AB üyeliğine halk desteğinin yüksek çıkmasında, AKP'nin bu çizgi değişikliğinin önemli payı vardır.Türkiye'nin, AB ile müzakere sürecinin en az 9 yıl sürmesi belgelerde öngörülüyor. Bu sürenin öngörülen asgari süre olduğu gerçektir. Daha fazla sürmesi, daha yüksek bir olasılıktır.Bu da müzakere sürecinin sadece tek parti iktidarında değil, belki birçok parti iktidarında da devam edeceğini gösterir.Bu açıdan bakıldığında, AKP gibi bugün muhalefetteki partilerin de iktidar sorumluluğu üstlendikleri dönemde, müzakere sorumluluğunu da üstlenecekleri söylenebilir.Kim ne derse desin, Türkiye için AB üyeliği "ulusal" niteliklidir. Bu kavramın "AB karşıtlığı" olarak okunması yanlıştır. AB üyeliği, tek başına bile "ulusal çıkar" kavramından ayrı düşünülemez. Bu bakımdan "ulusal, ulusalcı" kavramlarının AB süreci ve üyeliğinden çok uzak kavramlarmış gibi görülmesi hata olur. Türkiye, Avrupa Birliği (AB) ile müzakere sürecine AKP iktidarı döneminde girdi. AKP'nin kökleri ve değerleri açısından bakıldığında, bu sonucun irdelenmesi ayrı bir çalışma konusudur. Ancak, AKP'nin, AB politikasına, doğduğu Refah-Fazilet çizgisinden bakıldığında, AB'ye en fazla direnç gösteren geniş bir kesimin kısmen
Bunun nedenleri üzerinde durmak gerekir.Neden CHP'ye yüklenmek cazip ve neden bunu daha çok solda gibi görünenler yapıyor?Kanımca bunun siyasi olduğu kadar psikolojik ve ekonomik nedenleri var.Bu cazibeye kapılanlar açısından, iktidara yüklenmenin zor, muhalefete yüklenmenin kolay, risksiz, maliyetsiz olduğu genel kuralı işliyor galiba...Çünkü anlamlı veya anlamsız her "fırsat"ta bunu yapanlar aslında kurumlarında bir çeşit iktidar konumundalar.Bir zamanlar veya şimdi sol gibi görünmeleri, AKP'yi açıktan desteklemelerinde bir "mahcubiyet" yaratıyor. Bu nedenle CHP'ye yüklenmek, bu desteğe kılıf oluyor, meşruiyet kazandırıyor.Sınıf atlamış veya o yola girmiş veya o yola girmek için çaba gösterenler açısından da, bu kolaycılık, vicdanını rahatlatma, kendine gerekçe yaratmaya da yarıyor.Bu tutum aslında sadece siyasi iktidara değil, genel olarak her alanda iktidara yaranma amacını açığa çıkarıyor. CHP'ye ve sola kendine göre "haklı" nedenlerle bindirmek, bu gerçeği gizlemeye yetmiyor.İktidarın politikalarında, eylem ve işlemlerinde eleştirilmesi gereken yönleri bir tarafa bırakıp muhalefetin ve özellikle CHP'nin eleştirilmesi bir çeşit "kendini koruma, konumunu garantiye alma"
Edebiyat dünyası bu büyük şairi, tarihte hak ettiği yere koyacaktır.Attilâ İlhan, şiirleri, romanları kadar, siyasi düşünceleri, siyasi kitaplarıyla da kuşakları etkilemiş bir düşünce adamıdır.Attilâ İlhan bu yönüyle de özellikle sol düşünce dünyasında her zaman anılacak ve tartışılacak bir isimdir. Türkiye, Cumhuriyet sonrası dönemin en büyük şairlerinden birini kaybetti. Kendi deyişiyle "an geldi Attilâ İlhan öldü." Attilâ İlhan'ın Türk solundaki yeri ve çizgisini yerli yerine oturtabilmek için bazı özelliklerini anımsamak yararlı olur.Yaşamı boyunca "örgütlü sol"un içinde yer almadı. Örgütlü solun yükseldiği dönemlerde, o, dışarıda, kıyıda kalmayı yeğledi. Yükseldiği dönemler ise sol örgütlerin düştüğü dönemlerdir. Bu yönüyle bağımsız, tek başına bir ekol olmuştur. Bu nedenle de Türkiye'de solun biraz uzak durmaya, biraz uzak tutmaya çalıştığı bir isimdi Attilâ İlhan...Solcuydu, ama hiç Türkiye Komünist Parti'li (TKP) veya Türkiye İşçi Parti'li (TİP) olmadı. Hatta TKP'liler tarafından zaman zaman ağır biçimde eleştirildi, suçlandı. Ama bunlar onu çizgisinden ayırmadı.Attilâ İlhan'ı bu konumda tutan en önemli iki nedenden biri "şabloncu" olmayışı, diğeri ise Atatürk'ü, sevdiği
