Türkiye şanssız bir ülke. Çünkü Başbakan Erdoğan’ın farkı vasıflarını adeta sıfırlayan bazı özellikleri var. Peki Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu farklı vasıfları neler?
Bir kez eski başbakanlarımız Erdoğan kadar çok dolaşmazlardı. Onların “yurt gezisine” çıktıkları zaman adeta olay olurdu. Çoğu günleri Ankara’da geçerdi.
Erdoğan öyle mi?
Adeta her gün başka bir yerde.Yurtiçinde veya yurtdışında. Komşu ülkelerde veya uzak ülkelerde. Yorulmadan, usanmadan...
Sonra, eski başbakanlar az konuşuyordu. Konuşurlarsa olay oluyordu.
Erdoğan adeta hiç susmuyor. Susarsa olay oluyor, konuşursa değil. Konuşmalarını hazırlayanlar bıkmıyor, usanmıyor, ona konuşma yetiştirmekle ömürleri geçiyor. Erdoğan her konuda konuşuyor, mesaj veriyor. Konu önemliymiş, sıradanmış, hükümet işiymiş, parti işiymiş demiyor, hep konuşuyor.
Ya Erdoğan’ın bakanları. Bunlar Erdoğan’ın memuru mu, bakanı mı belli değil.
Hükümet var. Hem de 8 yıldır başta. Başbakan var, hep pembe tablolar çiziyor.
Oysa Türkiye’nin bir bölümünde ne hükümet var, ne de Başbakan.
Bakın Hakkâri, Yüksekova’da Hasan Cemal’e ne diyorlar:
“Gever’de (Yüksekova’nın Kürtçe ismi) sizin kaldığınız Oslo oteli bir tampon bölge sayılır. Onun bir tarafına biz Kürdistan deriz, öbür tarafına Türkiye. Polis, güvenlik güçleri oradan oraya geçti mi olay çıkar. Bunu bildiği için geçmez. Asker polis kaç yıldır şehre inmez.
Lojmanda yaşarlar. Etrafı duvarlarla, kum torbaları ve dikenli tellerle çevrili lojmanlarda yaparlar alışverişlerini, kendi dükkânlarından... Halktan tamamen tecrit olmuşlardır.
Bir uzman çavuş, adı Yasin Ak, geçen yaz haziran ayında sabah vakti yedi buçukta çarşıya çıktı, maskeli biri tarafından ensesine arkadan sıkılan tek kurşunla öldü.”
Burası Türkiye mi, diye insanın sorası geliyor.
Burası Türkiye. Burada rahat yok. Ama hiç yok.. Dünyanın en kritik noktalarından birindeyiz, ama bunu lehimize kullanacağımıza aleyhimize kullanılmasına rıza gösteriyoruz. Bir gün şu münasebetsiz konu yeniden canlanıyor ve gündemdeki yerini alıyor. Öbür gün o bitiyor, yenisi başlıyor ve tansiyon hep yüksek.
Eğitim konusu, trafik konusu, işsizlik konusu, AB konusu, gelir eşitsizliği konusu, bölgeler arası gelişmişlik farkı konusu, bunlar bir köşede hep dururlar, tutulurlar. Ama 73 milyonu ayıran, parçalayan sorunlar hep taze tutulup, bir türlü çözümlenemez, sırayla, gündeme getirilir.
Ve herkesin sinirlerini bozar. Böylece Türkiye geri bırakılır. Veya gelişmesi, hak ettiği seviyenin çok altında kalır, daha doğrusu bırakılır.
* * *
Bir türlü çözümlenmeyen, ısıtılıp ısıtılıp tekrar gündeme getirilen ve toplumu birbirine düşüren sorunlar nedir?
Mesela, Güneydoğu sorunu, mesela türban sorunu, mesela Alevilik, Türkiye’yi 73 milyonu tedirgin eden ve çözümlenmedikçe günlerimizin boşa geçip gitmesine yol açan sorunlar değil mi? Şimdi, bunlar yetmezmiş gibi bir de “astsubay sorunu” çıktı.
Oysa siyaset bir bakıma “çözüm bulma sanatı” değil mi?
Türkiye’nin güncel sorunu “bölünme” sorunudur. Kim ne derse desin Türkiye yıllar sonra el birliği ile bölünmenin eşiğine getirildi. Ya bu eşikten içeri geçecek, yani bölünecek ya da geri adım atıp kurtulacak... Gerisi boş laf...
