BÜYÜKŞEHİR Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere 27 Mart 1994'teki yerel seçimler sonunda İstanbul'da iş başına gelen başta çeşitli partilere mensup 32 ilçe belediye başkanının büyük bir kısmı mahkemelik. Başkanlar hakkında açılan davalar "görevi ihmal" ve "görevi kötüye kullanmak" suçlamalarına dayanıyor.
Mahkemelik başkanlar arasında Erdoğan gibi DGM'lik, Beşiktaş Belediye Başkanı Ayfer Atay, Avcılar Belediye Başkanı Tahsin Salihoğlu ve Şişli'nin istifa eden başkanı Gülay Aslıtürk gibi ağır cezalık olanlar da var. Başkanlar ve hakkındaki davalar şöyle:
Erdoğan (İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı - FP): Diyarbakır DGM'nin "Halkı sınıf, din, mezhep ve bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmek" suçundan verdiği 10 ay hapis ve 716 milyon lira para cezasının Yargıtay'da görüşülmesini bekliyor. İstanbul DGM Savcılığı'nca bir konuşmasında "bölücülük" yaptığı gerekçesiyle hakkında soruşturma yürütülen Erdoğan'ın, Darülaceze Vakfı ile ilgili bir davada yürütmeyi durdurma kararını uyulamadığı için "görevi ihmal" suçundan bir yıla kadar
FATİH'i bilirim. Ama o Fatih hala benim bildiğim Fatih mi?
Olmadığını söylüyorlar.
Bunu, Fatih Belediye Başkanı Sadettin Tantan'la konuşurken dile getiriyorum.
O, İstanbul'un başkenti gibi anılan tarihi Fatih şimdi Vatikan gibi bir kimlikle anılabilir mi, bu doğru mu?
Tantan buna pek katılmıyor. "İlçenin bir tarih ve kültür merkezi olması için çalıştıklarını, ama zaman zaman engellemelerle de karşılaştıklarını" belirtmekle yetiniyor.
* * *
FATİH'te belediye 300 aileye yemek dağıtıyor.
İSTANBUL Vali ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay 1950 seçimi arifesinde Taksim Meydanı'ndaki seçim mitinginde, CHP lideri İsmet İnönü'ye kürsüden muazzam kalabalığı gösterip;
"İşte Paşam İstanbul" demişti.
Gökay, İstanbul'un adeta cepte keklik olduğunu söylemek istemişti, ama birkaç gün sonraki seçim İnönü ve CHP için hezimet oldu.
Yani İstanbul'un ne yapacağı belli olmaz. Partiler bunu hesaba katıp İstanbul için hizmet taahhütlerini sıralamalılar. Oysa ilk bakışta görünen hizmet taahhüdünden çok, aday bulma yarışının ön plana geçtiği.
* * *
İSTANBUL'un 4 kamburu var.
Önce nüfus: Ülke nüfusu 50 yılda 3 kat artarken, İstanbul'un nüfusu 10 kat artmış.
İSTANBUL'da Vatan Caddesi, Millet Caddesi, Ordu Caddesi ve daha birçok esere baktıkça Adnan Menderes'i hatırlarım.
Sabahın köründe Aksaray'da Vatan Caddesi'nin uç noktasında yıkıntıların üzerine çıkar, açılmakta olan bulvara bakardı.
Biz çocuktuk ama bunu hatırlıyorum.
O zamanlar Türkiye'de Vatan Caddesi kadar geniş caddeler, bulvarlar yoktu.
Onlar bir düşünce, bir ufuk, bir hayal gücü derinliğinin eseri olarak ortaya çıktı.
Ve o tarihten sonrakiler için bir ivme oldu, örnek oldu, bazı şeylerin mümkün olduğunu gösteren destek oldu.
* * *
"SEÇİM" demek "aday" demek.
İşte 9 ay sonra da olsa "seçim" deyince aday adayları pazara döküldü...
Özellikle de belediye başkanlığı için, partiler kimlerin peşinde olduklarını belli ettiler.
Öyle anlaşılıyor ki partiler genellikle kendilerine oy sağlayacağını zannettikleri şöhretleri arıyorlar.
Mesela; alın İstanbul'u ele. Bir süre önce yine bu köşede üzerinde durmuştuk, zamanı geldiği için tekrarda yarar var.
İstanbul kaldırımı çiğnemeyenler; semt semt, çarşı pazar dolaşmayı, görmeyi, izlemeyi, bilmeyi, mukayeseyi zevk edinmeyenler, bu şehri idare edebilir mi?
Bu şehir belediye saraylarından, belediye konaklarından, bürolardan, ofislerden, kokteyl salonlarından yönetilebilir mi?
TÜRKİYE'nin gerçek durumuna bakalım:
* Halkın siyasete katılımı yok.
* Hatta halkın temsili söz konusu değil.
* Parti içi demokrasi yok.
* Liderler diktası, oligarşisi var. Biz ona padişahlık demiştik.
* Bırakın güçlü bir partinin iktidarını, iktidardaki koalisyon bile azınlık.
* Demokratikleşme olmadı, bu gidişle olmayacak.
AFLA ilgili mektup ve faks yağıyor.
İki yazımız da "kader kurbanlarının kurbanları"na tercüman olduğu için memnunlar ve içlerini döküyorlar.
İşte o mektupların tümünü temsil edebileceklerden biri özetle şöyle:
"Ecevitler tarafından gündeme getirilen af konusu ile ilgili yazılarınızı büyük takdir hisleri ile takip ettim.
Ben, kardeşi iki kişi tarafından hiç sebepsiz öldürülmüş bir okuyucunuzum. Doktor kardeşimi vuran köpekler 24 yıl almalarına rağmen infazla birlikte 8 yıl yatacaklar. Bir insanın değeri Türkiye de işte bu.
Bu ülke; hırsızlara, katillere af çıkartırken maalesef düşünce suçlularını içerde tutmakta sakınca görmüyor.
Şimdi size soruyorum. Kardeşinin katledilmesiyle ve katillerin aldıkları az cezalar nedeniyle içi yanan ben, bu katiller affedilirse hapisten çıktıklarında onları mı vurayım, yoksa ......... mi?.."
HARP Akademileri Komutanlığı'nın yayınladığı rapor 28 Şubat sürecinden sonraki en önemli belgelerden biri sayılabilir.
Raporun adı "Özelleştirme ve Türk Silahlı Kuvvetleri."
Raporun özetini Milliyet'in ekonomi sayfasında gördünüz.
Türkiye'de az kalan tarafsız gözlerin gözlemlerini aksettirdiği için rapora herhangi bir belgeden çok daha fazla önem vermek gerekiyor.
* * *
* ÖZELLEŞTİRME, günümüzde özel kesime kaynak aktarım politikalarına dönüşmüştür.
* Özelleştirme ile kamu tekelinden çok daha vahim sonuçlar doğuracak olan özel tekeller yaratılmaktadır.