Manyas-Kızıksa'da görülen kuş gribinin yayılmasını önlemek için belde merkez olmak üzere 10 kilometre çapındaki bir bölgede karantina uygulanıyor.Hastalığın insanlara geçebilen nitelikte olması, ayrıca kanatlı hayvanlar arasında hızla yayılabilen bir özelliğe sahip olması, tedirginliğin nedenleri.Karantinaya alınan bölge içindeki, hastalığa yakalanmış veya yakalanmamış olsun, bütün kanatlı hayvanlar itlaf ediliyor.Yetkililerce salgın tehdidi olmadığı vurgulansa da tavuk, hindi eti ve yumurta tüketilmesi konusunda vatandaşlar arasında bir tereddüt ve kaygı olduğu gözleniyor.Yetkililer ve bilim adamlarının usulüne göre kesildiği bilinen tavuk, hindi ve usulüne göre pişirilen yumurta tüketilmesinde sakınca olmadığını açıklamalarına karşın, kaygı tümüyle giderilmiş değil.Vatandaştaki güvensizliğin önemli nedenlerinden biri, 1986'da Çernobil faciasından sonra yaşananlar.Faciadan sonra radyasyonlu olması muhtemel olan çayların tüketimi konusunda da benzeri bir kaygı yaşanmıştı. Bu kaygıyı gidermek için dönemin ilgili bakanı televizyonda çay içerek bir risk olmadığını kanıtlamaya çalışmış, çayda radyasyon olmadığını her vesileyle vurgulamıştı. Ancak, yıllar sonra bu bilginin gerçeği
3 Ekim'den hemen sonra yaptığı Türkiye ziyaretinden sonra arkasında önemli tartışmalar bırakması Türk siyasetine yerleşeceğinin ilk işaretleri...Rehn, Türkiye'den ayrılmadan, Orhan Pamuk'un evinde yaptığı açıklamalarla CHP lideri Deniz Baykal'la bir polemik başlattı.Rehn, Baykal'la yaptığı görüşmede de samimi sayılabilecek serzenişlerde bulunmuş... Avrupa Birliği (AB) Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn'in önümüzdeki süreçte Türk siyaseti için önemli bir faktör olacağı belli. Selefi Verhuegen gibi. Türkiye bir zamanlar Verheugen'le yatıp kalkar olmuştu. Bundan böyle de Rehn Türkiye'de yakından izlenen ve tanınan bir isim haline gelecek. Hatta şimdiden öyle oldu bile... Rehn'in Baykal'a ve TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerine yaptığı "tatil yakınması", Ankara'dan ilk beklentisini yansıtmanın yöntemi olmuşa benziyor.Rehn'in Baykal'a ve Dışişleri Komisyonu'na söylediklerini, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'den dinliyoruz:"Sayın Rehn, hem Sayın Baykal'a hem de komisyon üyelerine ilk talebini açık açık söyledi. Dedi ki, Türkiye yüzünden yaz tatili yapamadım, şu ek protokolü bir an önce Meclis'ten geçirin de, bari Noel tatilimi yapayım. Noel tatilimi
