AB, 17 Aralıkta Türkiyeye müzakere tarihi verecek.Verheugenin açıklamaları da bunu gösteriyor.40 yıldır bekleyen Türkiyenin AB ile müzakereye oturması kuşkusuz çok önemli bir aşamadır. ABye son dönemlerde üye olan ülkelerle kıyaslandığında, Türkiye, müzakere tarihi almayı da, üye olmayı da birçok ülkeye göre çoktan hak etmiştir. Bu itibarla, ABnin müzakere tarihi verecek olması bir lütuf değildir. Bu Türkiyenin hakkıdır.Müzakere sürecinin en az 10 yıl süreceği ifade ediliyor.Geride kalan 40 yıla baktığımızda, önümüzdeki en az 10 yıllık sürecin çok daha zorlu geçeceğini söylemek abartı olmaz.Türkiye, AB ile müzakere sürecini bir ulusal politika belirleyerek yürütmelidir. İktidarlar değişse bile müzakere süreci partiler üstü tutulması gereken aynı anlayışla sürdürülmelidir.Bugünkü iktidar ve muhalefet 17 Aralıktan sonra bunun ilk örneğini vermelidir.31 alanda müzakere yürütülmesi bekleniyor.Her müzakere alanı için 15 - 20 kişiden oluşan müzakereci heyetlerin kurulması gerekiyor. Bu yaklaşık 600 kişilik bir kadro demek. Bu heyetlerin iktidar -muhalefet ayrımı yapılmadan alanında en yetkin kişilerden oluşması, Türkiyenin ulusal çıkarlarının gereğidir.Her yıl en fazla 2 - 3 alanda
Nitekim, dün, Erdoğanın CHPyi eleştirdiği saatlerde, İtalyanın başkenti Romada CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Dışişleri eski Müsteşarı Onur Öymen, Dışişleri eski Bakanı, AKP milletvekili meslektaşı Yaşar Yakışla birlikte İtalyan parlamenterlerle AB için görüşüyordu. Türkiyeyle müzakerelerin geciktirilmeden başlatılması, müzakere tarihi verilmesinin hiçbir koşula bağlanmaması gerektiğini AKP milletvekilleriyle birlikte savunuyordu. Yaşar Yakışın yanı sıra yine AKPden milletvekili İbrahim Özal da aynı çaba içindeydi.Öymen, Yakış ve Özalın Romada sergiledikleri tablo, Avrupa Birliği yolunda iktidar - muhalefet işbirliğinin güzel bir örneğini oluşturuyordu. Yakış ve Öymen, iki deneyimli diplomat olarak bu örneği daha önce de verdiler. Ankarada katıldıkları Meclis televizyonu programında da bu konuyu iç politika malzemesi yapmadan aynı duyarlılıkla ele aldılar. Olaya Türkiyenin ulusal çıkarları açısından ve aynı pencereden bakabildiler.Romadan dün görüştüğümüz Onur Öymen izlenimlerini şöyle aktardı:"Biz zaman zaman bu tür temaslar yapıyoruz. AKPli milletvekili arkadaşlarımızla ortak temaslar yürütüyoruz. Şimdi Romadayız. İtalyan parlamenterle görüşüyoruz. Daha önce Fransızlar da bize
Çiçek, olayların gelişimini özetlerken Başbakan Erdoğanın Verheugeni yanlış anlamasının söz konusu olmadığını, Verheugenin sonradan söylem değiştirdiğini vurguladı.Çiçek, dünkü görüşmemizde, olayların gelişimini söyle özetledi: Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri gerginleştiren Türk Ceza Yasası ve zina konusuyla ilgili olarak tutum değiştiren tarafın, Ankara değil Brüksel olduğunu belirtti. "Sayın Verheugen, 6 Eylülde Ankarada temaslar yaptı. