Yılmaz'ın takvimi

31 Mart 1997

MİLLİ Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat toplantısından bu yana Erbakan ve Çiller'in "manevraları"yla ayakta kalmaya çalışan hükümetteki sarsıntı giderek şiddetleniyor.
Erbakan'ın, MGK'da ayrı, Bakanlar Kurulu'nda ayrı, parti grubunda ayrı, kamuoyunda ayrı "tel"den çalmasına, Tansu Hanım'ın askerlere, "merak etmeyin ben her şeyi yaparım" demesine rağmen, Ankara, "topal ördek" olarak nitelediği REFAHYOL'un ömrünü tartışmaya başladı.
ANAP lideri Mesut Yılmaz, hükümetin "siyaseten" 28 Şubat'tan sonra bittiğini, hukuken direnmesinin ise, krizi büyütmek dışında bir faydası olmayacağını vurguluyor.
Yılmaz'ın değerlendirmesi şöyle:
"Erbakan, MGK toplantısından sonra, kamuoyunun karşısına çıkıp, `uyum içindeyiz' dedi. Sonra, kararlara direniyormuş havası verdi. Kendisine de söyledim, `madem itirazınız vardı, niye orada yapmadınız' dedim. Eğer, bu kararları içine sindirmediyse, istifa etmesi gerekirdi. Ama, içerde başka, dışarda başka konuşmayı yeğledi. Erbakan, `uyum içindeyiz' dedikten birkaç saat sonra Genelkurmay Genel Sekreteri açıklama yaparak, `uyum falan yok, biz Atatürk düşmanlarıyla uyum içinde olmayız' diye Başbakan'ı yalanladı. İşte, bence hükümet siyaseten o anda bitti."ANAP lideri,

Yazının Devamı

Gaziye imza

31 Mart 1997

ARKADAŞIMIZ Ayhan Aydemir'in ortaya çıkardığı bir imza skandalı büyük tepki uyandırdı. Ayhan'ın geçtiğimiz Cuma günü Milliyet'in manşetindeki haberi "Bir imzayı esirgediler" başlığını taşıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, Güneydoğu'da sakat kalan askerler için kurmakta olduğu vakfa Refahlı bakanlar geçit vermemişlerdi. Gazilerin rehabilitasyon ve bakımının yapılacağı merkezin vergiden muaf tutulması başvurusu, Refahlı bakanlardan geri dönmüştü.
Bu nedir? Hınç mı? Kin mi? Bu imza, askeri "cezalandırmak" için esirgeniyorsa, Türkiye'nin geleceğinde uzlaşma ve yumuşama değil, çatışma ve kavga var demektir.
Bu imzanın esirgenmesi, yurt savunması uğruna kolunu, bacağını kaybeden evlatlarımızın tedavisini engellemekle kalmaz. Güvenlik güçlerinin dağda, bayırda terörle mücadele azmini de kırar. Devletinin, hükümetinin, bakanlarının kendisine destek değil köstek olduğunu gören askerin, polisin direncini de azaltır.
Refahlı ya da başka partili, herkesin çocuğu olan askerin kopan kolu, bacağı üzerinde politika yapmak, telafisi mümkün olmayan, derin yaralar açacak bir ayıptır. Bu ayıptan bir an önce dönmekte yarar var.
Milliyet'te ve diğer gazetelerde 150 sivil toplum kuruluşunun ortak çağrısı

