Güneşin garanti, ittifak, delege hesabı, pazarlık işlerine girmeden adaylığını açıklaması dürüst ve yerinde bir davranıştı."Israr", "naz", "Üzerimde baskı var" gibi yapay yöntemler kullanmaması ve bir fikirle ortaya çıkması, CHPye ve CHPliye yakışan bir tutum oldu.Prof. Dr. Güneşin fikri nedir?Dün kendisine yönelttiğim bu soruya şu yanıtı verdi:"CHPyi sola çekeceğim. Parti sağa kaydı, ben solda kaldım. İnsanlar beni fazlasıyla liberal bir iktisatçı sanırlar ama değil, ben, CHPnin yoksullara doğru çekilmesi, sosyal yönü ön planda bir parti olması gerektiğine inanıyorum. CHPye neden daha fazla sağa kaymıyorsun diye eleştiri yöneltiliyor. Yanlış olan budur. CHP sola kaymalı, işçiye, memura, çiftçiye, dar gelirliye yönelmelidir. Ben katı devletçi, işçi sınıfı partisi, Marksist bakış açılı biri değilim elbette;, o dar bir sol kalıptır ve geride kalmıştır. Ama gerçek sosyal demokrat çizgiye inanan biriyim. CHP, yoksul kitlelerin partisi olmalıdır. Sola çekeceğim derken bunu kastediyorum, eskinin işçi sınıfı partisi anlayışını kastetmiyorum."Baykalın liderliğindeki CHP solda değil mi?Güneş, bu soruya da şu yanıtı veriyor:"Sayın Baykalın liderliğinde parti, Feyzioğlunun Güven Partisi gibi
CHP, 29 Ocaka kadar enerjisini yine içe harcamak zorunda.Kime sorsanız, "Yine mi kurultay?" diye şikâyet eder gibi yapıyorlar ama içten içe bir mutluluk duydukları da heyecanlarından belli oluyor...Sarıgül bahane...Kurultay hesaplaşması CHPlilerin siyasi tatmin sağladıkları en kolay yol...CHPdeki muhalefet sevinçli bir telaş içinde...Gökte aradıklarını yerde buldular, kurultay önlerinde...Muhalefet kulisine bakarsanız, sanki Baykalı devirecekleri kesinmiş de yerine kimi getirecekleri konusunda kararsızlarmış gibi...Birbirlerine genel başkanlık ikram ediyorlar. Nazik bir yarış içinde:- Ben istemiyorum, sen çık...- Yok efendim, ben ne yapacağım genel başkanlığı, siz çıkın, biz arkanızda duralım...- Olur mu efendim, sizin hakkınızdır, benim zaten gözüm yok, siz buyurun çıkın, biz sizi destekleyelim, olmazsa şunların da desteğini alır geliriz...- Valla bilmiyorum ki, ben mi çıksam, olmazsa çıkayım...Peki Sarıgül ne oldu?Baykal muhalifleri Sarıgülü unutmuş görünüyorlar. Sarıgül, kurultay minderini serdirdi ya yeterli görülüyor. Muhalif ekipten kimse Sarıgülü genel başkan adaylığına uygun görmüyor. Minder ondan, genel başkan adaylığı diğer muhaliflerden...Kemal Derviş, akla gelen ilk
CHP lideri Baykalın, bu eleştirilere ve sorulara yanıtı nedir?Baykala dün bu soruları yönelttiğimde şu yanıtı verdi:"Önce şu rüşvet girişimi ve harekete geçmeme konusundan başlayayım. Ben olayı olur olmaz değil, bir süre sonra öğrendim. YDK üyesi Ergün Aydoğana poşet içinde dolar verilmesi girişimi Balıkesirde olmuş. Ergün Bey ancak Balıkesirden döndükten sonra olayı bana aktarabildi. Ben de zaman yitirmeden MYKyı topladım ve olayı aynen ilettim. Benim görevim buydu. YDK üyeleri hakkında bir işlem yapma yetkim zaten söz konusu değil. MYK toplantısından sonra da zaten Yüksek Disiplin Kurulu