Hadi artık yaz gelsin!

31 Mart 2009

Krizler, helikopter kazası, seçimler derken hepimiz dört gözle yazı bekliyoruz. Sanki yaz gelecek de bütün dertler bitecek.
Allan Carr’da sigarayı bırakma seminerlerine gidenler anlatıyor. Bir örnek veriyorlarmış, canınız sıkıldığında sigara yakmak istiyorsunuz diye. Sigarayı içiyorsunuz, bitiyor, e sonra bir bakıyorsunuz sorunlar bitmemiş, hâlâ orada duruyor. 
Evet yazla sigara mukayese kabul etmez ama bizde de sıkıntılar tamamen geçmeyecek, biliyoruz. Yine de ben yazı dört gözle bekleyenlerdenim. Yaz öncesi yapılacakların listesini şimdiden yaptım.
Önce MAC Gmall’a gidilecek, metabolizma ve koşu bandında maksimum kaloriyi yakmak için kaç hızla koşulması gerektiği hesapları yapılacak. Sonra Astoria’ya gitmeye üşenilmeyecek ve Anantara Spa’da ara verilen pilatese başlanacak. Bu arada da sağlıklı beslenme konusunda bol bol çalışılacak.
Sağlıklı beslenme zor iş. Ne kadar niyetli olursanız olun sizi baştan çıkaracak bir şeyler oluyor. Ya da bulunduğunuz yerde imkânlar kısıtlı olabiliyor.

Rafinera nedir?

Yazının Devamı

Facebook bitti, yaşasın Twitter!

26 Mart 2009

Dünkü gazetelerde Twitter’ın adı geçen haberleri gördünüz mü? Jennifer Aniston, John Mayer’den ayrılmış. Nedeni John Mayer’in kendisini çok ihmal edip bütün zamanını Twitter ile geçirmesiymiş. Hayır, Twitter Twiggy gibi bir manken falan değil. Yeni bir sosyalleşme akımı...
Ashton Kutcher, Demi Moore’un bikinili fotoğrafını Twitter’da yayınlayarak internete sızdırmış. Fotoğrafın altına da karısına övgüler yağdırmış. 
Peki ama bu Hollywood yıldızlarının hayatını karıştıran yakında bizim de hayatımızı karıştırmaya başlayacak olan Twitter ne?
Obama da kullanıyor
Twitter aslında bir mikro blog. Anında kısa mesajlar yollamanızı ve almanızı sağlıyor. 140 vuruşluk mesajlarla ne yaptığınızı eşe dosta anlatıyorsunuz. Hem cep telefonundan hem de bilgisayardan mesajlar yollayabiliyorsunuz. iPhone ve Blackberry için özel programı da var. Ama sadece SMS ile de Twitter’ı kullanabiliyorsunuz. Zaten Amerikalılar internetin SMS’i diyorlar Twitter için.
Twitter’ın diğer sosyalleşme sitelerinden en büyük farkı mesajlaşmak için internet

Yazının Devamı

”Madonna’nın pilates hocası” benim için bitmiştir!

24 Mart 2009

Spor salonlarından mailler yağıyor, “Madonna’nın pilates hocası geldi, kaçırmayın!” diye. Başlarda iyi niyet ve merakla bakalım bizimkilerden farklı ne yapıyorlar diye takip ediyordum. Her gittiğimde bir hayal kırıklığı ve sevgili Eren hocanın (hani sabahları TV 8’de Ebru Şallı’yla birlikte pilates yapan güzel kız) hepsinden daha iyi olduğu hissi... Yine de uzun süre yılmadım. Çünkü bizim Ebru Şallı’yı beğenmeyen spor hocaları, uzmanları vs. bu yabancıları öyle bir ballandıra ballandıra anlatıyor ki...
Yine dayanamadım,  son gelen hocanın dersine de gittim. İlk hayal kırıklığı hocayı görünce oldu. Kat kat göbek bağlamış, şişman bir spor hocası nedense bana inandırıcı gelmedi. Spor hocası ve diyetisyen fit olacak ki sizi motive edecek. Tabii ki hastalıklar sonucu durum farklı olabilir. Ben de hemen kendisini ABD’den getirenlere bir sakatlık ya da hastalık geçirip geçirmediğini sordum. Aldığım cevap şu oldu: “Eğitmenler spor yapmaya zaman bulamıyor. Kimseyi dış görünüşüyle yargılamamak lazım. Pilates Ebru Şallı’nın programı demek

Yazının Devamı

Büyük adamlar büyük aileden mi çıkar?

