<#comment>#comment> Demek ki, istenince Ali Sami Yen’de kar altında futbol hem oynanıyor, hem pek keyifli de olabiliyormuş... Futbol, kış sporu beyler, aynı temizleme çalışması yapılsaymış, Denizli maçı da tehirin ertesi günü bal gibi oynanabilirmiş...
Kar fırtınası altında oynanan oyunda ne Galatasaray’da teknik tarife girecek bir sorun vardı, ne de Malatya’da herhangi bir yorgunluk emaresi... Yani iki takım da eteklerindeki taşı, karlı zemine döküyor ve de tribünlerdeki bizlerin dahi içini ısıtan futbol manzaraları sarıp sarmalıyordu sahadaki mücadeleyi...
Galatasaray, ligin ilk yarısındaki sarımtırak veya griyimsi bütün oyun fotoğraflarını yırtıp atmış sanki... Sarı - Kırmızılı formadaki Fatih Terim kanunları eksiksiz yürürlükte. Cim - Bomlu oyuncuların müthiş mücadelesinden bu anlam çıkıyor bence... Savunma bloğundaki emniyet anlayışı, orta alandaki pas ve pres disiplini, gol bölgelerine solda Hakan Ünsal ve Ergün Penbe, sağda Batista’nın uyguladıkları çabuk ve sivri bindirmeler gerçekten seyre değer güzelliklerdeydi... Revivo, müthiş duvar paslarına girip, çıkıyordu sürekli. Ama doğrusu ya Malatya defansı da onun nasıl bir "Gol belalısı" olduğunu iyi bildiği için, özellikle
<#comment>#comment> Fenerbahçe’de olup bitenler, artık can sıkmaya, genel kurul üyelerini de hayli incitmeye başladı. Bir ömürboyu kadar uzun spor hayatımda çok şey gördüm, ama "AZİZ YILDIRIM vakası" kadar, "yanlış yanlış üstüne" bir devreye hiç rastlamadım FENERBAHÇE’de... Böylesine kritik devre yaşayan takımın "6 yıllık" BAŞKANI’nın, GAZİANTEP gibi bir rakiple, maçın başlayacağı dakikalarda,açıklama yapması, yenilir - yutulur bir kulüpçülük kabahati midir?
MUSTAFA DENİZLİ gibi hocayı havaalanı komploları ile kovuyorsun, kabahati "MEDYA"ya yüklüyorsun. Arkadan LORANT diye 3. sınıf Alman antrenörü iş başına getiriyorsun, "Bununla olmaaaz" diye barım barım bağıran yazarlara, "Sanki nispet olsun" tarzında "LORANT’ın arkasındayız" diye açıklamalar yaptırıyor, sonra da adamı gönderiyorsun. Bir kez daha kim haklı çıkıyor BAŞKAN, o hep karşınıza aldığınız "MEDYA" değil mi?
Ya ORTEGA meselesindeki ‘büyük fiyasko’yu nasıl yorumlarsınız? Kimselerin haberi olmadığı zamanlamada alıp getirdiğiniz ORTEGA’nın, bu takımda "kendisinin futbol dilinden anlayacak bir kadro iskeleti olmadığını" düşünmek, hiçbirinizin aklına gelmedi mi? DENİZLİ zamanında sol kulvarda kelebekler gibi uçuşup, goller atan
<#comment>#comment> Fenerbahçe dün Kadıköy’de, "Sibirya fırtınası" gibi esmekteydi gerçekten... Biz tribünlerde donmaktayken, Güney’in sıcak ekibi Gaziantep, oyunun başlama düdüğüyle birlikte yediği sağlı - sollu ve önlenmesi güç Fenerbahçe çıkışlarında biraz da şaşkındı sanki...
Öyle ya, hafta içi yazan ve de hiç Fenerbahçeli olmayan kalemlere göre; Oğuz Çetin kapının ağzındaymış, Fenerbahçe taktik şaşkınıymış. Anlayacağınız, Sarı - Lacivertli kadro dağılmak üzere sanki.
Yahu Fenerbahçe düşmanlığının da bir ölçüsü olmalı hani... Ama Kadıköy’de, Antep ile yarışan Fenerbahçe ise anlayanına çok sert bir üslupla, karşı cevabı veriyordu dünkü oyunla...
