Bugün 1 Mayıs... Emekçinin bayramı. Sevgili futbolcularımız ne iş yapar?.. Emekçi!
Hem de emekçinin şahı... “Alın teri”ni dilinden düşürmeyen ve vatana millete en hayırlı cinsinden.
En azından onların fikri.
Doğru mudur değil midir bilmem ama devletin vergi indirimi, askerlik kolaylığı gibi ayrıcalıklarına bakılırsa, ne kadar “makbul” emekçi oldukları ortaya çıkar.
Peki... Bir cümle duydunuz mu ağızlarından “alın terini yücelten” küresel boyutlu mesleki bayramla ilgili?
Bir kutlama. Bir dayanışma... Destek... Hatta ima duydunuz mu?
Ramazan, bayram, kandil, kadir, kutlu doğum haftasını kaçırmazlar; hemen mütedeyyin halkın omuz başındaki yerlerini alırlar okşanmak isteyen yavru kedi gibi mırıl mırıl...
Ajanslar “Skandal” başlığı ile verdi haberi: “Galatasaray’la büyük başarılara imza atan ve Milli Takım’ı euro 2008 finallerine götüren Fatih Terim’e Ali Sami Yen’de yer kalmadı”!
O da evine gidip televizyondan izlemiş maçı.
Aynen, Karataş’lı tüccar terzi Selman Bey gibi. Veya Kemah eşrafından rençber Ali...
Ortada “Dünya Derbisi”, Aklınıza gelen her futbol adamı tribünde, Fatih Hoca yok.
“Nasıl olur” değil mi?
Terim’i ister beğenirsiniz, ister beğenmezsiniz... Ama hem kariyer olarak hak etmişti Ali Sami Yen’deki koltuğu, hem de göreviydi.
Oturacak, izleyecek... Galatasaray’dan, Fenerbahçe’den belki yeni isimler ekleyecek Milli Takım’a, belki de çıkaracak.
Bırakın puanı, şampiyonluğu... Çok daha “hayati” konularda “yıkıcı” oldu derbinin sonucu!..
İşin tuhafı sadece Fenerbahçe açısından değil, “kazanan” Galatasaray da kaybetti!..
Böyle bir derbi neticesi, ancak Türkiye’de gerçekleşebilirdi.
Önce Fenerbahçe’den başlayayım:
Yıllarca emek vereceksin. Bütçeyi 10’a katlayacaksın. Dünya çapında bir stadı, yoktan var edeceksin. Taraftarın üşümesin diye tribünlere ısıtıcı bile yerleştireceksin.
Yıldızlar alacaksın. Tesisler kuracaksın... Hem Avrupa’da çeyrek finale çıkacaksın, hem taraftarına/üyene birinci sınıf hizmet sunacaksın.
Tam “Çağ atladım” derken, “aynı tas aynı hamam”!
Derbiye dört dörtlük hazırlanan taraf Galatasaraydı... Eski başkanlar, eski hocalar, eski yıldızlarla bir tek mesaj vardı ortada; “bugün bayram”...
Hani “derbiler pamuk ipliğine bağlıdır, minicik motivasyon farklarıyla kazanılır” derler ya, motivasyon değil “mecburiyet” koymuştu ortaya Galatasaray...
“Kazanılacak o kadar”... Çünkü bugün bayram...
Elbette ortamı istediğin kadar allayıp pulla, skoru sahadakiler yazacaktı.
Tek yabancısı Nonda olan Galatasaray, yedi yabancılı şampiyonlar ligi çeyrek finalistine adım attırmadı ilk yarıda.
Evet... Her kim ki, Fenerbahçe kötü oynadı diyorsa, inanmayın... Oynatmayan Galatasaray’dı.
“Oynatmayarak oynamak”... Futbolun en kısa tarifi bu olmalıydı ve en azından bir devre uyguladı ev sahibi. Galibiyet de o sırada.