Yazının Devamı

Anayasaya aykırılık

29 Mart 1997

PAZARTESİ günü yapılacak Milli Güvenlik Kurulu toplantısının gündeminde "28 Şubat kararları" yok.
Ancak, Kurul'un asker üyeleri toplantıya hazırlıklı girecekler. Özellikle sekiz yıllık kesintisiz eğitim konusundaki raporlar yanlarında olacak. Eğer, Cumhurbaşkanı konuyu gündem dışı açarsa dosyalar masaya getirilecek.
Askerlerin elindeki dosyalardan biri imam - hatip okulları konusunda hukuki bir tartışma başlatacak nitelikte. İmam - hatip ortaokulları ve liseleri ile Kur'an kurslarının yasal dayanaklarının incelendiği bu dosyada, sözkonusu okul ve kurslara ilişkin düzenlemelerin Anayasa'ya aykırı olduğu sonucuna varılıyor.
Dosyada yer alan tezin özü şu:
"Tevhid - i Tedrisat (Eğitim Birliği) Kanunu'nun 4. maddesi (... imamet ve hitabet gibi hidematı diniyenin ifası vazifesiyle memurların yetiştirilmesi için de mektepler kuşat edilecek) hükmü yeralmaktadır. Bu hükme göre, imam - hatip okulları, dini hizmetler için imam ve hatip yetiştirmek için kurulur. Daha sonra temel eğitim kanununa da aynı hüküm konmuş, ancak yapılan değişiklikle imam - hatip okulu mezunlarına üniversiteye giriş hakkı verilmiştir. Ayrıca, bu okullara kız öğrenci de alınmıştır. Bu olanak sağlandıktan sonra ihtiyaçtan

Yazının Devamı

Kesinti...

27 Mart 1997

ERBAKAN Hoca, MGK kararı olarak imza attığı sekiz yıllık "kesintisiz" eğitime, yasa tasarısı olarak da imza atar mı?
Hoca'nın en yakın kurmaylarından biri, bu soruya tereddütsüz yanıt veriyor:
- Atmaz.
- Neden?
- Bu imam - hatip ortaokullarının kaldırılması anlamına gelir ki, Hoca'nın Başbakanlığında böyle bir uygulama kabul edilemez. Hoca, böyle bir icraata imza atmaktansa, seçime gitmeyi yeğler. O zaman da, MGK kararlarını uygulamak, seçim sonrası hükümete kalır.
- Hoca, Başbakanlığı bırakmaya niyetli görünmüyor?
- Elbette. Niye niyetli olsun. Türkiye'nin gündeminde sekiz yıllık eğitim yoktu. MGK'nın bir dayatması olarak ortaya atıldı.

Yazının Devamı

Taciz...

24 Mart 1997

HANİ doktorun "tacizci" olduğunu kanıtlayalım derken, az kalsın elde manken kalmıyordu.
Şükür ki, elde - avuçta ne kadar manken varsa, hepsini telef etmeden "araştırmacı - gazeteci - yazar" Fatma Girik, doktoru tacize düşürdü. Sadece düşürmekle kalmadı, bu "tarihsel anı" görüntülemeyi de başardı.
Ve şimdi, başta Başkent Ankara olmak üzere, tüm yurtta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde, dış temsilciliklerimizde ve "Türk kadını her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsa", oralarda biliniyor ki; "bu doktor" tacizcidir.
Önce olayın gazetecilik boyutuna bakalım...
Fato, mesleğimizi karalamaya çalışanlara unutamayacakları bir ders vermiştir. "Gazeteci işte" deyip geçenlere, hatta gülenlere, sadece "gazeteci" ve "gazetecilik"in ne olduğunu değil, aynı zamanda "araştırmacı gazetecilik" anlayışının istendiğinde bir ülke için ne denli yararlı sonuçlar doğurabileceğini de kanıtlamıştır! Fato'nun uzun araştırmalar sonucu geliştirdiği şaşmaz planlama ile doktoru "tacizüstü" yapması, Türk kadını için 1934'te elde ettiği seçme ve seçilme hakkından sonraki en büyük dönüm noktasıdır. Girik bu başarısıyla, Türk kadınının geçmişini kurtarmakla kalmamış, geleceğini garanti

Yazının Devamı

Büyük taciz

24 Mart 1997

MİLLİYET'in Cumartesi günkü manşeti şöyleydi: "Susurluk güme gitti." 3 Kasım 1996 günü başlayan fırtınanın yarattığı dalgalar, dalgakıranlara çarpa çarpa kırıldı gitti. Peki, her şey bitti mi? Hayır. Belki onlarca insanın binlerce sayfa tutan ifadelerinden, komisyonlardan, kurullardan, raporlardan bir sonuç çıkmayacak. Ama Susurluk'tan geriye bir şey kalacak: Toplumdaki bilinçlenme.
Artık skandalların, gizli - kapaklı oyunların bir - iki resmi açıklama ile geçiştirilemeyeceği anlaşıldı. Artık, ülkenin geleceğine sahip çıkan insanlar, çocuklarının geleceğine sahip çıkan anne - babalar, sürekli aydınlık için yanıp - sönen ışıklar var Türkiye'de...
Susurluk belki güme gitti. Ancak Susurluk'un bıraktıkları, rejimin güme gitmemesi, Türkiye'nin küme düşmemesi için çok önemli...