Kemal’in büyük renkler kattığı orta alanda, müthiş bir ayaklanma gözleniyor ve defans ile orta alan büyük bir futbol bütünlüğünü sergiliyordu... Büyük bir güç bütünlüğüyle, rakibe sürekli saldıran Fenerbahçe, hücumda Rebrov ve Vladimir ile birlikte, Antep savunmasının önemli isimlerini "Zorunlu nöbete" kilitliyordu... Hakan, Ceyhun ve Abdullah’ın yaptığı rüzgar gibi kanat bindirmeleri ise Antep’in Fener’in üstüne çıkış hızını iyice kesiyor ve yaklaşık yarım saat süreyle Antep, savunmayı ayakta tutmak için üstün bir gayret
<#comment>#comment> Beşiktaş - Fenerbahçe derbisi oynandı bitti... Ama dedikoduları ve de teknik tartışmaları halen devam etmekte... Bizce, Beşiktaş’ın mükemmel bir oyun stratejisiyle, Kadıköy’de kaptığı üç puan, altından da önce "Platin" değerindedir... Lucescu’nun ve ağır sahada yarışan Siyah - Beyazlı oyuncuların müthiş zaman sabrı ve deplasman sakinliğinden bir an dahi kopmamaları, onlara bu hayati maçı kazandıran en önemli sebeplerdi...
Fenerbahçe için ise herşey bu haftaki Ankaragücü deplasmanıyla başlıyor sanki... Öyle ya Oğuz Çetin, önündeki 16 maçın da kazanılması ve 48 puanlık bir hasılattan bahsediyor, Fenerbahçe’nin teknik patronu olarak... Oğuz hocanın, Fenerbahçe’ye yeni bir hava getirdiği muhakkak. Gerek hazırlık kampındaki yapılan doğrular, gerekse Beşiktaş maçındaki fiziksel tempo ve kazanma arzusundaki çabalar, Fenerbahçeli futbolcuların düşünce bütünlüğünde bir hayli yol aldığını açıkca ortaya koyuyor.
Ancak bizim Oğuz Çetin’den ayrıldığımız önemli farklılıklar ve gelecek korkuları var doğrusu içimizde... Önce Fatih Akyel olayına bir göz gözdirelim... Fatih’in Beşiktaş maçında yaptığı ağır pozisyon kabadayılığı ve aldığı kırmızı kart, bir yerde doğrudan takımın
<#comment>#comment> Ülkenin Kadıköy’e kilitlenip, haftalardır beklediği büyük derbi, hiç de öyle içaçıcı bir futbol seferberliğini anlatamıyordu doğrusu, seyircilere...
Gerçi doğa, mevsim koşulları ile geceye tavrını koymuş ve müthiş yağmur dalgaları sarıp sarmalamıştı Kadıköy’de yeşil zemini... Kartal, deplasmanda oynamanın gerçeğiyle, sahayı çok doğru bir dağılmayla parselliyor, ayrıca tek kontrollü top kullanma ustalığını da, Fener’den daha üstün bir oranla uyguluyordu dünkü ağır zeminde...
Beşiktaş’a karşın, Fenerbahçe niçin bu kadar sinirli ve da dağınık bir havada oyuna giriyor? Neden tek top kullanmanın adeta mecburi olduğu bir zeminde, Johnson’u, Ceyhun’u, Ali Güneş’i, Fatih’i, Hakan’ı ve de Tuncay’ıyla, ille de topla birlikte taşınmak istiyorlardı Siyah - Beyazlı defansın üzerine...
İşte, karşılıklı bir dikkat çıtasının hassaslığı üzerinde giden oyunda, birden insanın tüylerini diken diken eden bir "Fatih faciası" giriveriyordu, sükunetle giden oyunun seyir vitrinlerine. Fenerbahçe’ye geldiği günden beri, "şımarık çocuk" hırçınlıklarına doğru yürümeyi nedense kendine adet edinen Fatih, ne yapmak istiyordu, anlamak çok zor... Ortada fol yokken, basit bir faul
<#comment>#comment> Pazar günü ilk yarıdan kalma bir dev hesaplaşma ile ısınacak yine futbolla dolu haftaların heyecanlı devreleri...
