Hakan Şükür’ün “Kutlu Doğum Haftası” anonsundan sonra yazdıklarıma ağır tepkiler gönderenlerden bir özür bekliyorum şimdi!..
Neden?.. Voleybol Milli Takımımızın yıldızı Aysun Özbek’in tesettüre girmesine ve spordan kopmasına tek satır kalem oynatmadığım için.
Demek ki, “haber” değeri çok yüksek bu olayı “yorumlama” hakkı görememişim kendimde. Hayat onun. Tercih onun. Kim karışır Aysun’un ne yapacağına?
Ama Hakan Şükür gibi inançlarını burnumuza dayasaydı, o zaman alırdı cevabını.
Laik olmak buna deniyor işte.
Hakan’a ilişkin mailleri saklıyorum. Aynı vatandaşlardan özür bekliyorum.
* * *
Zidane, Kırklareli’nin köyünde minik futbolcularla paslaşıyor... Bu satırların yazarı utanıyor...
Aslında utancından yerine dibine geçmesi gerekenler “başkaları” ama ben de sorumluluk hissediyorum demek ki.
Danone manone... Biri getirmiş Zidane’ı Yerköy’e.
Köyün 150 baş inekle organize bir çiftliğe dönüşmesi falan bahane! Futbolun sempatisinden marka imajını cilalamak önemli olan. Bunu uluslar arası boyuta taşımak, dünya yıldızına Lüleburgaz Şaban Övünç İlkokulu’nu açtırmak ve hak ettiği gibi medyada yer bulmak...
İyi proje...
Peki bana ne oluyor? Rakip yoğurt markasının ortağı mıyım?
Hayır... Sadece ülkesini seven bir spor yazarı.
Vapurun küpeştesinde Boğaz rüzgârına karşı sigara içmeyi yasaklayan kanunlar çıkaracak kadar “medeni” bir ülkede, şu “transfer gazı”nın zehrini alacak bir otorite yok mudur?
Yere izmarit atana ceza yazılan coğrafyada, “ortaya karışık maytaplı transfer” atmak bedava mıdır?
Kim “dur” diyecek yanlış bilgilendirmeye, ters motivasyona, provokasyona?
Transfer denilen dünyanın en pahalı alış verişlerinden biri, bu kadar mı ucuzdur yoksa?
Berbat bir şey bu...
Bakın, koskoca Vatan ile Sabah gazetesi “pişti” oldu.
Aynı gün ikisinde de dokuz sütuna manşet;
Beşiktaş Avrupa’da havlu atabilir... Kupa’da hayal kırıklığı yaşayabilir... Şampiyonluğu kaçırabilir...
Kulübün heybeti ile Hoca’nın kariyeri örtüşmeyebilir...
Hatta, eski yönetici Fahrettin Curoğlu’nun dediği gibi Beşiktaş yönetimi “tecrübe eksikliğinden muzdarip” olabilir.
Bunlar sadece Beşiktaş için değil, her “büyük” takım için vaka-i adiyedendir.
Yaşanır, ders alınır, geride kalır.
Hedefi tutturamayan bir takım görmedik sanki bugüne kadar.
Hocalar, bir gecede vahiyle mi hoca oluyorlar?
“Futbol konuşalım”!..
Ağzından bu cümle çıkmamış bir futbol yorumcusuna rastlamadım ben bugüne kadar.
Neden?.. Çünkü özgül ağırlığı öyle okkalı bir laf ki, söyleyenin değerine değer katar.
Bir kere eften püften meselelerle uğraşmayacak kadar üst düzey bir futbol filozofudur lafın sahibi.
Kafası o kadar doludur ve zamanı o kadar kıymetlidir ki, bilimsel tezlerini/matematiksel teorilerini/dahice analizlerini bir an önce aktarıp gitmek istemektedir.
Doludur adam. Bizim gibi hayta değil!
Peki futbol konuşalım da Milli Takım’a ilişkin konuşulacak/tartışılacak sadece oyuncu tercihi mi var?
Bülent Korkmaz sonuna kadar haklı... Feldkamp gidince “genel müdür” Adnan Sezgin’in teknik direktörlüğe soyunması, resmen “kötü örnek”.
Galatasaray şampiyon olamasaydı, sadece “saçmalık” olarak kalacaktı ama eğrisi doğrusuna denk gelip sonuç alınınca, tekrarından korkuluyor şimdi.
Her takımda önü açıldı futbol meraklısı yöneticilerin.
Ve her hocanın tayını küçüldü.
İşin açıkçası; Bülent Korkmaz’ın muhalefeti biraz da ekmek parası.
Evet sevgili hocam Bülent... Takımı teknik direktör yapmalı.
Peki, gazetecilik?..
Dünya’nın en “kontrolcü” insanlarından biridir Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım.
Selefi, Ali Şen ise “ben merkezci”...
Ayıp mı?..
Hayır; yönetici “sıra dışı” insan olmalı.
Zekada, atılımda, cesarette, fikirde sıra dışı olan yöneticilerin “kusur” sayılabilecek özelliklerinden daha doğal bir şey var mı?
Ayıp olan, dengeyi bulamamak... “Olumsuz sıra dışılıkları” tatmin etmek için kulübü kullanmak.
Takıntılı olmak. Kavgayı sürdürmek. Kaostan beslenmek.
“Dolmuşta lahmacun yemeyin” diyen işadamını bıçaklayıp hakkın rahmetine kavuşturan post modern “babayiğitler” kelepçelerini madalya gibi taşıyorlardı televizyonda.
Rahmetli Ulunay’ın “Sayılı Fırtınalar” kitabında, etrafını saran beş kişiye karşı “elleriyle yetinmeyip tahta tabureyi kullandı diye” arkadaşları darılan eski İstanbul kabadayısını hatırlıyorum da...
Ne kadar kirlendi bu ülke. Ne kadar yozlaştı.
Belki “Ayaklar baş” olmadı ama “ayaklar altında” olması gereken zihniyet, davranış, algılama, başımıza tebelleş oldu birbuçuk nesilde.
Neyse... Lahmacun manyakları kariyer yapacaklar, çıkacaklar.
Çıktıklarında aynı olayı bir daha tekrarlamazlar emin olun... Çünkü özel arabalarıyla dolaşıp, acıkınca Etiler’de ziftlenirler artık.
Orta yaşlı bir hanımefendi tarafından yüzlerine tükürülerek cezaevine yolcu edilseler de bu devirde onaylayanları bulmak zor değildir bilesiniz.