BAŞBAKAN Erbakan'ın MGK kararlarını içine "sindirmiş" gibi yapması, Tansu Hanım'ın da "kefil" olmasıyla, "bekle - gör" dönemine girildi.
Sanki, "Cumhuriyet ilan ediyormuş" gibi MGK kararlarını üstlenen Çiller, Erbakan'ı rahatlattı.
Tansu Hanım, Başbakan ve bir bütün olarak hükümeti arkasına saklayıp, MGK'nın karşısına tek tek DYP'li bakanları koyarak tansiyonu düşürdü.
Bundan sonra ne olacak?
Başbakan'ın kabinedeki en yakın çalışma arkadaşı olan Devlet Bakanı Abdullah Gül'den öğreniyoruz ki; MGK kararları tek tek bakanlara tebliğ edilecek. Bakanlar da kendileriyle ilgili hususları uygulamaya geçirecekler. Kabinedeki görev dağılımına bakıldığında, İçişleri, Milli Eğitim ve Diyaneti elinde tutan DYP sorumluluğu üstlenecek. Böylece RP de tabanına karşı "biz değil, DYP yaptı" diyerek kendini savunabilecek.
Bu çalışma yöntemi sorunun çözülmesine yetecek mi?
Yetecek gibi görünmüyor.
ACI derslerle dolu Arnavutluk krizini başından beri izliyoruz. Arkadaşlarımız Özcan Ercan, Nilgün Cerrahoğlu ve Mücahit Büber, haber, fotoğraf ve yorumlarıyla Balkanlar'daki yeni çıbanbaşı Arnavutluk olayını siz okurlarımıza aktardılar, aktarmaya devam ediyorlar. Milliyet yazarlarının yerinde yaptıkları gözlemlere göre görünen o ki, bir "serseri mayın" haline gelen Arnavutluk, Makedonya veya Kosova'ya çarparsa, durum kötü; Türkiye'yi de içine alacak daha büyük bir bunalım kaçınılmaz.
Arnavutluk olayı, derslerle dolu. Önce sosyalizm adına, sonra sosyalizmden kurtuluş adına, bir o yana bir bu yana savrulan Arnavut halkı, son yıllarda bulduğu her delikten yurtdışına kaçmaya çalışıyor. Arnavutlar, yaklaşık elli yıl dünyadan soyutlandılar. Komünist yönetim, "Amerika saldıracak. Amerika saldırmazsa Sovyetler saldıracak" diye halkı yıllarca korku içinde titretti. Öyle ki, her evin bahçesinde, tarlasında koruganlar, mevziler yapıldı; bir gün lazım olur diye.
Sosyalizm çöktü, Sovyet Bloku yıkıldı, Arnavut halkı bu kez başka bir maceraya sürüklendi. Bu kez, kapkaççılar, vurguncular, köşe dönücüler kurtarıcı olarak ortaya çıktılar. Temelsiz, üretimsiz, fikirsiz, içinde yeraldığı Avrupa'dan
DEMOKRAT Türkiye Partisi Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk ve Yardımcısı İsmet Sezgin... Demokrasimize yaşıt iki deneyimli politikacı... 1960 sonrasında Adalet Partisi'ni, 1980 sonrasında Büyük Türkiye ve Doğru Yol Partisi'ni kurarken yaşadıkları heyecandan hiçbir şey kaybetmemişler... Aynı heyecanla Demokrat Türkiye Partisi'ni ögrütlüyorlar.
Cindoruk ve Sezgin, partinin diğer yöneticileri Mehmet Batallı, Hamdi Üçpınarlar, Necdet Menzir, Özden Özbilun, Yılmaz Hastürk ve Feridun Bayoğlu'yla Milliyet Ankara Bürosu'nu ziyaret ettiler.
