<#comment>#comment>Milli Takım'ın Uzakdoğu'da vereceği tarihi imtihanlar için zamanın hayli yaklaştığının farkında mıyız ? Ogün ve Tümer'in kadroya alınmamaları üstüne olumlu ya da olumsuz kalem oynatanlar hayli romantik düşünceyle bakıyorlar meseleye.
Biz Türkler'in yufka yürekli olduğunu söyleyenler hiç de haksız değildirler... Ogün'ün Türk futboluna, özellikle de milli formaya verdiği hizmetleri saymaya kalksak, sayfalar dolar, taşar işin özünde... Ancak milli formanın sorumluluğunu üstlenmiş teknik kafaların şu günlerde naif düşüncelere dalıp, konuya duygusal bakmaya ne hakları vardır, ne de böyle bir lüksleri... Ogün kardeşimizin artık seri halde oynanacak ve performansının en yüksek grafikleri zorlayacağı tempolu oyunlara ayak uydurması zordur. Zaten bunu kendisi de iyi bilmektedir ki, daha ligler bitmeden Milli Takım'ın geleceği adına yorgunluğunu ve elveda mesajını bütün ülkeye kendi sesiyle ilan etme gerçekçiliğini ve mertliğini göstermiştir.
Tümer için de milli kadro henüz erkendir ve Şenol Güneş bu kararında çok haklıdır... Öyle ya, eğer Tümer, Beşiktaş'ın seri yenilgilerinde orta sahada sahne alır, Ahmet Dursun ve İlhan Mansız gibi çabuk ve hırslı adamlara enfes
<#comment>#comment>Bir sezon boyu takımı ile özdeşleşip, yaz kış demeden Sarı - Kırmızılı renklerin rüyalarıyla yatıp, kalkmış taraftar, Ali Sami Yen dergahını bir gelin gibi süslemişti sezonun şampiyonluk GALA’sında.
Kolay değildir öyle futbol gibi ağır bir spor dalında beş sezonda dört şampiyonluğu kucaklayıp, kulüp müzesine taşımak... İç oyunların fikstür trafiğini kovalarken, bir yandan da Şampiyonlar Ligi’nde bayrak açıp, Roma, Liverpool, Barcelona gibi ünlü ekipler önünde Türkiye’yi ayağa kaldıran neticelere zafer dolu sonuç imzaları atmak öyle her ülkeden her babayiğit takımların başaracağı işlerden hiç değildir... Ya UEFA Kupası’na doğru yürüyen Cim - Bom’un o disiplinli ayakları ve düşünce bütünlüğü öyle yaşam boyu unutulacak cinsten bir Avrupa harekatı mıdır sanki... Ülkemize tarihi bir kupayı kazandıran Galatasaray’ın bu yüce başarısı benim yarım asırlık futbol hayatımda yaşadığım en büyük ve en saygın sportif mükafattır Türkiyemiz adına...
* * *
Fatih Terim’le yakılan ve Lucescu’nun bu sezon devam ettirdiği "BÜYÜK MEŞALE" bütün ihtişamıyla Galatasaray camiasını aydınlatmaya devam etmektir... Faruk Süren, Mehmet Cansun ve Özhan Canaydın’la devam edecek
<#comment>#comment>Türkiye, sanırım benim hayatımda eskittiğim yılların en anlaşılmaz ve berbatlığı hiç tartışılmaz bir siyasi kaosunu yaşıyor şu zamanlarda.
Futbolda ŞAİBE kelimesinin mana ve önemini araştıranlar niçin futbolumuzun içindeki bilinmezlikleri kurcalayıp, duruyorlar ki ? Ne yani, bir parti af lehinde oy kullanacak, sonra da sayın Sezer’in vetosu karşısında seçmenini kandırmak adına Cumhurbaşkanlığı Makamı’nın haklı olduğunu beyan ederek, milletle adeta alay eder duruma düşecek... Bu ne kaderdir ki, Türk halkı bütün bu siyasetçi karanlığına açıklık getirmek adına hiç ağzını açmayacak ve hiçbir sivil toplum bilinci adına tek adım dahi atamayacak... Yani o zaman siyaset cambazları her meclis kararını kapalı kapılar ardında planlayarak, kürsülerde kanunlaştırmak adına takla atarlarsa, böylesine etkisiz ve doğal olarak da tepkisiz bir seçmen kalabalığında pek mi haksız hale düşer siyasetçiler kendi düşünce cambazlıklarında ?..