Fenerbahçe kendi evinde kazanabilecek mi dersiniz, çok zor gibi görünen Beşiktaş oyununu... Yoksa Beşiktaş mı ilk yarıda gösterdigi klas dolu oyunlarından birini Kadıköy’de sahneye koyup, kapabilecek ezeli rakibinden hayati üç puanı... Fenerbahçe sanki sezona yeni başlamışa benzer, bir derlenip toparlanmanın telaşı ve gayretiyle yaşadı devre arasını... Oğuz Çetin, iki antrenör ile çalıştığı dönemin teknik tabularını yıkmak istercesine bir çalışkanlık sergiliyor. Mustafa Denizli de, Lorant da kondisyoner gerçeğine sırt çevirip, "kendi kafalarına göre" Fenerbahçe yönetirlerken, şimdilerde işini bilen bir İtalyan ile takımın fiziksel bütünlüğünü kurgulamaya yöneltmek benim için çok büyük bir artı puandır Oğuz Çetin’in teknik patronluğu adına... Ayrıca yapılan transferlerdeki tüm doğru teşhisler de Sadettin Saran ile Oğuz Çetin arasındaki düşünce bütünlüğünü işaretliyor bizlere...
Her rakibe ayrı taktik
Oğuz’un oynamak istediği taktik üzerine, basın gereksiz yere ahkam kesiyor, benim düşüncelerimde... Sanki Fenerbahçe her maça 4 - 2 - 3 - 1
<#comment>#comment> Geçen haftaki "futbolsuz günler" yazımızda, kendimizi bakıma aldığımızı ve yeni menisküs ameliyatı için, Münih’e uçtuğumuzu anlatmıştım.
Evet... Zor da olsa, ALPHA Klinik’te geçirdiğimiz ameliyatlı üç günümüzü, unutmamız mümkün değil... "Acı neredeyse, insan canı oradadır" tarifinin, ne kadar doğru değerlendirme olduğunu, insan ameliyata giderken, genel anestezi uykusu öncesinde ve de ayıldığı anlarda çok daha iyi yaşıyor.
* * *
Ameliyat bitti, ama işin zor kısmı şimdi başlıyor aslında. Sağ ayak, üç ay süreyle bir kez yere basmayacak. Bir torba ilaçla boğuşmak da, bir ay kadar sürecek. Ağırlık çalışmaları, fizik tedavi yöntemleri, tam üç sayfada anlatılıyor hastaya... Küçücük bir menisküsü, "Büyük bir hikaye" haline getirmek istemiyorum tabii... Ancak özellikle, yoğun yarışma haftaları, ayları ve de yıllarıyla yaşayan, profesyonel - amatör bütün sporcularımızın, ne kadar dikkatli olmaları gerektiğini vurgulamak istiyorum sadece...
Ayrıca kulüp doktorları ve profesyonel kulüp idarecilerinin de dikkatlerini çekmek istiyorum... Öyle ya, büyük paralar ödeyerek aldığınız şöhretli bir oyuncuyu, doğru sakatlık tespiti yapmadan "Haydi aslanım. Bir şeyin
<#comment>#comment> Futbolsuz haftaları fırsat bilip biraz da kendimizle ilgilenelim dedik. Yaş yarım asırı geçtikten sonra geçmiş yılların kalıntısı olan bütün can sıkıntısı, sağlıksız birikimler bir bir geliyor insanın önüne mazinin faturaları olarak. Münih’teki ünlü ALFHA Kliniği şimdilerde meşhur oldu bizim futbolcular arasında... Mustafa Doğan, İlhan Mansız ve Rüştü kardeşlerimiz de bizler gibi akraba olmuşlar adeta bu dünya çapındaki ünlü klinikle... Halbuki ben 6 yıl önce iç menisküs ameliyatı için yattım Profesör TOFT’un masasındaki neşterin altına... 6 ay, koltuk değnekleriyle sağ ayağımızı hiç yere basmadan dolaşmış, her gün fizik tedavilerini hiç aksatmayarak sağ ayağı kurtarmıştık, tak - tuk testleriyle canımızı yakıp duran sağ diz ağrılarından...
* * *
Sonrasında erken bayram havasına girip yürüyüş bantlarında "2.5 derece rampa tırmanışına da aldırmadan" koşturup durunca bizim diz yine patinaja girip, garip sesler ve acılar yaymaya başladı son zamanlarda... Eeee Türk Milleti bu... Biraz rahatı gördü mü, yine herşeyi unutacak ve başına dert açmak için kaşınıp duracak tabii... Ayrıca TOFT hocaya, 5 - 6 kilo zayıflayacağımıza söz vererek dönmüştük İstanbul’a...