Demirel ekolünün mücadeleci karakteri yüzlerinden okunuyor. "62 ilde örgütlenme tamam" diyorlar, "kısa süre sonra hepsi bitecek, RP'yi ancak örgütlü güç durdurur."Cindoruk, artık Türkiye'nin 28 Şubat öncesindeki Türkiye olmayacağını özenle vurguluyor:
"Sadece parti başkanı olarak değil, eski Meclis Başkanı olarak da üzgünüm. Türkiye, 28 Şubat'ta askeri bir müdahaleye maruz kalmıştır. Adına ne derseniz deyin, Türkiye 28 Şubat'la birlikte darbe sürecine girmiştir. Yaşanan budur."Cindoruk, müdahalenin sadece hükümete değil, parlamentoya da yapıldığı inancında:
"MGK kararları ve gerekçesine biz de katılıyoruz. Ama, bu kararları MGK'nın değil, parlamentonun
28 Şubat'ta yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı bazı Anayasa maddelerinin ezberlenmesine vesile oldu. Örneğin, Türkiye'nin "demokratik, laik bir sosyal hukuk devleti" olduğu hükmünü içeren, 2. madde gibi... Şapka, kıyafet, eğitim birliği yasalarını koruyan 174. madde gibi...
Bugün yapılacak Bakanlar Kurulu toplantısı öncesinde, söz konusu Anayasa maddelerine, bir de protokol maddesi eklendi.
Protokolün, "Cumhuriyet'in temel ilkelerinden taviz verilemez" hükmünü taşıyan birinci maddesi.
DYP kanadı, MGK kararlarıyla protokolün birinci maddesi arasında paralellik kurarak RP'yi baskı altına alıyor.
DYP'nin ağırlıklı isimlerinden Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez, "kararlıyız" vurgulamasını yaparak şöyle diyor:
- Tansu Hanım, MGK kararlarını bize okudu. Bu kararlar, zaten koalisyon protokolümüzde de var. Protokolün birinci maddesi, Cumhuriyet'in temel ilkeleri. Bu ilkelere aykırı davranıldığını Milli Güvenlik Kurulu tespit etmiş. Bu tespite Başbakan da imza atarak katılmış. Şimdi gereğinin yapılması lazım. Aksine bir tavır, sadece MGK kararlarının uygulanmaması değil, koalisyon protokolünün de ihlali anlamına gelir. Koalisyon protokolünün ihlalinin ne anlama geleceği de bellidir.
Erez,
28 Şubat'ta yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrasında başlayan tartışma sürecinde Genelkurmay iki açıklama yaptı. Birincisinde sadece Silahlı Kuvvetler'in Başbakan Erbakan'la uyum içinde olmadığı vurgulanıyordu. Dünkü gazetelerde yer alan ikinci açıklama ise sadece Başbakan'a yanıt değil, ileriye dönük mesajlar da taşıyor.
İkinci açıklamada ince bir üslupla "örtülmüş" mesajları askerlerle konuştuk. Açıklamanın üç önemli mesajı şöyle özetleniyor:
1- Türk Silahlı Kuvvetler'i 28 Şubat'ta gösterdiği hassasiyeti sürdürmekte kararlıdır.
2- Kamuoyuna yansıtılmaya çalışıldığı gibi Genelkurmay ile hükümet arasında bir pazarlık yapılmamıştır.
3- 28 Şubat toplantısında alınan tavsiye kararlarından ödün verilmemiştir.
Askerlerden bu üç mesajı biraz daha açmalarını istiyoruz. Asker, yaklaşımını şöyle açıyor:
1- Kararlılık: Atatürk'ün emaneti olan demokratik laik Cumhuriyet'in temel niteliklerine aykırı gelişmeler karşısında Türk Silahlı Kuvvetleri 28 Şubat'ta sergilediği tavrı, gerektiğinde yeniden sergilemeye kararlıdır. Bu konudaki hassasiyetini Anayasa çerçevesinde ve demokrasi kurallarına bağlı olarak ortaya koyar. Milli Güvenlik Kurulu, anayasal bir zemindir ve siyasi otoritenin
MİLLİYET'in, kurulduğundan beri ısrarla savunduğu, ilke haline getirdiği konuların önemi bugün daha iyi anlaşılıyor. Anlaşılıyor ki, her şeyin başı "eğitim"miş. Anlaşılıyor ki, devrimci Cumhuriyet'in devrimci eğitim anlayışından ne kadar uzaklaşılırsa, çağdaş uygarlıktan da o kadar uzaklaşılırmış. Bugün Milli Güvenlik Kurulu bildirisiyle yeni bir aşamaya ulaşan çatışmanın temelinde eğitim konusunun yattığını anlamamak mümkün mü?
