“Türkiye Cumhuriyeti bugün bağımsızlığını kaybetmenin, bölünmenin eşiğindedir.” Bu tüylerimizi diken diken eden sözleri tecrübeli bir politikacı, Mehmet Şendir söylüyor.
Onun için ben diyorum ki, Güneydoğu’da hepimiz AKP’liyiz.
Çünkü seçim yakın ve orada iki parti var DTP-AKP.
Ve biz Türkiye’yi bir bütün olarak seviyoruz ve kardeş kavgası istemiyoruz. Oysa DTP, Türkiye’nin bölünmesini istediğini Meclis’e bile bildirdi.
* * *
Ben şunları da söylüyorum.
“Güneydoğu’da halkın demokratik hakları” diyenler var.
Türkiye kargaşa içinde. Tarihinde ilk defa ordu da bu kargaşaya çekildi.
Bu boş bir cümle değil. Bilgimiz tarihten geldiği kadar, yaşantımızdan da geliyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak isteyenler vardı ve parçaladı, ondan geriye kalan şu Anadolu’yu, Türkiye Cumhuriyeti’ni de parçalamak isteyenler yok mu?
Var.
Ama bugüne kadar onlara karşı en büyük güvencemiz Silahlı Kuvvetlerimiz oldu.
Bakıyoruz, son günlerde ordumuzu da, bu son güvence kalemizi de kargaşanın içine çekmek onu da yıpratmak ve zayıflatmak isteyenler çıkıyor.
Uyanık olalım. Bunlara ve içerideki işbirlikçilerine meydan vermeyelim.
Hep diyoruz. Yine tekrar edelim. Terör bitirilmeli.
Nasıl?
Bunu yüzde 47 oy alan hükümet bilir...
Hükümet böyle önemli sorunlara çare bulamayacak da neye bulacak?
“Efendim, bu terör 25-30 yıldır var. Şimdi çıkmadı ki” derseniz vatandaş da şunu der: “Ben geçmişi bilmem, onlar herhalde teröre kesin çare bulamadıkları için gittiler, şimdi siz iktidardasınız, yani sorumlu mevkidesiniz, terörü siz bitireceksiniz.”
Ya bitireceksiniz, ya gideceksiniz. Bitiremezseniz gitmelisiniz...
* * *
Bu iş artık bitmeli. Uzadı. PKK teröründen söz ediyorum.
Evet, bir ülkede savaş bu kadar uzun süremez. Başbakan’ın “grup” konuşmasındaki bahaneler boşunadır. Bunu bitirmenin bir yolu olsa gerek.
Ama, “Herkesin başka bir hesabı olursa bu iş bitmez, bitirilemez” diyorsanız o başka.
Oysa, bu ülkede yaşayan 72 milyonun tek bir hesabı var, korkusuz ve mutlu yaşamak.
Bunun da ilk şartı; gençlerini teröre kurban vermemek veya verecekse bir kez vermek ve bu işi kökünden halletmek.
Tezkere de dün bunun için kabul edilmedi mi?
* * *
Ülkede "entipüften işler"le uğraşılıyor. Türkiye'nin günleri boşa harcanıyor, kıymetli zamanı basit tartışmalarla geçiriliyor. Belki de, yöneticilerimizin kapasitesi bu kadar, kalıcı ve karmaşık işlerle uğraşamıyorlar, bu işler onların boyunu aşıyor, diyeceğiz.
Mesela, bu ülkede "sistem" tartışılmıyor.
Nedir sistem tartışması?
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bugüne kadar her sistemi denedi ama bunların münakaşasını yeterince yaptı mı?
Yapmadı.
İlk tanıdığımız, "Meclis hükümeti" sistemiydi. Bu sistemde "yasama" ve "yürütme" yetkileri hukuken ve fiilen Meclis'te toplanmıştı. "Yasama" yetkisini Meclis bizzat, "yürütme" yetkisini kendi içinden seçtiği heyet ya da kurul eliyle yerine getiriyordu. Ülke tümüyle Meclis tarafından yönetiliyordu.
Türkiye'deki 1921 Anayasası ile "Meclis hükümeti" sistemi saf şekliyle uygulamaya konulmuştu.
Galiba “savaş” sona erdi. Bu savaşı Başbakan Tayyip Erdoğan açmıştı, yine o bitirdi.
Aydın Bey de gerekli cevapları vererek halkın doğru bilgilenmesine yardımcı oldu.
* * *
Sözlü savaş bitti, ama bu kez de savaşı bitiren Başbakan “boykot” başlatılmasını istedi.
Kimi boykot?
“Yandaş medya” dışındaki “hür medya”yı boykot.
Ama basın aleyhindeki bu çağrı, bu çaba halk üzerinde aksi tesir yaptı ve özellikle Hürriyet, Milliyet ve Vatan gazetelerinin tirajı arttı.
Son 10 günlük tartışma şunu gösterdi: - Tayyip Erdoğan Türkiye’ye başbakan olmamalıydı...
Bu olumsuzluk her şeyden önce Erdoğan’ın konuşmasının bir başbakana yakışmamasından kaynaklanıyor.
Kurduğu cümlelerin çoğu mahalle kavgası cümleleri. Bu cümleleri başka kelimelerle de kurabilir. Ama kelime dağarcığı herhalde bu kadar.
Mesela Aydın Bey’e “Doğan sevsinler seni” diye hitap edebiliyor. Hiç “oturaklı”, “yerini hazmetmiş” biri böyle konuşur mu?
- Sonra Başbakan Tayyip Erdoğan çoğu zaman doğruları yanlış diye takdim ediyor, yanlışları da doğru.
Mesela Aydın Bey çalışanları için “Bunlar istediklerini yapıyor, ben onlara karışamıyorum” gibi şeyler demiş ya. O bunu Aydın Bey’in yanlışı olarak anlatıyor.
Oysa bu Aydın Bey’in fazileti değil mi? Aydın Doğan’ın müesseselerinde çalışanlar öncelikle başlarındaki yöneticiye karşı sorumludurlar, patron onlara emir vermez. Aydın Bey bunu böyle kurmuş ve açıkça söylüyor. Başbakan’sa bunu tam
Tayyip Erdoğan, “yandaş” olmayı reddeden “Doğan med-ya”ya karşı kirli bir savaş başlattı. Bu savaş, Don Kişot’un yeldeğirmenleriyle savaşına da benziyor. Bir farkla ki, bu savaşın sonunda Erdoğan’ın Başbakanlığı telef olacak gibi görünüyor.
Bunu şuna dayanarak söylüyo-ruz. Bakın şimdiye kadar kaç başbakan geldi geçti; bazılarını adları bile unutuldu, oysa Doğan medya kuruluşları yarım asırdan fazladır dimdik ayakta duruyor. Tayyip Erdoğan da etinden et koparılmış gibi bağırıp çağırsa da sonunda unutulacaktır. Belki yetiştiği İstanbul’daki mahallede hariç...
* * *
Önce Tayyip Erdoğan şunu bilmiyor.
Aydın Bey haberleri gazete çıktıktan sonra görür.
O haberlerle meşgul olmaz. Onun gazetelerini çıkaran, gazeteciliği bilen, namuslu, yanar döner olmayan kişiler vardır. Ben bunu Milliyet’in 8 yıl genel yayın yönetmenliğini de yapmış bir kişi olarak söylüyorum. Ama ne çare ki, Tayyip Bey bu konuda da bilgisiz...
* * *