* * *
İşte af kargaşası arasında tezgâha sokulan yeni birkaç plan ve onun yaklaşan seçim zamanı ihtimalleri üstüne kurgulanan yeni oy kapma histerileri... Evet, Türk futbolundan seçmen kapma kaygısı yaşayanlar şimdi düşmeyi kaldırma ve yeni
<#comment>#comment>Hakemler ve Gözlemciler Derneği’nin futbolumuza çeki düzen verilmesi adına yaptıkları açıklamaların altını imzalamaya ben de hazırım doğrusu.
Öyle ya, her maçta hakemle oynamaya alışmış, kendi futbol yeteneksizliğinden kaynaklanan pozisyon kabahatleri sonrası hırsını hakeme itirazla perdelemeye çalışan oyuncu tiplerinin ağır şekilde cezalandırılması kaçınılmazdır futbolumuzda... Artık ekrandan dahi iyice görülen ve dudak okuma yöntemiyle sizin de süzebildiğiniz galiz küfürleri sıralayıp, hakemin maçtaki otoritesini alt üst etmeye hiç hakkı olabilir mi bir futbolcunun?.. Tabidir ki, bu çirkinlikleri adet haline getirmiş oyuncuları - şöhretleri ne olursa olsun - hakem toplantılarında tartışmak ve gerekenleri fişlemek çok da doğru değil midir ?
Agresif kelimesinin mana ve gereğini kendi futbolunu hareketlendirip, güzelleştirmek anlamında kullanmak yerine, işin tam tersini yaparak tribünleri tahrik şekline sokmak ve oyunun bütün güzel yönlerini adeta dinamitlemek gibi bir suça soyunmak yanlışları kırmızı kartı da aşan cezalarla da yenilenmelidir... Artık hepimiz adeta her akşam Dünya’nın bir yerinden son derece önemli puan maçları seyretmekteyiz... Hiç bizdeki
<#comment>#comment>Fenerbahçe’de Mustafa Denizli kendi sahasında maç kazanma şampiyonu yapmıştı bir ara Sarı - Lacivertli ekibi... Lorant ise kendi sahasında zar zor kazanma lideri ilan edecek korkarım sezon sonu kendini.
Lorant hocamız, hiç olmazsa Beşiktaş maçının seyrini bir bir geçirmemiş miydi acaba Trabzon ekibinin ilk on birini kafasına dizerken... Revivo, Serhat ve orta saha adamlarının mekik dokurcasına paslarla Siyah - Beyazlı ekibin tehlikeli alanlarına kolayca girerkenki özgür deparlarında yatan sırrın, "musalla taşı" gibi rakip kalecinin önünde Fenerbahçe ataklarını önlercesine oynayan Andersson’suz sahaya çıkmaktan kaynaklandığını... Birkaç hafta sonra Türkiye’yi terkedip, gitmeye hazırlanan bu bitik adamı bu kadar onore etmeye mecbur mu yahu bizim Lorant’ımız?
Dün Trabzon’u çantada keklik gibi görerek, oynatan ve oynayanlar ilk yarıda Bordo - Mavililer’in müthiş direncini pek iyi hesap edememişlerdi anlaşılan... Kaçan goller diyeceksiniz... Doğru, Revivo’nun sayısız sprintleri, Serhat’ın her fırsata çivi gibi girip, çıkan ayakları ve Yusuf’un müthiş atak ve pas seansları niçin bir bir eriyip, gitti oyunda ?.. Çünkü Andersson, orada bir Fenerbahçe hücumcusu gibi
<#comment>#comment>Futbolumuz tam bir başıbozukluk içinde yüzmekte... Böyle bir durumda ortaya çıkıp, "Şu haksız - bu haksız" diyerek ahkam kesmek, meselelerin üstüne benzin döküp, kavgaları alevlendirmekten başka bir işe yaramaz kanaatimizce...