19 Mart 2009

3 yaşındaki çocuk biraz şımarıklık yapar. Babası da artık dayanamaz ve kızar. Bu durumda 3 yaşındaki çocuğun ne yapmasını beklersiniz? Ağlar falan değil mi?
Bizimki hiç bozuntuya vermez ve der ki “Ben anneanneme gideceğim”. Gidiş o gidiş. Üç gün anneannede kalır ve sonra babasının artık onu özlediğinden ve şımarıklık yapsa bile kızmayacağından emin bir halde evine döner. Daha 3 yaşındadır, ama herkesi kendi avucunda oynatmaya çoktan başlamıştır.
İşte çocukların hayatında büyük aile olmanın, kapıyı çarpıp gidebileceği bir yer olmasının verdiği özgüven çok başka.
Okan Bayülgen Obama’nın izinde
Heyecanla baba olmayı bekleyen Okan Bayülgen doğacak çocuğu için bütün aileyi bir araya toplamaya çalıştığını anlattı birkaç gün önce. Annesini Bodrum’dan getirecek, kayınvalide ve kayınpederi ise Ankara’dan... Özetle diyor ki, büyük adamlar büyük ailelerden çıkar.
Okan Bayülgen’in bu açıklamasıyla ilgili çocuk sahibi ya da torun sahibi kiminle konuşsam “Ne akıllı adam, çok doğru yapıyor” dedi.
Bizim aile yapımızda anneanneler, babaaanneler ve dedelerle aynı evde oturmak zaten var. Artık biraz biraz kendisine dönen ve torunlarla çok da ilgilenmeyen aile büyükleri de oluyor. Ama

Yazının Devamı

Hafta sonu notları

17 Mart 2009

Cuma akşamı Teşvikiye The House Cafe’de yemekle başlayıp sonra Nupera’ya geçtik. Nupera’yı bu sezon ilk defa bu kadar tıklım tıklım gördüm. Coşkun Uysal’ın Moreish’i de, Elif Yalın’ın Delicatessen’i de, alt katta uzun zamandır kapalı olan ve şimdi Fatoş Sılan’la birlikte tekrar açılan kulüp de doluydu. Delicatesssen’de Burcu Esmersoy’dan Güneri Cıvaoğlu’na havalı bir kalabalık vardı. Alt kattaki NuClub’da da eski Nuperacılar hasret gideriyordu.

Mick Jagger’ın damadı 29’da çaldı
Nupera’dan sonra Ulus 29’a geçildi. Club 29’da Mick Jagger’ın eski model, yeni mücevher tasarımcısı olan kızı Jade Jagger’ın kocası çalacaktı. Gördüğünüz gibi DJ’in adını kimse telaffuz etmiyor. Mick Jagger’ın damadı ya da Jade Jagger’ın kocası deyip geçiliyor. Oysa Dan Williams, çok ünlü bir İngiliz DJ. Los Angeles’tan İbiza’ya dünyanın her yerinde havalı partilerde çalıyor. Hatta Kate Moss Cannes Film Festivali’nde Dan’in marjinal müziğine bayılmış. Ama bizimkiler Dan’in müziğinden Kate Moss kadar etkilenmedi tabii. Dan’in müziği fazla gelince Club 29’da Türkçeler çalmaya başladı. Artık onları da Jagger’ın kocası mı seçti, sanmam.

Hakkasan’da apple martini
Ertesi gün yemeğe Hakkasan’a gittik.

Yazının Devamı

Dünyanın en iyi restoranı zehirlenme krizini nasıl aştı?