TV’lerde konuşan pervasız “bölücüler”i her akşam dinlemeyenler bu konuda konuşamaz. Konuşurlarsa onlara “bilmeden ahkam kesmeyin” denilebilir. Bilmeden, dinlemeden bölünme korkusunu yaşayanlara da “bölünme kuruntusu yapmayın” dedikleri için, tarih onları da bölücülerin işini kolaylaştıran suçlular olarak yazacaktır.
Bakın örnek olsun diye, üst üste yayınlanan TV’lerdeki 3 tartışma programından söz edeyim.
* * *
İlk tartışma Haber Türk’teydi.
Prof. Metin Heper’le Siirt Milletvekili Osman Özçelik tartışıyordu.
BDP’li Osman Özçelik’in sözleri benim tüylerimi diken diken etti.
“Referandum milat olacak” dedik, öyle oldu. AKP Genel Başkanı Başbakan Erdoğan o günden beri güzel konuşuyor. Güneydoğu sorununu çözmek için de gayret sarf ediyor.
Konuşmalarında bütün insanlarımızın, bütün yurdun iyiliğini düşündüğünü görüyoruz. Bunu Başbakan Erdoğan belirtiyor, üstüne basa basa söylüyor.
“%42, Türkiye sevdasıyla hayır dedi” diyor.
Biz bu sözleri yıllarca özledik ve şimdi duyduk.
Türkiye’nin Başbakanı olmak varken yalnız AKP’lilerin başbakanı olmak niye?
Erdoğan, lider yoksunu Türkiye’de, zekâsını kullanmalı ve 73 milyonun Başbakanı olmasını bilmeli...
Son günlerdeki davranışları ve konuşmaları bunu müjdeliyor.
26 Kasım 1990’da bu köşe şöyle başlamış; “Özal’ın önemli bir özelliği Türkiye’nin gündemine hâkim olması, olayları yaratması ve istediği yöne götürebilmesidir.
Ve şimdi kimsenin aklından geçmeyen başkanlık tartışmalarını da o başlattı...”
İşte o tarihten 20 yıl sonra bugün “başkanlık” tartışması yine ortaya atıldı.
Ve bu kez Tayyip Erdoğan için.
* * *
Başkanlık sisteminde “yasama” ve “yürütme” kuvvetleri, hem organ hem de fonksiyon yönünden birbirinden bağımsız olmakla birlikte, kuvvetler arasında kontrol ve dengeye dayalı bir kuvvetler ayrılığı vardır. Ancak, kontrol ve denge mekanizmaları oldukça zayıf olup, fiilen “yürütme” kuvvetli, yani “başkan” üstündür. Bakanlar, başkanın sekreteridir.
“Başkanlık rejimi”nin tipik uygulaması ABD’dedir. ABD’de “yasama” organı iki meclisli Kongre’dir. Başkan “yürütme” organını tek başına temsil eder. O, ne parlamenter rejimlerdeki cumhurbaşkanı ne de başbakandır. Bu ikisinin yetkilerini kendinde toplayan biridir ve halkın oyuyla işbaşına gelir. Dolayısıyla yetkilerinin kaynağını doğrudan halktan alır. Parlamentoya karşı siyasi sorumluluğu yoktur.
Recep Tayyip Erdoğan kazandı. Yapılan referandum değil, adeta güvenoylaması dedik ve Erdoğan bu oylamadan güvenoyu alarak çıktı.
Demek ki halkın çoğu hayatından memnunmuş.
Bu sonucu yani % 58 ‘’Evet”i kimsenin tahmin edememiş olması da çok ilginç bir nokta...
Ama bu sonucun hükümet için “kredi” olduğu da unutulmamalı.
Hükümet bu krediyi kullanmasını bilmeli.
* * *
Referandum kampanyası sırasında öfke ve kutuplaşma vardı.
“Bugün bayram, neşe doluyor insan”, diye klasik bir sözümüz var.
Ama artık bu sözümüzü söyleyemiyoruz. Söylersek alaylık olmaz mıyız?
73 milyonun neşe dolacak hali mi kaldı, denmez mi?
Bizim tartıştığımız konuların, insanımızı neşelendirecek şeyler olmadığı belli. Biz parçalanmamanın, bölünmemenin; kalkınmanın, refahın yollarını arıyoruz. Mutlu olmak bizim de hakkımız.
* * *
DEVLET, hükümet, siyaset, demokrasi insanların mutluluğu için var, değil mi?
O partiye de oy vermiş olsak, bu partiye de, biz birbirimize benzeriz, biz aynıyız. Farklı değiliz. Biz sonuçta bu ülkenin yüzde yüzüyüz. Oranlar seçimden seçime önem kazanır, seçim bitince kaynaşır, birleşir, yüzde yüzleşir.