Geçtiğimiz hafta Türkiye taciz tartışmalarıyla çalkalandı. Milliyet, bu konudaki haberlerinde de, ilkelerinden ödün vermeyen gazetecilik anlayışını sürdürdü. İddiaları ve karşı iddiaları, gerçekleri, tartışmaları olduğu gibi aktardı. Yorumlamadan, yargılamadan...
Aslında bu "taciz davası", topluma yönelik büyük tacizin yanında çok hafif kalır. Halkı aptal yerine koymaktan daha ileri taciz olur mu?
Ekonomiden dış

Yazının Devamı

Ecevit'in itirazı...

22 Mart 1997

DEMOKRATİK kitle örgütleri ile ilişkilerini geliştirdi diye bir milletvekili partisinden atılır mı?
Elbette atılmaz. Aksine, partisinin kitlelerle bağlarını güçlendirici yönde çaba gösterdiği için parti yönetimince takdir edilir.
Bülent Tanla, Gökhan Çapoğlu ve Bekir Yurdagül, "sendikalarla güçlü bağ kurdukları" için "takdir" beklerken, Ecevit tarafından partiden atıldıklarını öne sürüyorlar.
Peki, karizmasını işçi hakları için verdiği mücadele ile kazanmış, en deneyimli lider konumundaki Bülent Ecevit, bunu niye yapsın?
Bu sorunun yanıtı, söz konusu milletvekillerinin gerçekten "ne yaptıklarını" bilmekten geçiyor.
Partisi için kitle örgütleriyle bağ kurmak başka, bir partinin mensubuyken, o partiden ayrılmadan yeni parti oluşumu için bağ kurmak başka. Ayrıca bu bağı, mensup olduğu parti lideri üzerinde, "baskı" aracı olarak kullanmaya kalkışmak daha başka.
Türk - İş, DİSK ve TESK'le, "DSP'ye destek olun" diye görüşmek başka, "Genel Başkanımız Ecevit'e baskı yapan CHP ile birleşsin, birleşmezse, bize destek olun, parti kuralım" demek başka.

Yazının Devamı

RP bunun neresinde?

20 Mart 1997

MİLLİ Güvenlik Kurulu kararları yayımlandı. Kararların altında, Cumhurbaşkanı ve komutanlar dışındaki imzalar, "sağlam" durmuyor.
18 maddelik kararların ortak noktası, demokratik laik rejim ile Atatürk ilke ve devrimlerine karşı yürütülen mücadelenin önlenmesine dönük "talimat" niteliği içermeleri.
MGK kararlarını hükümet, Refah Partisi ve diğer partiler açısından üç yönlü değerlendirmek mümkün.
REFAHYOL koalisyon hükümeti açısından kararların mesajı, "ya bu deveyi güdersiniz, ya bu diyardan gidersiniz" biçiminde özetlenebilir. Başbakan Erbakan'ın üç gün direndikten sonra "kerhen" imza koyduğu kararların sorumluluğu, "gitmektense, ne olsa güderim" yaklaşımı sergileyen Tansu Hanım'a kaldı. Çiller'in iktidar uğruna "gönüllü" yazılmasını değerlendiren Hoca, "Hükümette muhalefet hakkı"nı saklı tutarak aradan çekildi. Muhalefet ve seçim kaygısı taşımayan RP, kahvesini içerek Tansu Hanım'ın çırpınışlarını izleme olanağı edindi. Bundan böyle MGK kararlarının hükümet düzeyindeki fatura adresi DYP olacaktır.
RP açısından bakıldığında ise, Erbakan'ın "inanmadığı" kararlara imza koyması, sanıldığı gibi yıpratıcı olmamıştır. "Takiye"nin yaygın kabul gördüğü RP tabanının Hoca'yı anlaması zor

Yazının Devamı