. “Sen öyle harcamasaydın şimdi villa alırdık” diye birbirlerine giriyorlar.
Rahşan Gülşan da nelerden tasarruf yapabileceklerini, daha çok para biriktirmeleri gerektiğini biraz azarlayarak anlatıyor. Yarışmanın sonunda en çok tasarruf yapan 10 bin TL kazanacak.
İstanbul’da konuşulan mekânlar son yıllarda hep aynı. Ya şubeler açılıyor, ya da eski restoran ve gece kulüpleri allanıp pullanıyor. Bazen dekor değişiyor, bazen de isim. Ama sonuç genelde çok farklı olmuyor. Oysa artık biraz değişiklik istiyoruz. Tıkış tıkış yerlerde eğlenmek istemiyoruz. İşte bu yüzden bu hafta sonu daha az bilinen yerleri gezdim.
Kuzguncuk’ta yeme-içme adresleri
Önce Kosinitza’yla başlayalım. Kuzguncuk’ta çok şirin bir restoran. Zaten Kosinitza Kuzguncuk’un eski adıymış. Mönüde daha çok deniz mahsulleri öne çıkıyor. Ama bildiğiniz meyhane ya da balıkçılara benzemiyor Kosinitza. Daha çok bir İtalyan trattoria’sı havasında.
Biz cuma akşamı iki kişi gittik. Bu kadar küçük olduğunu tahmin etmediğimiz için ve tabii son dakika karar verdiğimiz için rezervasyon yaptırmamıştık. Meğer 28 kişilikmiş. İçerisi doluydu. Kapının ağzında iki kişilik bir masa vardı, oraya oturduk.
Ortada mezeler duruyor, aralarından seçiyorsunuz. Üçlü ya da beşli olarak çok şık servis tabaklarında geliyor. Mezelerden favorimiz taze sardalye yaprak sarma. Sonra sıcaklardan taze ahtapot ızgara, ana yemek olarak da kömür ateşinde ızgara deniz tarağı ve sinarit yedik. Ana yemeklerin
Pazartesi akşamı NTV’de Okan Bayülgen’in Sade Vatandaş programını izlediniz mi? Konu tamamlayıcı tıp vs. modern tıp idi. Konuklar Özer Uçuran Çiller, Ferhan Efeçınar ve Prof. Dr. Kerem Doksat’tı. Tamamlayıcı tıp ile ilgilenen konuklar modern tıbba karşı değildi, ama tıp tedavisinin yanında düşünce gücünün de önemli olduğunu anlatıyorlardı. Prof. Dr. Kerem Doksat ise tamamlayıcı tıbbın bilimsel olmadığını savunuyordu, diğer iki konuğun kitaplarını da, söylediklerini de eleştiriyordu. Çok ilgi çekici bir tartışma olabilirdi. İsteyen istediğine inanabilirdi. Ta ki Prof. Dr. Kerem Doksat sazı eline alana kadar.
Bir psikiyatra yakışmadı
Daha en baştan saldırmaya hazırlanıp gelmiş gibi bir hali vardı. İnternet sitesinde de acımasızca eleştirdiği Çiller’e hiç durmadan yüklendi. Ben Çiller’in avukatı değilim. Ama konu düşünce gücüyken, “Siz zaten Mevlana’nın torunu da değilsiniz, Murat Bardakçı’ya sordum” deyip cep telefonunu çıkarıp “Ararsam görürsünüz” demenin ne yeri ne de zamanıydı. Bu arada Çiller’in neden “Murat Bardakçı’yı değil de Ertuğrul Özkök’ü arayın” dediğini anlayamadım. Konu yeni çıkan bir kitaptı, kitap yerine Çiller’in soyağacından girip derin devlet ilişkilerinden
PERŞEMBE akşamı 29 Les Ottomans’daydım. Bir ay kadar kısa bir sürede açılmış bir restoran gibi değil. Sanki hep vardı gibi, daha oturmuş. Bütün müşteriler Ahu Aysal ve Fadıllıoğlu ailesinin evinde konuk gibi. Ev sahiplerini tanımıyorsanız bu durum size ilginç gelebilir. Bir masada Zeynep-Metin Fadıllıoğlu, Cem Hakko-Ronit Gülcan’ı ağırlıyordu. Bir masada Ahu Aysal Belma Simavi’yle yemekteydi. Arka masamızda Şarık Tara ve ailesi... Başka bir masada da Selin Fadıllıoğlu ve arkadaşları... Yemekler 29’dan farklı ama lezzetli. Mönü makarna, risotto, pizza ağırlıklı. Makarna fiyatları 30 TL civarında, et ya da balık yemeklerinin fiyatları 70 TL’ye geliyor. Mönü biraz daha çeşitlendirilebilir gibi geldi bana. Özellikle başlangıçlarda daha çok seçenek olabilir. Bir tek tiramisu bana fazla kremalı geldi, onu da görevliye söyleyince volkanla (içinden çikolata akan kek) telafi ettiler.
CUMA akşamı program çoktu. Adriana Lima Al Jamal’de. Bu da demek oluyor ki içeride sigara içilmeyecek. Adriana Lima sayesinde bizde ilk defa dumansız eğlenebileceğiz diye sevindik. Hakkasan’da Devrialem ve Lounge 102’nin düzenlediği “Chinese New Year” partisi vardı. Devrialem’in partileri meşhurdur. Hani şu
Barack Obama için düzenlenen konseri izlediniz mi? Bu satırları okurken yemin törenini de izlemiş olabilirsiniz. Peki ya Tayyip Erdoğan’ın Brüksel’deki konuşmalarını izleme şansınız oldu mu? Simultane tercümanlar herhalde ne diyeceklerini epey düşünmüşlerdir. “Göbeğini kaşıyanlar”dan “Sen anca başını salla”ya kadar tercüme etmesi zor, karşı tarafın anlaması pek mümkün olmayan fırçalar atılmış. “Aslında bizim dilimizde tam bu duruma göre söylenecek güzel bir söz var. Ama burada olmaz”ı böyle bir ortamda tercüman olsam tercüme etmeye utanırdım. Ama yapacak bir şey yok. Lafı edenler utanmadıktan sonra.
Bir de vatandaş tepkilerini okudukça şaşkınlığım daha da artıyor. “Kendini ezdirmedi”, “Lafı nasıl soktu” türünde yorumlarla artık uluslararası politikamızın tam bir mahalle kavgasına dönüştürülmesini destekleyenler de var maalesef.
Tam da bunları düşünürken NTV’de Obama konseri başlamaz mı? O nasıl bir coşku, nasıl bir birlik beraberlik durumu? Buz gibi havada herkes sokakta hep bir ağızdan şarkılar söylüyor. Obama’nın müslüman kökenli olması kimseyi rahatsız etmiyor. Çünkü o biz siz ayrımına girmiyor. ABD’nin gelmiş geçmiş en kötü başkanından çok kötü durumda bir ülke teslim