Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise ABD'ye giderken, "İrtica tehdidi yoktur" dedi. Dönüş yolunda da, "İrtica endişeleri varsa bunu görüşüp gereğini yapmaya hazırız" mesajını verdi.İrtica yerine "aşırılıklar" kavramını yeğleyen Erdoğan'ın, "İster ikili görüşmeler ister MGK çerçevesinde buna karşı alınacak tedbirleri içeren bir paketi hemen hazırlayabiliriz" dediği yansıdı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Türkiye'de irtica tehdidi bulunduğuna işaret eden konuşmalar yaptılar. Başbakan Erdoğan'ın bu sözleri, irtica tehdidi konusunda Cumhurbaşkanı Sezer ve Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt'a, "Bu konuyu görüşelim" mesajı taşıyor. Kuşku yok ki Başbakan'ın, Cumhurbaşkanı veya Genelkurmay Başkanı ile bir görüşme sorunu olamaz. Anayasa gereği zaten birlikte çalışması gerekiyor.Cumhurbaşkanı, özel bir engel yoksa, her hafta Başbakan'ı ve Genelkurmay Başkanı'nı kabul ediyor. Keza MGK toplantılarında yine bir araya geliyorlar. Ayrıca, kim ihtiyaç duyarsa bu üçlü arasında ikili görüşmeler her zaman yapılabiliyor.Devletin işleyişi böyle...Bu nedenle Başbakan, irtica konusunu Cumhurbaşkanı'yla da, Genelkurmay Başkanı'yla da görüşecektir.Burada
Bu konuşmaların içeriğiyle ilgilenmek istemeyenler, tartışmayı daha çok "usul ve şekil" eksenine çekiyorlar."Demokrasilerde ordu, sivil otoritenin kontrolü altındadır, Türkiye'de de öyle olmalıdır" genel yaklaşımından, TSK Başbakan'a değil Milli Savunma Bakanı'na bağlı olmalıdır görüşüne, Genelkurmay Başkanı dışarıda değil, Milli Güvenlik Kurulu'nda konuşmalıdır eleştirisinden önce ekonomiyi düşünmelidir önerisine kadar çeşitli görüşler dile getiriliyor.Tabii bir de Genelkurmay Başkanı ve komutanlar neden kamuoyuna açık konuşmalar yapma ihtiyacı duydular sorusu var.Bu sorunun da yanıtları aranmalıdır. Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın Harp Akademileri'nde yaptığı konuşma ile kuvvet komutanlarının harp okullarında yaptıkları konuşmaların yankıları sürüyor. "Konuşma ihtiyacı nereden kaynaklandı?" sorusuna şu yanıtlar verilebilir:1- Görüş ayrılığının belirgin olduğu laiklik karşıtı faaliyetler ve bu yöndeki kadrolaşma konusunun kapalı ortamlarda da dile getirildiği, ancak uygulamada hiçbir değişiklik olmadığı yargısı nedenlerden biri olarak görülebilir.2- TSK'ya yöneltilen haksız ve ağır eleştiriler hatta suçlamalar karşısında hükümetin sessiz kalması, bu suskunluğun TSK'yı
CHP lideri Baykal, dün bu sorumu şöyle yanıtladı:"Toplumun duyma ihtiyacı olan konular ve sözlerdi. Toplumun yüksek sesle duymak istediğini dile getiren yüksek sesti."Genelkurmay Başkanı ve komutanların konuşma gereği duymasının nedenlerinden biri olarak da muhalefet boşluğu gösteriliyor. Muhalefetin bu konularda yeterince aktif ve etkin olamadığı eleştirisi yapılıyor.Baykal bu görüşe katılmıyor, aksine, "hükümet konuşmadığı için komutanların konuşmak zorunda kaldığını" düşünüyor. Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt'ın konuşmasını ana muhalefet partisi CHP nasıl karşıladı? "Nasıl?" diye sorunca Baykal şu yanıtı veriyor:"İçeriden dışarıdan, yerli yabancı birçok kişi ve kurum, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni hedef alan konuşmalar yapıyorlar. Belli ki hedefleri TSK'yı yıpratmak. Hal böyle olduğu halde hükümet TSK'yı savunan tek söz söylemiyor. Peki bu ülkede Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ne için var, ne iş yapar? TSK'ya yöneltilen haksız ve ağır eleştiriler karşısında neden tek söz etmez. Sonra Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Gül niye var? Onlar niye tek söz etmezler. Sanki TSK'ya söylenenlere, 'iyidir, doğrudur' dercesine susup kalıyorlar. Böyle olunca da TSK kendini savunmak
