Siyasette en önemli soru şu... Son gelişmeleri, Anayasa Mahkemesi kararını kalıcı bir uzlaşmaya çevirebilir miyiz?
Bunun cevabını önce siyasilerin vermesi gerekir.
Başta da hükümetin...
İcraatın başında olanlar herkesten daha fazla sorumludur.
Çünkü olaylara yön veren, gelişmeleri sürükleyen hükümettir.
Ama değişim tüm aktörlerin görevidir.
Buna muhalefet de girer, Meclis’te bulunan, bulunmayan diğer partiler de...
Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararı iyi okumak gerekir.
AKP, kapatılmaktan 2001 yılında yapılan Anayasa değişikliği sayesinde 1 oy farkla kurtuldu. Ancak 11 üyeli mahkemenin 10 üyesinin verdiği oylarla AKP’nin “laikliğe aykırı eylemlerin odağı” olduğuna karar verildi.
Yani AKP suçlu ilan edildi ama mahkûm edilmedi.
Anayasa Mahkemesi’nin çok net bir mesajı daha var.
2002’den beri iktidarda olan partiye “kırmızı çizgilere dokunma” uyarısı yapıldı.
Başbakan ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Madrid’te yaptığı “Velev ki siyasi simge...” sözü bu görüşün olgunlaşmasında en önemli delil olarak görüldü.
Yine Meclis’te yapılan türban değişikliği, “kırmızı çizgilerin aşılması” olarak yorumlandı.
Dün kaldığım yerden devam edeyim. Ege Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nin “ESİAD Yaşam” dergisindeki “İyi ki gavur İzmirliyiz...” başlığı çok tartışıldı. Haberi yapan editör kadrodan hangi mantıktan yola çıkarak bu yazıyı hazırladıklarını sordum.
Bana şöyle bir not ilettiler.
* * *
“İzmir birçok kültürün özellikle de Levantenlerin asırlar boyu, bir arada dost ve kardeşçe yaşadığı, bunun ticaret hayatına olumlu yansıdığı ve Avrupa’yı bir zamanlar kendine hayran bıraktıran bir kent olduğu yönündeydi. ‘İyi ki gavur İzmirliyiz’ sloganıyla aslında anlatmak istedikleri tam buydu. Başka hiçbir art niyet aramamak gerekir, çünkü doğal olarak sürecin en yakın tanığıyız.
Kapak konusunun ana fikri ise şöyle doğdu:
Türkiye gittikçe ithalata kayan bir ülke oldu. Üretimin artırılması gerekiyor, ancak Türkiye’de piyasa aktörleri, hükümet yetkilileri, reel sektör hep bunu söyleyip duruyor ama Türk sermayesinin atılım
Ege Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nin yeni dergisi “ESİAD Yaşam” çıktıktan sonra tartışma yarattı.
Konuşulan dergiler yapmak gerçekten zordur.
Peki hangi konu bu kadar gürültü çıkardı?
“İyi ki gavur İzmirliyiz...” başlığı atılan kapak konusu.
Her gün İzmir’in geçmişini aradığını, gelecek için yeni bir vizyona ihtiyacımız olduğu ve genetik kodlarımızın gelişime, değişime çok yatkın olduğunu konuşmuyor muyuz? Sizi bilmem ama ben bu tartışmaların hep içinde buluyorum kendimi. Şimdi size bu yazıdan bazı cümleler aktaracağım.
Başlık şöyle açılmaya çalışılıyor.
“18 ve 19’uncu yüzyılda Türk, Levanten, Rum, Musevi ve göçmenleriyle Avrupa’yı kıskandıran kent... İzmir’in geleceğini şekillendirmesi için geçmişine bakması yeterli... Avrupa’nın hayran kaldığı şehir: İzmir...”
Pazar günü bir arkadaşım aradı. Dostum uluslararası bir firmanın Türkiye genel müdürü.
Her yıl bir başka ülkede yapılan şirket toplantıları bu sefer Türkiye’deymiş. İstanbul’daki toplantılar bitince şirketin üst yönetimini Çeşme’ye davet etmiş.
ABD’li konuklar Çeşme’ye bayılmış. Alaçatı’yı, Dalyan’ı, Ilıca’yı çok sevmişler.
Pazar günü de kendisine ait yatla birlikte bir yarımada turu planlamışlar.
Yıllardır her zaman gittikleri Eşek Adası’nda bir mola verip, denize girmek istemişler.
Tabii arkadaşlarımızın birkaç defa yazdığımız
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Çağatay Üstün’ün görüşlerine zaman zaman köşemde yer veriyorum.
Üstün’ün şu yaklaşımı üzerinde oldukça fazla düşünmemiz gerekiyor:
“Yozlaşmaları yaşayanlar bu yozlaşmanın yaşatılması ve daha da yaygınlaştırılması için ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar. Oysa yozlaşmaların kimseye sınırsız bir faydası olmayacağını bir gün fark etmek zorunda kalacağız. Etiğin bireyleri doğru kalmaya yönelten gizil bir kuvveti
Eğer bu toplantı bugünlerde değil, AKP’-nin ilk dönemlerinde yapılsaydı ya da 6 yıllık AKP iktidarında farklı uygulamalarda objektif kalınabilseydi bu eleştirileri yapmayacaktık.
Hep hatırlattık.
Hükümet tüm Türkiye’nin hükümetidir.
Türkiye’nin bütün başkanları Türkiye’nin başkanlarıdır diye.
O yüzden seçimlerin bittiği gece seçilenler rozetlerini bir dolaba bırakmalı ve bir dahaki sandık gününe kadar orada muhafaza etmelidir.
Ne yazık ki, bu yapılamadı.
Gelmiş geçmiş bütün iktidarlar aynısını yaptı.
Yıllarca “YÖK kaldırılsın”, “YÖK istifa” dedik.
12 Eylül ürünü olan bu kurumu yerden yere vurduk. Başlangıçta pankartlarda taşınan bu istek, sonraları yüksek sesle dile getirilmeye başlandı.
Yürüyüşler yapıldı, protesto gösterileri sergilendi.
Başka bir üst çatı altında yeniden yapılandırılmasını talep ettik.
Daha demokratik bir üniversite arzu ettik.
Ama olmadı...
Ne iktidarlar buna izin verdi, ne de bürokrasi...