toplandı. Şimdi hukukta eski deyimle mesele-i müstehire diye bir olay vardır. Yani öncelikli olarak çözülmesi gereken sorun, çözümü ertelenemez sorun anlamındadır. YDKnın olayı böyle değerlendirmesi gerekirdi. Önce YDK üyeleri arasındaki rüşvet olayını çözüme bağlamalıydı. Bir üyeye diğer iki üye tarafından resmen rüşvet verilmeye kalkışılıyor ve YDK bu konuyu ele alamıyor. Oysa önce bu konu karara bağlanmalı, arkasından diğer konular görüşülmeliydi. Bu bakımdan bana yöneltilen rüşveti öğrenince harekete geçmedi eleştirisi dayanaksızdır." CHPde kurultay süreci başladı. Genel Başkan Deniz
Baykalın bu kararı hem Mustafa Sarıgülle, hem de Yüksek Disiplin Kuruluyla hesaplaşma anlamı taşıyor.CHP lideri, Sarıgülü, "rüşvet" aldığı iddiasıyla YDKya sevk etmişti; YDKnın kararından sonra ise YDK üyelerine "rüşvet" teklif etmekle suçladı. Hatta, bu kararın rüşvetle üretildiği imasında da bulundu.CHP tarihinde ilk kez böyle bir olay yaşanıyor.Bir parti üyesinin rüşvet aldığı iddiasıyla Genel Başkanın da onayıyla YDKya sevk edilmesine karşın aksi karar çıkması da bir ilk, YDKdan rüşvetle karar çıkarıldığı iması da bir ilk...Düğümü şimdi CHP kurultayı çözecek...İşin iki yönü var: Birincisi Sarıgül-YDK ve rüşvet iddiası, diğeri Baykala muhalefet ve genel başkanlık yarışı...Önce birincisinden başlayalım...CHP lideri Baykal, dünkü görüşmemizde, Sarıgül yönetimindeki Şişli Belediyesinde rüşvet alındığı kanısında. Mahkeme kararı çıkmamış olsa bile toplanan bilgi ve belgelerin, mantık ve aklın bu konuda yargı oluşturmaya yeterli olduğu düşüncesiyle, Sarıgülün partiden ihraç edilmesi gerekirdi, diyor.Edilmemiş olmasını da ima yoluyla Sarıgül ve yandaşlarının YDK üyelerini rüşvetle satın almaya çalışmalarına bağlıyor. YDK üyesi Ergün Aydoğana, diğer YDK üyeleri Cafer Dursun ve Engin
Bülent Ecevitin, İsmet İnönünün kendisine, "şartlar oluştuğunda Musulu alın. Bu Türkiyenin hakkıdır" biçiminde bir anlamda siyasi bir vasiyette bulunduğunu doğrulaması; diğer yandan Rahşan Ecevitin, "Hıristiyanlık yaygınlaştırılıyor, Müslümanlığın gerilemesine razı olamam" biçimde açıklama yapması ilgi uyandırdı.Ecevitlerle dün Or-Andaki kütüphane evlerinde bu konuları konuştuk. Önce Bülent Ecevitin sorularımıza verdiği yanıtlardan başlayalım. Eski Başbakan Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Ecevitin dünkü açıklamaları yeni tartışmalar açtı. Şartlar o zaman farklıydı Rahmetli İsmet İnönü, bir gün, Irakla aramızda bir sorun da yokken beni çağırıp şöyle dedi: Biz Atatürkle bu düşüncedeydik. Musul, Türkiyenin hakkıdır. O zaman gücümüz ve şartlar uygun değildi. Alamadık. Eğer şartlar elverirse Musulu alın, bu hakkımızdır. Prof. Dr. Yalçın Küçük, İsmet Paşanın size Musulu alın, vasiyetinde bulunduğunu gündeme getirdi. Siz de Akşamdan Ercan Yavuza bu bilginin doğru olduğunu açıkladınız. İsmet Paşa bunu neye dayanarak söyledi ve siz nasıl değerlendirdiniz? Tabii 1920lerde şartlar başkaydı. İngiltere Irakı işgal etti. Oysa Kanuniden Birinci Dünya Savaşına kadar orayı Osmanlı yönetmiştir.