Kara Harp Okulu'nun 2006-2007 eğitim-öğretim yılı açılış töreninde ise Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ konuştu. Org. Başbuğ'un konuşması, bir yandan Org. Büyükanıt'ın yapacağı gibi TSK'ya yöneltilen eleştirilere net yanıtlar içeriyor, bir yandan da "Türkiye Cumhuriyeti'nin bir durum değerlendirmesi" niteliğini taşıyordu. Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın, son dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) yöneltilen eleştirileri "ağır" bulduğunu ve eleştirilere 2 Ekim'de yapacağı konuşmayla yanıt vereceğini yansıtmıştık. 24 Eylül'de yayımlanan yazımızda, Org. Büyükanıt'ın 2 Ekim'de Harp Akademileri'nde yapacağı konuşma, yanlışlıkla "Harp Okulu'nda" diye yer almıştı. Önce bu yanlışı tekrar düzeltelim. Org. Başbuğ, yaptığı analizle Türkiye Cumhuriyeti'nin karşı karşıya kaldığı ve kalacağı sorunları saptarken, TSK'nın "duruşu"nu da kalın çizgilerle ortaya koydu.Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu, temel niteliklerini, Atatürk ilkelerini "Türk devrimi" olarak niteleyen Org. Başbuğ, özellikle laikliğe karşı hareketleri ve irtica tehdidini "devrime direniş" olarak tanımladı.İlker Paşa'nın konuşmasında sık vurguladığı "devrime direniş" kavramı yeni bir ifade. İlker
Son olarak AB Komisyonu Türkiye Delegasyonu Başkanı Kretschmer, TESEV'in "Almanak Türkiye: Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim" adlı yayınının tanıtıldığı toplantının açış konuşmasında Türk Silahlı Kuvvetleri'ni eleştirdi.Kretschmer, TSK'nın sadece kendine verilen görevleri yerine getirmekle kalmadığını, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerinin koruyucusu olarak kendini gördüğünü söyledi. TSK mensuplarının ulusal güvenlik konusuna çok geniş bir perspektiften bakarak, kamu hayatının hemen her yönüyle ilgili, örneğin din, eğitim, kültürel haklar, üniversite gibi konularda açıklamalar yaptığını belirten Kretschmer, bu açıklamaların halk üzerinde büyük etkisi olduğunu vurguladı.AB Temsilcisi aynı konuşmada, Türkiye'de güvenlik birimlerinin yasal ve kurumsal düzene saygı duymadığını da öne sürdü. Kretschmer'e göre, Türkiye'de güvenlik birimleri ve TSK "hesap verilebilirlik" konumunda da muaf tutuluyor. Avrupa Birliği'nin eleştiri okları, son günlerde yine Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelmiş görünüyor. Kretschmer gibi zaman zaman Brüksel'den de benzer eleştiriler geliyor.Peki Türk Silahlı Kuvvetleri'nde bu eleştiriler nasıl karşılanıyor? TSK bu eleştirilerden nasıl
Prof. Dr. Bardakoğlu hem iyi yetişmiş bir din adamı hem de iyi yetişmiş bir sosyal bilimci. Gündemdeki sorunlara yaklaşımı din adamlığı kadar bilim adamlığı yönünü de yansıtıyor. Sorunları derinlemesine analiz edebiliyor ve bunu yaparken de çözüm için yol gösterici olabiliyor. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, CNN-TÜRK'te Murat Yetkin'le birlikte yaptığımız Ankara Kulisi programının dünkü konuğuydu. Bardakoğlu'yla program sırasında olduğu gibi, öncesi ve sonrasında da sohbet olanağı bulduk.Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu, Papa 16. Benedictus'un, İslam diniyle şiddeti yan yana gösteren konuşmasıyla başlayan tartışmayı uzatmak, sonu gelmez bir polemiğe dönüştürmek niyetinde değil.Hak ettiği yanıtı vermiş olmanın yeterli olacağını düşünüyor.Papa'nın konuşması ve yaklaşımı konusunda Bardakoğlu'nun kafası net. Şöyle diyor:"Papa dini değil siyasi bir konuşma yapmıştır."Bu cümle her şeyi izah ediyor.Bardakoğlu, Papa konusuna noktayı şöyle koyuyor:"Tarihe bakıldığında, din ve şiddet konusunda söz söyleyebilecek en son makamın orası olduğu görülür. Din adamının görevi barışı, huzuru, kardeşliği teşvik etmektir, ateşin üzerine benzin dökmek, yangına körükle gitmek değil."