Baykal, CHP'nin "Avrupa Birliği (AB) karşıtı" gibi gösterilmesine sert tepki veriyor."Şimdi şu konuya bir açıklık getirelim" diye söze başlıyor:"İktidara yaranmak isteyenler ısrarla CHP'yi AB karşıtı gibi göstermeye çalışıyorlar. Bu büyük bir yalan. CHP, AB karşıtı değildir ama bunu söyleyenler CHP karşıtıdır. Bu kadar basit. AB, bir CHP projesidir. Hedefi tam üyeliktir. Bunun tartışılacak bir yanı yok. Biz AB'ye, AB üyeliğine karşı çıkmıyoruz ki! Bizim karşı çıktığımız Türkiye'yi bu yoldan ayırmayı amaçlayan ve bu hükümetin kabullendiği koşullar, Müzakere Çerçeve Belgesi'nin hükümleri. Bu çerçeve tam üyeliği hedeflemiyor, asıl amacı tam üyelik dışında Türkiye'nin AB'nin kontrolünde ve kullanımında bir ülke olarak tutulması. AB yapılarına sıkıca bağlı olsun demenin amacı bu. Biz buna karşı çıkıyoruz. Biz kapıya bağlı tutulmak istemiyoruz, tam üyelik istiyoruz." CHP lideri Deniz Baykal'la yaptığımız söyleşiyi aktarmaya bugün de devam ediyoruz. CHP lideri, bu eleştirileri dile getirmelerinin görevleri olduğunu vurguluyor ve ileriye dönük riskleri şöyle sıralıyor:"Biz CHP'yiz. Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran parti olmanın sorumluluğu ve ciddiyeti içinde davranıyoruz. Biz devekuşu gibi
Baykal, bu soruyu "Bizim eleştirel tutumumuz AB'ye karşı olduğumuzdan değil, AB'yi önemsediğimizdendir" vurgusu yaparak, şu yanıtı veriyor:"Bunun farkındayım. Beni zorla sevindirmeye çalışıyorlar. Ben zorla sevinemem. Bunun nesine sevineceğim? Türkiye'yi tam üyelik hedefinden saptıran, özel statüyü götüreceği açık olan, bize ikinci sınıf bir statü ve ilişki biçen bu belgeye ve böyle bir belgenin imzalanmış olmasına nasıl sevineyim? Elbette sevinmek isterdim ama ben ancak tam üyeliği gördüğüm zaman, tam üyelik garantisini gördüğüm zaman sevinirim. Yoksa, çocuk sevindirir gibi, 'Hadi sen de sevin' diyenlerin baskısıyla, sözüyle sevinecek değilim. Keşke ortada sevinecek bir durum olsaydı da içten sevinebilseydim." CHP lideri ile sohbetimize, bazı kesimlerden gelen "Baykal'ın Müzakere Çerçeve Belgesi'ne yönelttiği eleştiriler tamam ama müzakerelerin başlamasına hiç mi sevinmedi?" sorusunu aktararak başlıyoruz. Baykal, 3 Ekim'le ilgili olarak yaptığı eleştirilerle, "Kızıl Elmacıların yanında yerini aldı. MHP çizgisiyle örtüştü" yorumlarına ilişkin sorumu ise, şöyle yanıtlıyor:"Bunlar boş laf. Laf - ı güzaf. Bizi yıldırmak, bastırmak için ortaya atılan laflar bunlar. Hiçbir ciddiyeti
AB'nin ardı arkası kesilmeyen reform paketi, yasa değişikliği taleplerini 17 Aralık öncesine yetiştirebilmek, Meclis'ten geçirebilmek için geceli-gündüzlü olağanüstü bir mesai harcadı. Çiçek'in koordinasyonunda kendi bakanlığı ve diğer bakanlıkların alanlarıyla ilgili 55 yasa ve 1814 yasa maddesi değişikliği yapıldı.Adalet Bakanı bundan sonrasını nasıl görüyor? Reform gündeminin ilk sırasında ne var? Türkiye'nin müzakere aşamasına gelen Avrupa Birliği (AB) sürecinde en ağır yükü taşıyanlardan biri kuşkusuz Adalet Bakanı Cemil Çiçek'ti. Çiçek, makamında sorularımızı yanıtlarken, Türkiye'nin bu aşamaya gelmesinde emeği geçen herkese teşekkür ederek söze başlıyor.Çiçek, Türkiye'nin müzakere sürecine girmesini değerlendirirken, "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" vurgusu yapıyor ve halkın bir "zihniyet devrimi"ne hazır olması gerektiğini söylüyor. Bundan sonraki dönem için şunları kaydediyor:"Her zaman dikkat çektim. Biz kuralsız bir toplumuz. Bunu marifet sayan bir toplumuz. İnşaat yaparız kuralsız, trafiğe çıkarız kuralsız, ticaret yaparız kuralsız, ne yapıyorsak kuralsız yapmak isteriz, mevcut kuralları da çiğnemekten kaçınmayız, kural olsun ama bana uygulanmasın isteriz.