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gülle görüştü. Bu görüşmelerde gerek Sayın Başbakan, gerek Sayın Dışişleri Bakanı, Verheugenle Türk Ceza Yasası tasarısını konuştular. Verheugen geldiğinde Türkiyede 10 gündür zina konusu tartışılıyordu. Tabii, bu konuyu da konuştular. Bir düzenleme yapmak istediğimizi de ilettiler. Verheugen, Sayın Başbakana ve Sayın Dışişleri Bakanına, bunun kendileri için bir sorun olmayacağını, Türkiye açısından başka bir şartın öne sürülmeyeceğini ifade etti. Sayın Başbakanın bize verdiği bilgi budur. Yani Verheugen, Türk Ceza Yasası tasarısını ve zina konusunda hükümetin düzenleme yapma isteğini biliyordu ve bunun sorun olmayacağını ifade etmişti."Çiçek, Başbakan Erdoğanın, Türk Ceza
Baykal, dünkü görüşmemizde, CHPnin Meclisi açmaya ve açık tutmaya gayret edeceğini belirterek, "Umarım Sayın Erdoğan, CHPnin bu sorumlu yaklaşımını iyi değerlendirir. Biz tarihi görevimizi yerine getiriyoruz" dedi.CHP lideri Baykal, Başbakan Erdoğanın kişisel davrandığı kanısında. "Başbakanın yaptığı mantıkla, sağduyuyla bağdaşmıyor" diyen Baykal, Brükselden gelen havanın olumsuz olduğunu ve ekonomik dengelerin de olumsuz etkilendiğini vurgulayarak, "Çıkış, Meclisi toplayıp Türk Ceza Yasasının çıkarılmasıdır" görüşünü savundu.Baykal da Başbakan Erdoğanın son anda tutum değişikliğine gitmesine anlam veremiyor. CHP lideri şu yorumu yapıyor:"Başbakan Erdoğan duygusal davranıyor. Kişisel tavır alıyor. Hani halk arasında karakter yapıyor, derler ya... İşte öyle, Sayın Başbakan karakter yapıyor. Biz Brükselle sürekli temas halindeyiz. Eğer bu yapay kriz çıkarılmasaydı, 6 Ekim raporu çok olumlu düzenlenecekti. Ancak, bu tavır sürer ve Türk Ceza Yasası çıkarılamazsa, rapor çok olumsuz çıkabilir."Baykal sona ana kadar Türk Ceza Yasasını çıkarabilmek için çabalarını sürdüreceklerini de vurguluyor. CHP lideri Deniz Baykal, Türk Ceza Yasası tasarısının 6 Ekimden önce yasalaştırılması
Başbakan Erdoğanın müdahalesi ile daha önce Abdullah Gül, Cemil Çiçek ve Deniz Baykal arasında oluşturulan mutabakat da bozuldu. Baykalın son ana kadar mutabakatın sürdürülmesi ve özellikle AB raporundan önce ceza yasasının çıkarılması önerisi karşılık bulmadı.Türk Ceza Yasasıyla ilgili olarak Baykal ve CHPnin tutumu, başından beri yapıcı ve katkı sağlayıcı oldu. ABden tarih alma amacına yönelik olarak CHPnin uyguladığı bu olumlu muhalefet anlayışı, AKP açısından iyi bir şanstı. ABye üyelik ve bu amaçla yapılan uyum çalışmaları boyunca CHPnin temel yaklaşımının bu olduğu söylenebilir. Bu konuda CHPye yöneltilen eleştirilerin haksızlığı, son olayda bir kez daha ortaya çıkmış oldu.Bu aşamadan sonra da Başbakan Erdoğanın ısrarını sürdürmesi ve 6 Ekimden önce Türk Ceza Yasa Tasarısının yasalaşmaması ve zina konusunda düzenleme yapılarak yasalaşması halinde, ABden esecek olumsuz rüzgarın siyasi sorumluluğu kuşkusuz Başbakan ve AKPye ait olacaktır.Başbakan Erdoğanın bu konuda sergilediği sert ve kararlı tutum, geri adım atmayacağını düşündürüyor. ABden gelen olumsuz açıklamaları, Türkiyenin iç işlerine karışma olarak değerlendiren Başbakan Erdoğanın amacı da tam anlaşılmış değil.
