Cim - bom, Benfica kurbanı

10 Kasım 2008

Derbi dağlarına “fare doğurtan”, medyanın/yöneticilerin ve cümle saha dışı faktörlerin “fazla mesaisi” galiba... Baksanıza, son yılların en gerilimsiz Fenerbahçe-Galatasaray maçı henüz İstiklal Marşı biterken golle başladı. İlk devre çeyrek saate bir golle tamamlandı. Gol yüzdesi düşse de mücadele, heyecan sürdü gitti sonuna kadar.
İşte, büyük takımlarımızın Avrupa serüveninde bulunmasının faydaları... Daha büyük hedefler varken “ezeli rakip sendromundan” kurtulabiliyor ve işine bakabiliyor futbolcular.
Evet... Hakkını vermek lazım; her iki takımın futbolcuları da işini yapmaya çalıştı doksan dakika boyunca.
Galatasaray, maça Benfica karşılaşmasının uzatmaları gibi girişti. Aynı kadro aynı niyet; koş, bas, ısır... Lakin aynı suda ikinci defa yıkanmak ne mümkün.
Galatasaray kaybettiyse Benfica galibiyeti sorumludur bundan.
Birincisi “yaptık; yine yaparız” fikri...
İkincisi zorlu bir maçın tükettiği enerji.

Yazının Devamı

Ali Koç’a ‘borç’

5 Kasım 2008

Fenerbahçe asbaşkanı Ali Koç’un Eskişehir beraberliğinden sonra “rakibe yazık oldu” demesi, “bayram tebriği” gibi her spor adamı tarafından tek tek kutlama gerektirecek bir şey mi?
Fenerbahçe özelinde öyle ise “tebrik” değil “tenkit” bence...
Çıtanın yerlerde süründüğünün delili !
Yeryüzünde futbol adına söylenecek en normal, en sade, en gerçekçi ve en düz laflardan biri oysa “Bizim kaleci topu içerden çıkardığı için maç berabere bittiyse yazık olmuş Eskişehir’e” cümlesi.
Bu kadarı bile toplumsal huzura ve sevince vesile oluyor, tek tek tebrik gerektiriyorsa vay halimize.
* * *
Lakin kutlama ve takdir furyasının bir başka “boyutu” daha var bence.

Yazının Devamı

Cacık!

4 Kasım 2008

Size de olur mu bilmem... Ama ben kendimi cacık gibi hissediyorum bazen! Bol hıyarlı bir cacık.
Neden?..
Çünkü ben halkım. Sokaktaki adam. Kırmızı ışıkta duran, vergi ödeyen. Yolunan...
Kümesteki tavuklardan biriyim.
Geçim derdini, ulusal birikimlerinin satılmasını, Doğu’daki kalkışmayı falan unutup kızını kısrağını “dokunulmaz” sapıklardan korumaya çalışan halktan biriyim.
Üstüne bir de yazı yazmaktayım... Spor yazısı.
İşte Çengelköy hıyarı gibi cacığa ince kıyılmak burada başlıyor asıl.

Yazının Devamı

Böyle rakip dostlar başına

3 Kasım 2008

Sanki pazar sabahı birlikte “branç” yapmışlar ve bazı prensip kararı almışlardı Antepli ve Galatasaraylı futbolcular:
“Pres falan yok, tamam mı? Öyle sert de girmeyeceğiz birbirimize... Hatta defans bile yapmayalım, keyif alalım keyif verelim arkadaşlar”!..
Sanki hep bir ağızdan bağırmışlardı:
“Helaaal”.
Tabi bu yazdıklarım hayal.
Ama öyle bir ilk yarı seyrettirdi ki her iki takım... Sakın özet görüntülerle yetinmeyin, maçın tamamını arayın. Çünkü üç dakikalık süre ilk yarıdaki şık hareketlere, güzel pozisyonlara ve gollere bile yetmez.
Sebebi ne olursa olsun futbolun pembe yüzü vardı sahada. Bazı “keskin” yorumcular bu konuda Nurullah Sağlam’a yüklenecek olsa da futbolun güzelini sevenlerin bir teşekkür borcu olmalı her iki takıma da.

