İzmir’de hoşuma giden bir konsensus oluştu. Birkaç girişimci bir araya geldi ve Teknopolis adında bir bilişim şirketi kurdu. Teknopolis geleceği kazanmak, geleceği yakalamak istiyor.
Bunun için birkaç kişinin katkısı değil, mümkün olduğunca çok ortaklı bir oluşum yaratmak isteniyor. 50’den fazla birey, daha doğrusu girişimci...
Çok fikir demek, Teknopolis’in de hızlı büyümesi demek. Özellikle dijital platformlarda bilginin yayılması, bilginin paylaşılması çok daha önem kazanıyor. Peki bu konsensusun ilk girişimi ne oldu?
Yani video tabanlı bir web sitesi...
Buraya
Müthiş bir sessizlik var. Duyarsızlık demek belki de daha doğru...
Türkiye tarihinin en zor dönemlerinden bir tanesinden geçiliyor, demokrasinin en önemli unsurlarından biri olan sivil toplum örgütlerinden tepki yok.
Her türlü iddia kamuoyunda paylaşılıyor, kurumlar zedeleniyor, olmazsa olmaz birtakım değerlerimiz yok ediliyor, tırpanlanıyor ama yine de bir ses çıkmıyor.
Adalet zarar görüyor, hukuku dinleyen yok.
İşine gelen kararlara saygı gösteriyor, işine gelmeyen veryansın ediyor.
İlle de taraf olmanız isteniyor.
Bir tarafın yanında olmanız, o
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Sivaslılara sesleniyor:
“Değerli Sivaslılar, sondaj makinelerinizi hazır edin. Daha derine inecek, sondaj makineleriyle deleceğiz. Daha önce sondaj 20 bin metreydi, şu an 200 bin metreyi geçti, hedefimiz 1 milyon metre sondaj. Özellikle Ege Bölgesi’nde jeotermal, doğalgazla yarışabilecek durumda...”
Son derece yerinde bir tespit...
Tamam da...
Bunun için ne yapılmış, geriye dönüp bakmak lazım.
Enerjinin giderek önem kazandığı, dünyadaki oyunların bu alanda olduğu bir dönemde yerel kaynaklardan yeterince yararlanmamak bir çelişki değil mi?
Doğalgaza endeksli bir enerji politikası ne kadar geçerli olabilir?
Öğrenci Seçme Sınavı (OSS) listelerini farklı farklı yorumlayanlar var.
Bazı çevreler liseleri bitirenlerin sınav sonuçlarına göre İzmir’in kötü olmadığını savunuyor, bazıları da ayırt etmeden o ilden giren herkesin başarı derecesine girmesi gerektiğini söylüyor.
İkinci görüşte olanların listesine göre durum kötü... Hatta felaket...
Geriye gidiş 2003’te başlıyor.
İzmir o yıl 11’inci, 2004’te 10’uncu, 2005’te 15’inci, 2006’da 31’inci, 2007’de 37’nci olabiliyor.
Bu kez ise 52’inci...
Hangi listeyi kabul ederseniz edin, bu fotoğraf benim
Şu su meselesine uzun zaman girmek istemedim. İzleyip yaklaşımların, açıklamaların seyrini görmek istedim.
Her şey tam düşündüğüm gibi oldu. Medya Ankara’ya Kızılırmak suyunun verilip verilmediğini tartıştığı bir günde, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek çıktı ve dedi ki...
“Siz bize değil asıl İzmir’in suyuna bakın...”
Bir anda gözler İzmir’e çevrildi.
Kimse “Sayın Başkan, İzmir’i de tartışırız ama sen gel şu Kızılırmak meselesini bize anlat” demedi.
Kuraklığın etkilerini giderek artırdığı bir dönemde
Bazı ünlü sporcuların aktif hayatlarını tamamladıktan sonra siyasete girmeleri görülen bir şey... Çoğu özellikle de futboldan kazandıkları para daha cazip geldiği için teknik direktör olarak yoluna devam ediyor ama siyaseti de tercih edenler yok değil.
Örneğin geçen yıl Fenerbahçe’yi çalıştıran Zico, 199092 yılları arasında Fernando Collor de Mello hükümetinde Spor Bakanlığı yapmıştı.
Türkiye’de F.Bahçe Teknik Direktörü olarak Zico kendini bir türlü spor basınına kabul ettiremese de Brezilyalılar hala ünlü futbol adamının
Sayıştay’ın raporu ortada... Büyükşehirlerdeki imar yapısı tam bir felaket...
Düzensiz ve kaçak yapılaşma almış başını gitmiş.
İstanbul’un yüzde 70’i, Ankara’nın yüzde 40’ı, İzmir’in yüzde 60’ı kaçak...
Bunlar tespit edilebilenler...
Yani ben bu oranın çok daha vahim olduğunu düşünüyorum.
İstatistikte Türkiye’nin son yıllarda müthiş bir aşama kaydettiğine inanıyorum ama yine de birçok konuda olduğu gibi şehirleşme alanındaki rakamların tam anlamıyla gerçeği yansıttığını düşünmüyorum.
Demek ki ortada sıkıntılı bir
Emekli öğretim görevlisi Ömer Faruk Kara diyor ki... “Kültür balıkçılığı Türkiye kayıtlı balık üretiminin ancak yüzde 20’sini üretiyor. Bu üretimde en büyük girdi bilindiği gibi yemdir. Oysa doğadan üretilen balığın en büyük girdisi mazottur. Önemli olan, canlı sucul kaynaklardan optimum sürdürülebilir düzeyde avcılık yapıp yapamadığımızdır. Bu da bir yarımada olan ülkemizin bir balıkçılık politikasının olup olmadığıdır. Eğer bir balıkçılık politikası varsa, bu politika, teorik ve uygulamalı deniz biyolojisi, balıkçılık biyolojisi veya su ürünleri eğitim özgeçmişine sahip kişilerin yönetiminde midir? Bu sorunun yanıtı maalesef hayır. Balıkçılığımız, 1972 yılından beri Tarım Bakanlığı bünyesinde bazen genel müdürlük, bazen sıradan bir daire düzeyinde günümüze kadar icraat yapmıştır. Genelde ziraat mühendislerine istihdam yaratmak için kurulan su , Tarım Bakanlığı’ndan alınıp asıl sahiplerine verilmiyor. Bakanlıkta müsteşarından daire başkanına