AKP, bu manevrasıyla CHPyi hem kullanmış hem kandırmış, AByi de tereddüde sevk etmiş oldu. CHPyle zina konusunda anlaşmış olmasına karşın, son anda bu anlaşmayı bozdu.Bu, AKP açısından güven kaybı yaratan bir tutumdur.Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ve Adalet Bakanı Cemil Çiçekin, CHP lideri Baykalla vardıkları uzlaşmanın, Başbakan tarafından bozulması birçok yönden yaralayıcı olmuştur.Başbakan Tayyip Erdoğanın zinanın suç olarak Türk Ceza Yasasında yer almasını istediği biliniyor. Bunda yadırganacak bir durum yok. Tek başına ve büyük çoğunlukla iktidar olan Başbakan ve AKPnin bu yönde bir düzenleme yapmak istemesi de yapması da doğal. İktidar partisi siyasi iradesini bu yönde kullanacaksa buna engel bir durum zaten yok.Bu doğrultu da Başbakan Erdoğan, Türk Ceza Yasası, komisyondan veya genel kuruldan geçerken bu yönde bir madde önerebilir ve yasalaştırabilirdi. Benim tercihim bu yönde, iktidar benim, diyebilirdi.Anamuhalefet partisi CHPde muhalefet görevini yapar ama sonuçta bu düzenleme AKPnin istediği biçimde yasalaşırdı.Bu normal yol dururken, AKPnin yaptığı zikzak güven bunalımına yol açmış durumdadır. Yasanın bütün maddelerini CHPye söz vererek sağladığı mutabakatla 6 Ekime
Osman Öcalan ve bir grup arkadaşı bir süre önce PKK/KONGRA - GELden ayrılarak, ayrı bir parti kurduklarını (Yurtsever Demokrat Parti) ilan etmişlerdi.Osman Öcalanı, Abdullah Öcalan ve PKKdan ayıran farklılığın başında ABDnin Irakı işgaline bakışı geliyor. Osman Öcalan ve arkadaşları, ABDnin Irakı işgal etmesinin Kürtler açısından eşsiz bir fırsat olduğu görüşünde. Barzani liderliğindeki KDP ve Talabani liderliğindeki KYBye de sıcak mesajlar gönderiyor ve Kuzey Iraktaki Federe Kürt Devleti oluşumunu da bir kazanç sayıyor.Osman Öcalan ve arkadaşları, PKKnın ve silahlı mücadelenin geride kaldığını, silahlı mücadeleyi reddettiklerini ve siyasi mücadele vereceklerini vurguluyor. PKKyla birlikte DEHAPın işlevini tamamladığını, tarihte kalması gerektiğini ifade ediyor ve DEHAPla çalışmayacaklarını da söylüyor. Kısa süre içinde Güneydoğuda kitle desteğine kavuşacaklarını, ABDnin kendilerini desteklediğini, PKK/KONGRA - GELin aldığı silahlı eylem kararlarını yanlış bulduklarını, Türkiyede siyasi mücadeleyi esas aldıklarını belirtiyor. Ayrıca, Türkiyeyle diyaloga girecekleri umudu taşıdıklarını da ekliyor.Osman Öcalanın ABDye güvendiği ve ABD - Barzani - Talabani cephesine katıldığı açık.
Gülün, bu netlik ve sertlikte gösterdiği tepki, iç ve dış kamuoyunda dikkatleri çekti. Telaferdeki operasyonun yarattığı rahatsızlık nedeniyle Gülün yaptığı bu çıkış, iç kamuoyunun beklentilerine uygundu.Irak Türkleri Yardımlaşma Derneği Başkanı Telafer kökenli Dr. Aydın Beyatlı, Gülün açıklamasının Türkmenlere güç ve moral verdiğini ifade etti. Bu tür bir tepkiyi çoktandır beklediklerini söyleyen Dr. Beyatlı, Telaferde ABD güçlerinin yaptıkları aramalardaki tutumlarının kabul edilemez nitelikte olduğunu vurguladı. Dr. Beyatlı, ABDlilerin ne aradıklarının belli olmadığını belirtirken de, "Keyfi ve aşağılayıcı tutumları, Telafer halkının tepkisini çekmektedir. Türkmen halkına terörist muamelesi yapılması kabul edilemez. Sayın Gülün açıklamaları türkmenlerin yüreğine su serpmiştir." dedi.Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Gül, dün yaptığımız görüşmede, Türkiyenin duyarlılığının ve girişimlerinin doğal karşılanması gerektiğini vurgulayarak şu değerlendirmeyi yaptı:"Biz bir an önce Irakın bütününde güvenliğin, istikrarın sağlanmasını istiyoruz, gözetiyoruz. Ama hala güvenlik sorunları bulunduğu ortada. Bu konudaki duyarlılığımız sürüyor. Telafer olayıyla ilgili olarak bize ilk