“Türkiye böyle kargaşa yaşamadı, istikrar kalmadı” dersek yanlış söylemiş olmayız. Bu gidişe dur diyecek, uzlaşma kültürünü hazmetmiş bir liderimiz maalesef yok.
* * *
74 milyona vardığımız yeni açıklandı. Bu nüfusun büyük bölümü genç, çocuklarımız eğitim peşinde, yabancı dil peşinde.
İş dünyamız gelişmek istiyor. İnsanımız dünyaya açılıyor.
Ortadoğu’nun, Balkanların, Kafkasya’nın lideri sayılırız.
Avrupa’da, belki de dünyada, hatırı sayılır bir devlet haline gelebiliriz.
Peki, eksiklerimiz yok mu?
Mübarek gidecek, demokrasi gelecek. İşte Mısır’da beklenti buydu.
Yorumcularımızın çoğu da bunu vurguluyordu.
Mübarek gidecek, demokrasi gelecek.
Sivil iktidar olacak. Hem de ilk cumada.
* * *
Geldi, ama demokrasi mi?
Hayır, asker.
Mısır için ne yorumlar, ne yorumlar yapılıyor... Mübarek’e ömür biçenler mi, Müslüman Kardeşler’in kafasından geçenleri okuyanlar mı? 15 gündür ameliyatım nedeniyle evde, çoğunlukla yatakta olduğum için TV’yi kesintisiz izliyorum.
“Tahminim tutmazsa gelip ekranda özür dilerim” diyen bile var. Herkes adeta Mısır uzmanı.
Şimdi ben bekliyorum, kimin tahminleri tutacak, kim atıyor.
Evet, yukarıdaki cümleleri geçen hafta bu köşede okudunuz.
Bugün artık Mısır olayları başlayalı 15 günü geçti.
Çoğu yorumcuların yorumları iflas etti.
Ne kadar da çok “Mısır uzmanımız” varmış(!) demenin yanlış olmadığı anlaşıldı.
26 Kasım 1990’da bu köşe şöyle başlamış: “Özal’ın önemli bir özelliği Türkiye’nin gündemine hâkim olması, olayları yaratması ve istediği yöne götürebilmesidir.
Ve şimdi kimsenin aklından geçmeyen başkanlık tartışmalarını da o başlattı...
İşte o tarihten 20 yıl sonra “başkanlık” tartışması yine ortaya atıldı.
Ve bu kez Tayyip Erdoğan için.
* * *
Başkanlık sisteminde “yasama” ve “yürütme” kuvvetleri, hem organ hem de fonksiyon yönünden birbirinden bağımsız olmakla birlikte, kuvvetler arasında kontrol ve dengeye dayalı bir kuvvetler ayrılığı vardır. Ancak kontrol ve denge mekanizmaları oldukça zayıf olup, fiilen “yürütme” kuvvetli, yani “başkan” üstündür. Bakanlar, başkanın sekreteridir.
“Başkanlık rejimi”nin tipik uygulaması ABD’dedir. ABD’de “yasama” organı iki meclisli kongredir. Başkan “yürütme” organını tek başına temsil eder. O, ne parlamenter rejimlerdeki cumhurbaşkanı, ne de başbakandır. Bu ikisinin yetkilerini kendinde toplayan biridir ve halkın oyuyla işbaşına gelir. Dolayısıyla yetkilerinin kaynağını doğrudan halktan alır. Parlamentoya karşı siyasi sorumluluğu yoktur.
“Bu konuşmalar bana Ak Parti’ye oy verdirtecek”. Bunu bir yakınım TV’de Kılıçdaroğlu konuşurken söyledi.
Bu gösteriyor ki Kılıçdaroğlu hâlâ beklendiği gibi konuşamıyor.
Konuşmalarında dış politika hâlâ yok.
Mali projelerin ipuçları var ama kendileri gizli.
“Her muhtaç aileye 600 milyon TL vereceğim” diyor ama “Parayı nerden bulacaksın?” diye sorulduğunda cevap veremiyor. AKP’nin Hizbullah işbirliğini iddia ediyor ama ispat edemiyor.
İşi uzatmayalım, konuşmaları ilk günkü gibi.
* * *
Seçime birkaç ay kaldı. Partiler seçime hazır mı? Niye partiler? Çünkü bizimki “temsili demokrasi.”
Yani seçip Meclis’e gönderdiklerimiz, 73 milyonu temsil ederek kararlar alıyor.
Peki onları, aslında kim Meclis’e gönderiyor, halk mı?
Hayır.
Partiler, onların da genellikle liderleri, Meclis’e gidecekleri listeler haline getiriyor. İstediğini listenin başına yazıp seçilmesini garantiye alıyor, istemediklerini sona yazıyor. Biz seçmenler de o listeleri sandığa atıp sanki “temsili demokrasicilik” oynuyoruz.
Ve “seçimi şu parti veya bu parti kazandı” diyoruz.
Oysa seçimi kazanan veya kaybeden liderler.
Hizbullahçılar serbest kalmasaydı Türkiye’nin bu hukuk skandalından haberi olmayacaktı. Hizbullah davasının 10 yıldır sürdüğünü de kimse bilmeyecekti.
Türkiye’nin derken, 73 milyonu ifade etmek yanlış.
Doğrusu, haberi olmayanlar her gün, her yerde, ahkâm kesen bazı entelektüellerimiz, hukukçularımız ve devlet adamlarımız demek daha doğru. Yani uyuyan onlar... Onlar, “tutukluluğun” bu ülkede “ceza” haline getirildiğini göremiyorlar.
* * *
Şimdi, önce yapılması gereken ne, onu aklımızın erdiği kadar ve akıl verenlerin önerdiği kadar söyleyelim.
Evvela, Adalet Bakanı ile Yargıtay Başkanı’nın kavgası çok yersiz, en masum deyişle “şık” değil.
Yargıtay ve Adalet Bakanlığı’nın, kavga yerine oturup çözüm bulması gerekir. Mahalle kavgası iki tarafa da yakışmıyor.
Bazıları “korku” da dese Türkiye’nin tek sorunu var “bölünme”.
Bu yüzden Türkiye hak ettiği yerde değil.
Ekonomik bakımdan, siyasi bakımdan olması gereken yerden geri kalıyor.
Bunun maksatlı olduğu düşüncesi, kuruntu mu?
İnşallah böyledir.
Ama değil.
Sovyetler Birliği durup dururken mi parçalandı.