Yazının Devamı

“Disiplin”in önkoşulları ve Aragones

1 Kasım 2008

Bir tutam disiplin, bir nebze ciddiyet uğruna şampiyon takımın hocasını gönderen, yerine kuru meşe dalı gibi sert ve bükülmez Aragones’i getiren Fenerbahçe’de, “disiplin sorunları yaşanması” nasıl bir bilmecedir acaba?..
Aslında bu durumu bilmece haline getiren, olayı futbol terimleriyle, performansla, taktikle izah etmeye çalışmaktır.
İnsan ve gurup psikolojisi açısından, durum son derece berraktır.
Nasıl mı?
Bakınız; Aragones’in disiplini, Fenerbahçe’ye gelinceye kadar sadece “öz disiplinli yıldızların” gereğinden fazla olduğu İspanya Milli Takımı’nda denenmiş ve sonuç vermiştir.
Yani, disiplini sağlayanın elinde tükenmez bir kaynak varken...
İspanya sadece üç tane Avrupa çapında yıldıza sahip olsa ve Aragones o koşullarda takım kurmaya kalksa, görürdük disiplini.

Yazının Devamı

Cimbom’daki kaosun sorumlusu

30 Ekim 2008

Galatasaray’daki durumu, “yetersiz teknik direktör” ve “isteksiz futbolcular” ile izah edemezsiniz artık... O aşama geride kalmıştır. Olay, buz gibi “yönetim faciasıdır”!
Elbette taktiği yönetim kurulu verip, golü Adnan Polat’ın atacak hali yoktur.
Ama bir yönetime düşen, “elindeki sportif ve teknik değerleri en üst düzeyde tutup en verimli kullanmaktır”.
Peki ne yaptı Galatasaray yönetimi?
Olanı da berbat etti.
Nasıl mı?
Skibbe’yi beğenmediğini, kendisini değil yardımcılarını kovarak ifade etti. Üzerini Kalli gibi yakın geçmişte özel durumlar için kullanılmış ve tedavül dışı kalmış bir hoca adıyla gölgeledi.

Yazının Devamı

Atatürk sizin takımdan değildi!

29 Ekim 2008

Atatürk Fenerbahçeliydi!.. Kulübü ziyaret etti.
Atatürk Galatasaraylıydı!.. Okula uğradı.
Atatürk Beşiktaşlıydı!.. Akaretlerde ev kiraladı.
Trabzon’da evi vardı, bir gün yan gözle Güneşspor’a baktı Vs...
Her 29 Ekim / 10 Kasım sürecinde, sıra bir kulüpte...
En azından bugüne kadar öyleydi!..
Neyse ki, Mustafa Kemal’i Samsun’a taşıyan Bandırma Vapuru’nun baş kamarotu ve İstiklal Savaşı kahramanı Hacı Tevfik Ulusu’nun oğlu, bu ülkeyi çim saha ile tanıştıran Federasyon başkanımız Kemal Ulusu’nun sevgili babası ve çok daha önemlisi 12 yıl boyunca Atatürk’ün yanı başında bulunmuş Çankaya Köşkü kütüphanecisi rahmetli Nuri Ulusu’nun hatıraları yayınlandı.

Yazının Devamı

Nereden çıktı bu “strateji”

28 Ekim 2008

Fenerbahçe Divan Kurulu’nda başlayan ve dünkü Koç/Mosturoğlu basın toplantısıyla ivmelenen “Yeni İletişim Stratejisi”, spor medyamız ve bu medyayı izleyen, oradan bilgilenen “futbolsever halkımız” açısından tarihi bir açılımdır.
Bir araştırmacı için Osmanlı arşivlerinin açılması ne kadar önemliyse, bir Fenerbahçeli, bir basın mensubu için o kadar tarihi ve önemli!
Düşünsenize... Tecrübeli bir Fenerbahçe muhabiri, meslek hayatının yarısını kapalı kapıların aralığından haber cımbızlamakla geçirmiştir.
Aslında koşullar hepimizi etkilemiştir. Hepimiz paranoyak olduk Fenerbahçe konusunda!
* * *
Mesela...
“Sorun, doğrusunu söyleyelim” tarzında yeni Fenerbahçe yöntemi, “iyidir hoştur” da... Aynı zamanda çok önemli bir soru barındırmaktadır içinde.

Yazının Devamı