Artık Türkiyenin bir müzakere tarihi var: 3 Ekim 2005.2005 yılında siyasi gündemin bu tarihte AB ile müzakereleri başlatma hedefine kilitleneceği söylenebilir. Ankara, adımlarını bu hedefi yakalamak amacıyla atacaktır...Hedef bu olunca gündem de kendiliğinden şekilleniyor.Türkiyenin 3 Ekim 2005te ABye oturmasının bir önkoşulu var: Kıbrıs...Ankara, 3 Ekim 2005 gününe kadar Kıbrıs sorununu bir çözüme bağlamakla sorumlu kılınmış görünüyor. Bu 17 Aralık kararının gereği...Türkiye 3 Ekimde masaya oturmak istiyorsa, Kıbrıs konusunda iki seçeneği var:1- Bu tarihe kadar Güney Kıbrısı da kapsayacak şekilde Gümrük Birliğini genişletecek protokolü imzalamak,2- Dokuz ay içinde Birleşik Kıbrıs Cumhuriyetinin oluşturulması için Rum yönetimini uzlaşmaya ikna etmek.Rum yönetiminin tercihi, Türkiyenin tereddüt yaratmayacak şekilde Güney Kıbrısı siyasi olarak da tanıması ve Rum yönetimini Kıbrısın tümü için meşru devlet olarak kabul etmesi. Bu yapılamayacaksa, protokolün imzalanmasıyla fiilen tanımanın gerçekleştirilmesi. Güney Kıbrıs, bu iki beklentisini veto tehdidiyle gündeme sürmüş durumda.Türkiyenin, tek başına Rum yönetimini masaya oturtup Türklerin de hak ve hukukunu koruyacak bir
Zamanı da anlamlı kılan duygu değil midir?Zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak kadar hızlanması da, her saniyeyi işkenceye dönüştürecek kadar ağırlaşması da duygu işidir. Zamanı hızlandıran da, yavaşlatan da duygularınızdır. O anda ne hissediyorsanız, zaman ona göre anlam kazanır: Hızlı, yavaş, kısa, uzun, mutlu, mutsuz, iyi, kötü...Zamanın direksiyonunda duygularımız vardır...Bu insani özellik, insanların birbirini anlamalarında, birbirlerini paylaşmalarında da hâkim unsurdur. İnsan bütün kararlarını sadece duygularıyla vermez elbette. Ama hepsinde biraz payı vardır.Böyle olmasa acılar, sevinçler nasıl paylaşılabilir? İnsanlar nasıl dayanabilir? Birbirlerini nasıl anlayabilir?Sevinçleri paylaşmak kolaydır. Acıları paylaşmak ise hem zor hem daha önemlidir. Duygu ve zaman ilişkisi acı anlarında daha gereklidir. Duyguları zamanında paylaşmak, çekilen acıyı hissetmek ve paylaşmak...Acıyı paylaşmak acılı insanlara saygı göstermekle başlar...Bugün dünyanın buna ihtiyacı var...Güney ve Güneydoğu Asyada büyük acı var. Yüz binlerle ifade edilen insan doğanın kurbanı oldu. Bu acı paylaşılmalı, bu acıya, acılı insanlara saygı gösterilmeli.Biz acıyı yaşamış bir toplumuz. Henüz çok taze. Bize
Birincisi bir başbakan, devleti hakkında böyle konuşursa, diğerleri nasıl konuşur? Hele, inanmadığınız devletin başbakanlığıyla yetinmeyip, o devletin cumhurbaşkanı olmak için seçimlerde adaylığınızı koymaya hazırlanıyorsanız, bu, içine düştüğünüz çelişkiyi daha artırmaz mı?İkincisi, AB ile ve Güney Kıbrısla yeniden masaya oturmaya hazırlandığınız bir dönemde, başbakanın ağzından bu sözler dökülürse, pazarlık gücünüz ne olur? Kendine inanmayana başkası ne kadar inanır?Devletine, dolayısıyla egemenliğine "hayal" diye yaklaşan bir siyasi neyi temsil eder?Bu soruları çoğaltmak mümkündür...KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talatın, Nisan 2005 seçimlerinde cumhurbaşkanlığına adaylığını koyması büyük olasılıktır. Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde de bundan sonra yapılacak görüşmelerde bu sıfatla Türk heyetinin başkanı olacak ve Kıbrıs Türklerinin başta eşit egemenlik olmak üzere haklarını koruyacaktır. İki eşit halka, iki demokrasiye, iki devlete dayalı ortak bir devlet oluşturulması için çaba harcayacaktır. Birleşik Kıbrısın Türklerin hakları, hukukları yenmeden oluşturulması için mücadele edecektir. Ancak, Başbakan Talat daha şimdiden bu ve benzeri açıklamalarla elini zayıflatmaktadır.KKTCnin