Aylardır sürmekte olan hakem inançsızlığı ve federasyonun taraflı davrandığı iddiaları aslında yıllardır sürmekte olan şike dedikoduları ve hakem tayinlerinde görülen açık ve net yanlışlardan kaynaklanmaktadır... MHK Başkanı hakkındaki türlü çeşitli dedikodular yıllardır ayyukaya çıkmıştır ayrıca da... Ama Türkiye bir hukuk ülkesi olduğuna göre dedikodu ile bir yerlere varılamaz ki... "Herkes bildiğini açıklasın" diyor şimdilerde bazıları... Selim Edes’in geçmişte Engin Civan’a haykırdığı, "Rüşvetin belgesi mi olurmuş yani"... Haaa, şimdilerde eğer Hilmi Ok, Muvahhit Afir, Ahmet Güvener, Sevgili Halim Çorbalı gibi hangisi iş başında olsaydı çoktan haysiyetini koruma adına istifayı basıp, köşesine çekilmişlerdi...
Futbol Federasyonu Başkanlığı da öyle değil mi?.. Özerklik yasası çıktıktan sonra futbol işleri rayın ötesinde dönmeye başladı farkındaysanız eğer... Özellikle Şenes Erzik dostumuzdan sonra kulüplerle federasyon arasındaki
<#comment>#comment>Dolmabahçe mahşer yeri gibiydi derbi gecesinde... Lorant’ın; Oğuz, Ceyhun, Hakan Bayraktar, Serhat ve Ali Güneş gibi genç ayakları ilk on birde sahaya sürmesi, sanıyoruz dün gecenin Fenerbahçe adına yapılan en gerçekçi tertip yorumuydu. Beşiktaş’ın Tümer, Ahmet Dursun, İlhan Mansız gibi süper kramponlarını kontrol altına alma mantığını da taşıyan Fenerbahçe’deki tertip değişikliği oyunun her dakikasında Lorant’ın doğru kararlarını alkışlıyordu adeta... Öyle ya Andersson ve Abdullah gibi son haftaların yorgun ayaklarını eşofmana almak dahi teknik kulübe adına gerçekten büyük riskti, ama verilen bu doğru kararlar ve genç bir ekibe yaratılan inanç bütünlüğü Fenerbahçe’nin haklı bir galibiyetle çıkmasını sağlıyordu İnönü Stadı’ndan..
Evet, Beşiktaş tribünleri ve sahada yarışan Siyah - Beyazlı futbolcular niçin bu kadar sinirli, neden böylesine oyunu gerecek slogan ve tezahürat ayıbı ile götürüyorlardı oyunu... Maç berabere ve Beşiktaş’ın tatlı tatlı pas ağırlığı ve oyunu sahiplenme noktalarına doğru yol alırken, Ali Eren, hangi gayeyle yerde yatan Serhat’ı tekmeliyor ve akla alınamaz bir profesyonellik ihanetini işliyordu İnönü çimeninde... İşte böyle bir affedilmez
<#comment>#comment>Pazar günkü büyük derbinin taraflara neler getirip, neler götüreceği bütün ülkede haftanın merak konusu... Şampiyonlar Ligi’ne iki takımın gitmesi artık ligin ikincisi olmayı da çok cazip hale getirdi...
Türkiye’de bizce Beşiktaş, bu yıl Galatasaray’dan da, Fenerbahçe’den de çok daha çabuk oynayan ve oyuna asılarak kazanmasını bilen bir ekip... Daum’un Almanya’da başının belada olması Siyah - Beyazlılar için en büyük handikaptı bu sezon... Beşiktaş oynarken Daum’un teknik kulübede oturuşunu seyretmek bile hazin hisler yaratıyor insanların duygu dağarcığında... Sinan’ın çırpınmaları da olmasa, Beşiktaş’ın yaraları daha da derin olabilirdi Kartal’ın bünyesinde...
Fenerbahçe de kendi kendisiyle savaştı ve şampiyonluk yolunu adeta kendi tıkadı bu sezon... Öyle ya, Denizli ile sezonu bitirerek hesaplaşmak doğrusu ve mantığı varken, son derece duygusal ve acele verilmiş bir kararla Mustafa Denizli’yi göndermek profesyonel bir yönetimin iş planına doğru olarak düşer mi ki futbolun bilimsel yönetiminde... İşte Denizli, atv’de Faik Çetiner’in programına çıktı ve üstü kapalı da olsa, "Benim istediğim transferler dikkate alınmadı" ya kadar götürdü sözlerini... Ayrıca