<#comment>#comment>"Anlayamadığımız şeyler bizim olamaz" demiş Goethe.
Fenerbahçe futbol takımını, taktiğini, hocasını, yönetimini anlayabilen var mı sizce?..
Ben anlayamıyorum şahsen!..
Aylardır "bu teknik direktör bir numara küçük" diyenlerle çatır çatır cebelleşen Başkan, neden Feyenord maçından bir gün önce bir parantez açar ve "Lorant hakkında kararı camia verir" der.
Ve neden, milyonlarca dolar değerindeki Fenerbahçe uçağını Avrupa rotasında bir planör pilotuna emanet eder.
Lorant konusunda, dün çok asabını bozan insanlarla bugün aynı şeyleri düşünürken acaba neler hisseder?
<#comment>#comment>Elinde Ortega gibi futbolcu varsa oynatacaksın kardeşim!..
Hatta çocuğunun sünnet düğününde çekilen "halay"a bile sokacaksın adamı. Gerçi Lorant çok matah bir şey yapıyormuş gibi eleştirileri okumadığını söyledi ama Fenerbahçe’yi sevenler okusun ona bari... Hatta çarşamba günleri maç tenkitlerinden yazılı yapmak lazım kendisine.
Ankaragücü karşısındaki Ortega’yı izledikçe kaçınılmaz olarak bunları düşünüyor insan. Takımı da tanımaya başlamış Arjantinli; mesela korner kullanıyor, ceza sahası yerine sert vuran Abdullah’a gönderiyor. Durdurmak mümkün değil, ya geçiyor, ya takıma faul kazandırıyor... Keyif veriyor. Tribünleri ayağa kaldırıyor.
Evet tribünler...
Gövdelerine 15 biner operatör sığdıran "dört dev buldozerödi yine... Dizel yürekleri sonuna kadar köklenmiş, küçük bir semti yerinden sökecek güçteki "anonim" kepçelerini saha çizgilerinin dibine indirmişlerdi.
Tehdit mi, teşvik mi, doping mi?.. Algılamaya bağlı ama, sahada kıtalararası Concord uçaklarının iniş pisti kadar ses vardı.
<#comment>#comment>Muhteşem bir gemi... "Yaratan", özenmiş de yapmış.
Yolcular da kaliteli. Sakin, olgun, iyi niyetli. Lakin, fırtına amansız... Uskur hasarlı, dümen iki kere kilitlenmiş. Kaptan illetli, erzak tükenmiş...
"Lüküs" kamaralardakiler bile korkuyorlar.
Çarkçıbaşından kamarota kadar tüm sorumlular, "kaptan köşkünü" ele geçirmeye çalışıyorlar. Su alan kocaman delikleri, sonra onaracaklar.
İşte böyle bir durumda, masadasınız...Ve yutkunurken ağrıyan boğazınızla yemeğin lezzetini anlatacaksınız karnı aç yolculara.
Gemi Türkiye... Ziyafet spor...
<#comment>#comment>Oyum Tayyib’edur... Bileymusun neden?.. -Söyle de bilelim.
Adam fitbolcu da!.. Altüst etti beni Samsunlu elektrik ustası Hasan Kara... Sabah ezanı ile İstanbul’dan yola çıkıp Samsun’da bayrağı teslim almışım. Sorunlar, şikayetler, haykırışlarla dolu çıkınım... Ciddi ve kasvetli bir hava ile yazmak için otele doğru gidiyorum ve bu cümleleri işitiyorum. "Adam fitbolcu da"!.. Sevinsem mi üzülsem mi bilmiyorum.
‘Mahsus söyledum da!’
Yıllardır Ecevit’in neden saç - bıyık boyası yaptığını, Çiller’in neden sırtını elektrik direğine dayarmış gibi oturduğunu, Baykal’ın neden sabahın köründe gece bekçileri ile birlikte koştuğunu, Tayyip Erdoğan’ın neden Ustura Kemal gibi yürüdüğünü anlayamayan ben; "kutsal oy"un hangi detaylara gittiğine ilk kez şahit oluyorum. Hasan Usta’ya "Baykal’da sporcu. Derviş Tenisçi. Ecevit daha geçen gün altı basamak çıktı" demeye hazırlanıyorum; gülümseyerek bana,
<#comment>#comment>Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy’u kutlamak lazım...
Birlikte yola çıktığı insanları, ekibini böylesine sahiplenmek, her babayiğidin harcı değil.
Başarılı - başarısız demeden, bana zarar veriyor - vermiyor hesaplarına girmeden, "gözden çıkarsa" yolunun açılacağını bilip de tevessül etmeden, ekip ruhuna bu kadar sahip çıkmak kolay olmasa gerek.
Tartışmasına girecek değilim ama Ulusoy, MHK Başkanı Bülent Yavuz’u görevinden alsa, buna gıkını çıkaracak tek kişi bulamazdınız. Hakkını da yemeyelim Yavuz’un yaptığı işte, bir tek Allah’ın kuluna yaranmak mümkün değildir aslında. Doğal olarak yıpranır MHK başkanı.
Ulusoy’un ise en güçlü zamanı... Daha da güçlenmek, eski dargınlıklara Bülent Yavuz’u feda etmek, yenilenmek varken, o ne yapıyor?.. Memuruna sahip çıkıyor. Yeni kurallar manzumesi ile güçlendiriyor onu.
Herkes "Bülent Yavuz topun ağzında" sanırken, rütbe alıyor MHK başkanı.
<#comment>#comment>Devlet’i ketenpereye getirip "faturayı halka ödetmenin" bu kadar yaygın ve alışılmış hale geldiği bir ülkenin "marjinalölerindenim ben!..
Ömrüm boyu vergi ödedim. Hatta anamın babamın olanları bile devlete "pay" ödeyip sahiplendim.
Kitap okudum, vergisini verdim. Çöpümü topladılar, ödedim. Bakıyorum, zorunlu eğitimden sonrasını bile, Devlete yük olmadan halletmişim.
Parasını tahsil etmedikleri hiçbir Devlet hizmeti elde edemedim. Beleş olanlar vardı ama, ben oralara bir omuzluk yer bulup giremedim.
İstemedim de açıkçası...
<#comment>#comment>Cep telefonum çaldığında, Başkent Ekspresi Bozüyük istasyonunu geride bırakıyordu:
"Abi haberi okudun mu"?..
Kulağımda, genç neslin zıpkın gazetecilerinden Murat Ağca; Ali Hoşfikirer’in "tarikatçı olmayana iş yok" açıklamasını kastediyordu.
Okumaz mıyım? Türkiye’de Salı gününün gündemini benden iyi bilen çok az kişi olabilirdi. Çünkü en sevdiğim, güvendiğim ve rahat ettiğim ulaşım aracı trendeydim. Hemen hemen tüm gazeteleri, çay ve sigara lüksüyle, ilanlarına kadar hatmetmiştim.
Bozkır monotonlaşınca sayfalara, sayfalardaki haberler içimi karartınca buğday tarlalarına dönüyordum.
Haberler arasında en iç karartıcısı da, Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği TÜFAD Adana Şubesi Başkanı Ali Hoşfikirer’in isyanıydı:
<#comment>#comment>Her transfer sezonu, fatura bize çıkar.
"Fedakâr" yöneticiler, futbolcu peşinde koştururken "baloncu" spor medyası onları taraftarlar önünde zor duruma sokar.
Bu tespit ne kadar doğru acaba?..
Tamam; "atmasyon" medyada da var ama, zaman zaman kulüplerin hayal gücü medyayı çok geride bırakabiliyor.
Mesela Almeyda ve ardından Gilberto Silva...