Bizim mesleğin “Oscar”ı sayılan Türkiye Spor Yazarları Derneği ödül töreninden dönüşte bilgisayarın başına oturdum ve “Hakan Şükür vakası” yorumlarımın “yorumlarını” okudum.
Gün ağardı, bitmedi.
Tek tek yanıtlamam, işimi ve yaşamımı sürdürebilmek açısından mümkün değildi. Mecburen toplu teşekkür/ toplu teessüf yolunu seçiyorum.
En büyük futbolcumuzun “en büyük gafı” veya bilinçli yapılmışsa “en büyük provokasyonu” için benimle aynı fikirde olup kınama yazılarıma destek verenlere teşekkürlerimi sunarım.
Sadece destekleri için... Vatan, millet, istikbal, futbol, Galatasaray karıştırmıyorum ki, yeni polemikler yaratılmasın.
Olaya, hâlâ Galatasaray-Fenerbahçe açısından yaklaşan, derbiye etkisi olur diye hayıflananlara “iyi niyetleri ve gözü kara futbol aşkları nedeniyle” tebriklerimi sunarım. Tamamen haklılar, lakin pencereleri biraz dar.
Bir de küfür, bela, tehditlerini utanmayıp kaleme alanlar, mail
Hıncal Abi’nin neyi nasıl yazacağına ben karışamam elbet. Ama forma rengini beğenmeyip sportif darağacına gönderdiği sayısız spor adamı arasında suçsuzların boynundan ilmiği çıkartmaya çalışmam da, benim bileceğim iştir.
Bir gazeteci için adalet kavramı da “mantık” ve “merak” kadar vazgeçilmezdir.
İnsaf da, nezaket de...
Her ne kadar Hıncal Abi “Gazeteci terbiyesiz olmalı” dese de.
Spor, bugüne kadar yerin dibine sokmadığı hiçbir milli takım hocası, hiçbir kulüp başkanı kalmamış, hiçbir federasyona ısınamamış, hiçbir meslektaşını kendisi kadar mükemmel bulamamış Hıncal Uluç kıyımına dayanacak güçte değildir.
Muhalefet, gazetecinin mayası... Ama sokağa çıkamayacak hale getirmek. Yapmadığı işi yapabilir deyip canlı canlı derisini yüzmek?..
Mecburuz karşı çıkmaya.
“Yahu derbiye gülle gelin demek suç mu”?..
“Anahtar” cümle bu işte!
Alın... İster savunmada kullanın, ister saldırıda, ister takiyede...
İsterseniz olan bitenden bihaberliğinizi kamufle etmek için gülleri kalkan yapın.
Ya da... Farkındasınız Türkiye’nin nereden gelip nereye gittiğinin, farkındasınız futbola enjekte edilen zıkkımın, farkındasınız Galatasaray’ın beynine dolanan sarığın... Farkındasınız ama “kulağınızın üstüne yatmak” istiyorsunuz...Yatırımınız, amiriniz, pozisyonunuz, paranız, puanınız müsait değil itiraz etmeye...
Sarılın “Derbiye gülle gelin demek suç mu” masumiyetine.
Bakın...
Bir gün bu ülkenin başına (daha) büyük dertler açılırsa, kardeş kardeşe düşmanca davranırsa, rejim sallanır halk yerlerde yuvarlanırsa, bilin ki, Hakan Şükür’ün bunda çok emeği olacaktır!
Tabi, Galatasaray’ın kupalarında da emeği vardır. Milli Takım adına da gol atmıştır. Lakin, işin vitrinidir onlar.
Asıl mal, tezgahın altında! Özel günlerde, özel durumlarda, özel emirle çıkarılıp sergilenen sonra katlanıp yeni ve daha özel günler için istiflenen mal!
Kim imal etmiştir bilinmez, ama Türk malı olmadığı kesindir.
***
İlaç gibidir Hakan Şükür...
Cumhuriyet ilkeleri kemirilip ılımlı İslam cübbesi biçilen tesettürlü Türkiye’de futbol üzerinden her türlü operasyona “cesaret ilacı”.