12 Mart 2009

The Fat Duck, dünyanın en iyi gurme restoranlarından biri. En azından çok yakın bir zamana kadar öyleydi. El Bulli’den sonra dünyanın en iyi ikinci restoranı seçilmişti. Hatta “Dünya üzerinde yemek yenecek en iyi yer” seçilmişliği de var. İngiltere’nin 3 Michelin yıldızlı üç restoranından biri. Burada yemek yiyebilmek için aylar öncesinden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Degüstasyon mönüsünün fiyatı kişi başı 130 Sterlin (yaklaşık 325 TL).
The Fat Duck gurmeler için çok önemliydi. Derken bir şey oldu ve tam 400 kişi The Fat Duck’ta zehirlendiğini açıkladı. Gıda zehirlenmesi mi, sabotaj mı diye uzun uzun tartışıldı. Peki ama böyle bir durumda ne yapılır?
Restoranın sahibi şef Heston Blumenthal 40 kişinin zehirlendiği haberini alır almaz kendi isteğiyle restoranını geçici bir süreyle de olsa kapattı. 500’den fazla rezervasyonu kendi isteğiyle iptal etti. Mönüdeki her yemeğe ve hatta tüm çalışanlara test yapılmasını sağladı. Zehirlenenlerin hepsini tek tek arayıp özür diledi. Gerekli testler yapıldıktan ve sorun ortadan kaldırıldıktan sonra hepsini tekrar The Fat Duck’a davet etmek istediğini ve onlara sürprizleri olacağını açıkladı. En önemlisi de çok üzgün olduğunu, geceleri

Yazının Devamı

Yataklı trende 12 saat

10 Mart 2009

Amsterdam’dan Zürih’e gidilecek. Uçakla 1-1,5 saat sürüyor. Trenle 12 saat. Hangisini seçersiniz? Biz treni seçtik, hem macera olsun, hem uçak olmasın, hem de nasılsa gece uyuruz diye.
Buradaki trenler süper konforlu. İki kişilik vagonda ranza, tuvalet, duş, oturma grubu bile bulunuyor. Daha önce anlattığım Schiphol’deki tasarım otel Citizen M’in odaları kadar büyük çift kişilik vagon.
Trende mum ışıklı romantik bir restoran ve bar da var. Hareket eder etmez herkes bu restorana koşuyor. Mönüde yok yok. Bar çok hareketli, ama vagonda da 24’ün yeni bölümleri bizi bekliyor.
12 saat çufçuf gidiyorsunuz. Tren gece yarısı o kadar hızlanıyor ki uyku muyku kalmıyor. Cin gibi oluyorsunuz. Hem gürültüden hem hızdan. Trenden indikten sonra daha epey sallanmaya devam ediyorsunuz, tekneden inmiş gibi oluyorsunuz.
Sabah tam tren sakin sakin gitmeye başlamışken, siz de uykuya dalmak üzereyken kapınız çalıyor ve kahvaltınızı getiriyorlar.
Dönüşte trene biniyor muyuz? Hayır, bir 12 saatimiz daha yok, ama olsa kesin trene binerdik.

Yazının Devamı

Yine uçağa bindim

5 Mart 2009

Amsterdam’dan dönüş kolay olmadı. Birkaç kadeh beyaz şarap olmasaydı daha da zor olacaktı. Sonra pazartesi günü tekrar uçağa bindik. Başta sakindim. Şimdiye kadar hiç uçak korkum olmadığı halde inişe geçerken çok gerildim. Uçak kazaları yakınımıza geldikçe, hastanede yaralıları gördükçe havada gerilmemek imkansız olacak gibi gözüküyor.
Bir de siz bu kadar hassasken kabin görevlilerinin elinizde cep telefonunu görünce kapatmanız lazım demesi daha da sinir bozuyor. Bizim telefon uğruna kendimizi tehlikeye sokacak halimiz mi var?
Yeni cep telefonlarının hepsinin uçuş modu var. Bunu herhalde boşuna yapmıyorlar. Uçuş modunda telefondan müzik dinleyebiliyorsunuz, film seyredebiliyorsunuz. Bunun da bir sakıncası varsa söylesinler de bilelim.

Schiphol’de tasarım otel
Amsterdam’da hastane-havaalanı ve havaalanının yanındaki otel arasında günler geçiyor. Acıları biliyorsunuz, bir de size Schiphol’ün yanındaki Citizen M oteli anlatayım.
Citizen M, ödüllü bir tasarım otel. Biz alelacele içeri girdiğimizde lobideki bilgisayarlardan kendi kendimize check-in yapacağımızı gördüğümüzde bir de bu eksikti dedik. Ama sonradan anladık,1 dakikada kendi check-in’inizi yapmak normal şartlar altında

Yazının Devamı