Günlerdir Elif Şafak'ın "Baba ve Piç" adlı romanı hakkında açılan davayla yatıp kalkıyorduk.Yargının, basının, kamuoyunun ve hatta Avrupa Birliği'nin gündemini bu konu günlerdir işgal ediyordu.Bu bir "fuzuli işgal"di.Yargıç Uncu, tek celsede verdiği beraat kararıyla bu işgali kaldırmış oldu.Bununla da kalmayıp Dışişleri'ne de rahat bir nefes aldırdı. Artık yargı, dış politikayla da yakından ilgili hale geldi.Bir kararla birden çok sonuç yarattığı için Yargıç Uncu'yu takdir etmek lazım... Beyoğlu 2. Asliye Ceza Mahkemesi Yargıcı İrfan Adil Uncu, Elif Şafak hakkında beraat kararı vererek bir "fuzuli işgal"i sonlandırmış oldu. Türkiye günlerdir Elif Şafak davasıyla çalkalandığı için dün en yoğun ilgi bu davanın görüldüğü Beyoğlu Adliyesi'nin önündeydi. Ulusal ve yabancı basın, iki tarafın ateşli destekçileri, Avrupa Parlamentosu'nu temsilen bir parlamenter, Dünya Yazarlar Birliği Temsilcisi... Liste uzayıp gidiyor.Türkiye'nin de Avrupa'nın da gözü kulağı dün Beyoğlu Adliyesi'ndeydi. O kadar ki ünlü yayın kuruluşu BBC bile, Türk yargıcın üstünde AB baskısı vardı, yorumu yaptı.Oysa dün asıl dava İstanbul'da değil Ankara'daydı.Danıştay'ı basarak, türban kararı nedeniyle 2. Daire
Sağlık Bakanlığı ile ilaç firmaları arasındaki sorunlar nedeniyle hastaların sağlığıyla oynandığı yorumları yapıldı.Dile getirilen kuşku şuydu:Sağlık Bakanlığı, başka nedenle mahkemelik olduğu, Neupogen isimli ilacı pazarlayan Roche firmasını cezalandırmak için ödeme listesinden bu ilacı çıkarırken, muadili olan Eczacıbaşı'nın pazarladığı Granocyte isimli ilacı ise listede bıraktı. Böylece, Eczacıbaşı'nı koruyup Roche firmasına ceza vermiş oldu.Sağlık Bakanlığı bu iddialara nasıl açıklık getiriyor, bu sorulara nasıl yanıt veriyor?Sağlık Bakanlığı ilaç ve eczacılıktan sorumlu Müsteşar Yardımcısı Dr. Orhan Feyzi Gümrükçüoğlu şu bilgileri verdi: Kanser hastalarının kullandığı Neupogen isimli ilacın devlet tarafından parası ödenecekler listesinden çıkarılması tartışmalara yol açtı. Bu kararla kanser hastalarının mağdur edildiği öne sürüldü. İddiaların yanıtlarına geçmeden önce Dr. Gümrükçüoğlu'nun Roche firmasının Neupogen'in yeniden ödeme listesine alınması için birkaç gün önce müracaat ettiğini ve müracaatın komisyona gönderildiğine ilişkin verdiği bilgiyi aktaralım.Bu ilacı kullanan hastalar için önem taşıyan bu girişim nasıl sonuçlanır?Gümrükçüoğlu, buna yine komisyonun karar