"Eğitim"i alan Üsküdar'ı geçer. Bu görülmüştür.
Türkiye'nin son yüz küsur yıllık tarihi, bir anlamda eğitimi ele geçirme kavgasının tarihidir. İmparatorluğun son dönemlerinde, "kendine bağlı" okullar kuran padişahlarla, o okulları padişahlara karşı eğitim ve örgütlenme kurumları haline dönüştüren güçler arasında kıyasıya bir mücadele yaşanmıştır. Eğitimin önemini bildiği içindir ki, Atatürk ve genç Cumhuriyet kadroları da, Anadolu devriminin temel harcını eğitimle yoğurmuşlardır. Harf devriminin de, kılık kıyafet devriminin de, eğitimin birleştirilmesi devriminin de aslı budur.
Ne zaman ki devrimin hızı kesilmiş, o zaman Cumhuriyet'in temel ilkelerinden verilen ödünler birbirini izlemeye başlamıştır. Şöyle geriye dönüp bir bakınız, 1940'ların sonlarına doğru
ERBAKAN, "kerhen" imzalamak zorunda kaldığı MGK kararlarına karşı, ortağı Çiller'le birlikte yeni hamleler geliştirmeye çalışırken, muhalefet cephesinde de alternatif hükümet modeli oluşturma girişimleri yoğun şekilde sürüyor.
Başkent kulislerinde "Cevheri formülü" olarak isimlendirilen, "lidersiz ve Refahsız" hükümet modelinin mimarı, DSP lideri Ecevit.
Bülent Bey'in önerdiği üçlü veya dörtlü "çözüm hükümeti" modelini oluşturmak için DYP ve muhalefet partileri arasındaki teması DSP'li Hüsamettin Özkan yürütüyor.
Geçtiğimiz günlerde DSP lideri Ecevit'in "lidersiz" modelini ANAP lideri Yılmaz'a ileten Özkan, "olumlu" yanıt almış durumda. Mesut Bey'den, "bu formüle destek oluruz, siz DYP'yi razı edin" mesajı alan Özkan, temasların yoğunluğunu DYP'ye kaydırdı.
Ankara, MGK ile Erbakan arasındaki "bilek güreşini" izlerken, Hüsamettin Özkan, önceki gün, DYP'nin ağır topu Necmettin Cevheri ve Yalım Erez'le bir araya geldi. Özkan'ın Mesut Bey'den aldığı "olumlu" yanıtla birlikte gündeme getirdiği formül, "Cevheri veya benzeri ağırlıkta bir DYP'linin başbakanlığında üçlü veya dörtlü koalisyon."Cehveri'nin "başbakan adayı" olarak telaffuz edilmekten rahatsızlık duymasına rağmen, formüle "sıcak"
ANAMUHALEFET lideri Mesut Yılmaz ortada kaldı:
- Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık.
Hükümetin "asker müdahalesiyle düşürülmesi" gibi bir sonucu içine sindiremiyor, ama, Erbakan'ın demokrasiden yararlanarak, "laik devleti" biçmesine de seyirci kalmak istemiyor.
Kurmaylarına ifade ettiği düşüncesi şöyle:
- Bu hükümet gitmeli ama, asker müdahalesiyle değil. Laikliği koruyacağız diye demokrasiden ödün veremeyiz. Hem laikliği, hem demokrasiyi korumalıyız.
Yılmaz, Erbakan ve Çiller'in bu yaklaşımdan yararlanarak iktidarlarını sürdürmelerini önlemeye çalışıyor.
Söylediği şu: