Sahne eve gelir mi?

12 Temmuz 2020

Evde dijital sanat serüvenim devam ediyor. Bu hafta da TiyatrolarTv’yi deneyimledim. Türkiye’nin tek dijital tiyatro platformu. Aslında pandemiden önce kuruldu. Amaçları gösterimdeyken kaçırdığımız, şehrimize gelmediği için göremediğimiz bazen de yeniden görmek istediğimiz oyunları ekrandan izlememizi sağlamaktı. Sahneyi eve getirmek. Dertlerini de şöyle anlatıyorlardı: “Amacımız değerli tiyatro eserlerini sahneden koparmanın aksine, gelecek nesillere taşımak ve uzaktaki sanatseverlere yakın kılacak yeni bir alan yaratmak. Tiyatronun kalbinin kendi sahnesinde ve canlı seyircileriyle attığını asla unutmuyoruz.” Tiyatroyu uzaktaki ve yakındaki seyirciyle buluşturmak, arşive oluşturmaktı varlık nedenleri ama pandemide tiyatrosuz kalanlara nefes oldular.

Tiyatroda oyuncuyu canlı izlemek esastır. Onu takip etmek, her mimiğini gözlemlemek, kanlı canlı görmenin tadını çıkarmak. Ona alkışlarla teşekkür edebilmek. Salonun ve sahnenin büyüsünü kuşanmak. Bu anlamda dijital ve canlı deneyimler arasında çok fark var. Ama dünyanın bambaşka bir dönemden

Yazının Devamı

Sanatın ev hali

5 Temmuz 2020

Mart ayından bugüne evim bir sanat merkezine dönüştü. Dilediğim saatte çeşitli dijital platformlardan operalar izledim, müzeler gezdim, birbirinden şahane edebiyat podcastleri dinledim. Üstelik evin konforunda, yanımda kedi kızlarım Mine ve Prenses, trafiğe takılmadan, koşturmadan, rahat giysilerle. Elbette Aya İrini’de bir konsere gitmenin tadı başka, Sabancı Müzesi’nde sergi gezmenin de... Ama sanatın bu ev hali de hiç yabana atılacak gibi değil. Belli ki bundan sonra bilet satışları ikiye ayrılacak. Seyircili mekânda ve evde. Ve çok inanıyorum ki bu durum sanat izleyicisi sayısında büyük artışa neden olacak. Az sonra açıklayacağım rakamlar da bunu gösteriyor.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı, mart ayından itibaren sırasıyla film, müzik ve caz festivallerini ileri bir tarihe erteledi. Hemen ardından Youtube kanalını aktif olarak kullanmaya, dijital içerikler sunmaya başladı. Zengin arşivini sanatseverlere açtı. İstanbul’un sanat hayatına yön veren kurum olmanın sorumluluğunun bilincindeydi, pandemide bu misyondan vazgeçmek olmazdı. Çok

Yazının Devamı

“Bunu bize neden yapıyorlar?”

21 Haziran 2020

Yıl 2011. Suriye’de rejim karşıtı güçlerle hükümet arasında çıkan çatışmalarda Suriye ordusunun sivil yerleşim birimlerini hedef gözetmeksizin bombaladığı günler... Waad, Esad rejimine karşı ayaklanma başladığı sırada Halep Üniversitesi’nde Pazarlama öğrencisi. Arkadaşı Doktor Hamza al-Kateab’ın Halep’te kurduğu sahra hastanesinde savaşı belgelemek için yurttaş haberciliğine başlıyor. Bunu 2016’ya kadar sürdürüyor. Toplam 300 saatlik çekimler 2016’da Londra’ya göç ettikten sonra yönetmen Edward Watts’ın da katkılarıyla bir belgesele evriliyor. Adı “For Sama”.

Bu belgeseli, bugün sona erecek Uluslararası Göç Filmleri Festivali kapsamında izledim. İzledim ve ağladım.

“Genç bir anneden kızına aşk mektubu” olarak nitelendirilen filmde Waad kadın gözüyle savaşı belgeliyor. İsyan başladıktan bir süre sonra Dr. Hamza al-Kateab ile evleniyor. Birlikte mücadeleye başlıyorlar. Hastaneye gelen yaralılar, kan revan içindeki koridorlar, kardeşinin başını bekleyen

Yazının Devamı

Felsefi bir sohbet

14 Haziran 2020

Koronavirüs salgını başladıktan sonra her akşam açıklanan ‘vaka sayısı/ vefat sayısı/ iyileşen hasta sayısı’ verilerine bakarken tüm o rakamların arkasındaki insanları düşünüyorum.  Yoğun bakımdakileri, entübe edilenleri. Neler yaşadıklarını, hissettikleri ‘ölüm korkusu’nu, yaşamak adına gösterdikleri direnci. Sonra yakınlarını, onların kaygılı bekleyişlerini ve yine rakamlarla örtülmüş ölüm acılarını. Ne kötüdür sevdiğiniz birinin ağır bir hastalığa yakalanması. Aranızdaki ilişkinin bütün pratikleri değişir. Hastalık önceliği alır. Hastayla ve arkadaşları olarak birbirinizle kurduğumuz iletişim hüzün, ağrı, mutsuzluk, anlık neşeler, umutlar, umutsuzluklar ve tedavi süreci üzerine bina edilir. İlaçlar, yan etkileri, doktorlar sohbet konularının başında yer alır. Kendi hastalık kaygınız da pekişir. Daha dün bir kafede kahve içip sohbet ettiğiniz dostunuzun hastane odasında, o beyaz çarşaflarda ağrılar içinde yatışı, o oluş hali sırasında kurmaya çalıştığınız ilaç kokulu

Yazının Devamı

Bir Truffaut şöleni

31 Mayıs 2020

MUBİ’nin Koleksiyon’undaki “Truffaut” bölümününde Truffaut’nun alter egosu olarak kabul edilen Antoine Doinel’in 5 filmlik serisine ait 4 film yer alıyor. Onları art arda izlemek gerçek bir şölen

Online sinema platformu MUBI, bayram öncesi platforma Koleksiyon adlı bir bölüm eklediğini duyurdu. Bu bölümdeki kategorilerden biri de Truffaut: Auteur ve Sinefil’di. İncelediğimde heyecanla fark ettim ki bu kategoride Truffaut’nun alter egosu olarak kabul edilen Antoine Doinel’in 5 filmlik serisine ait 4 film de yer alıyordu. Bazılarını izlemiştim ama görmediklerim  vardı. Hepsini art arda izlemek şahane olurdu: “400 Darbe (Les Quatre Cents Coups, 1959)”, “Antoine ve Colette (Antoine et Colette, 1962)”, “Çalınan Buseler (Baisers volés, 1968)”, “Bed and Board (Domicile conjugal, 1970)”, “Kaçan Aşk (L’amour en Fuite, 1979)”. Şölen de denebilirdi bu deneyime.

Seri, Jean-Pierre Léaud’nun canlandırdığı Antoine Doinel’in çocukluk yıllarıyla açılıyor,

Yazının Devamı

‘Ah nerede o eski bayramlar’ demeyeceğim

23 Mayıs 2020

“Ah nerede o eski bayramlar” diye iç çekmeye müsait bir yaşım var. Ama bugüne dek hiç demedim. Her yeni dönemi olduğu gibi kabul ettim. Bu dönemin gerçeği bu dedim. O gerçekliğin içinde, onun gereklerini anlamaya gayret ederek yaşadım, mutlu olmaya çalıştım. Mazi kalbimde yara olmadı hiç. İçindeki çocukluğumu, ilk gençliğimi anılarıyla birlikte yaşattım; zenginlik saydım.

Hâlâ da öyle. Bayramlarda mutlu olurum ben. Niye üzüleyim; birbirinden şahane bayramlar yaşadım. Her şeyimi kaybedebilirim ama kendi varoluşumu, onu inşa eden yaşanmışlıklarımı kimse benden alamaz ki. Çocukluğumun bayramları da buna dahil.

Bayram temizliği faslı

Her şey annemin günler süren bayram temizliğiyle başlardı. Ev dip köşe temizlenir, mutfak tüm raflarıyla boşaltılıp elden geçirilir, halılar yıkanır, koltuklar köpüklü sularla silinir, perdeler, tüller sakız gibi çıkardı makineden. Salonda yüzlerce taşı olan bir avize vardı. Annem babamın özel günler için sakladığı viskisini su bardaklarına

Yazının Devamı

“Acı benim eğitim programımdır”

17 Mayıs 2020

Evden çalıştığım; market, manav ya da eczaneye gitmek dışında hiç dışarı çıkmadığım, evi bir hapishane olarak değil, ‘yeni şeyler öğrenme’ fırsatı şeklinde yaşadığım son iki ay boyunca yalnızca bir tek gün isyan ettim. Duvarlar üstüme üstüme geldi. Çok ama çok üzüldüm. Kendimi sokaklara atıp saatlerce yürümek istedim. Canımın acısı geçsin diye. Buna neden olan bir kitaptı: Elzbieta Ettinger imzalı Oğlak Yayınları’ndan çıkmış “Bir Aşkın Anatomisi / Hannah Arendt, Martin Heidegger”. Olağanüstü bir kitaptı. Nefesimi tutarak okudum. Üstelik bir Pınar Kür çevirisiydi yani edebi bir şölendi. Velhasıl kitapta sorun yoktu. Sorun, dünyanın en kötü ilişki modeli olan bağımlı-narsisist birlikteliğine duyduğum hassasiyetti. “Hüsranı bir tek yerde kabul ederim, yaşamak mümkünken yaşayamamış olmakta” der Çetin Altan. Bu kitap tam da o yeri anlatıyordu. Hannah Arendt’in hüsranını.

Hannah Arendt’i birkaç kelimeyle tanımlamak zor. Tanıyanlar bilir. 20.

Yazının Devamı

Milliyet sana teşekkür ederim!

3 Mayıs 2020

Bugün senin doğum günün. 70 yaşına giriyorsun. Son 26 yılına tanığım. Genç bir kızken elimden tuttun, yolun artık tartışmalı olan yarısını geçirttin, bugünlere kadar getirdin beni. Koruyarak, kollayarak, arkamda dağ gibi durarak, meşalenle ısıtıp ışıtarak. Sana gelinceye dek yazıp çiziyordum ama gazeteci olmam insana hep bir ‘eve dönmek’ duygusu veren seninle gerçekleşti.

Ömrünü sana vakfetmiş usta gazetecilerin hocalarım oldu. Onlarla aynı mesleği yapmanın gururunu taşıdım, taşıyorum. Ve bunun ağır sorumluluğunu.

İnsanlar çalıştıkları kurumlara genelde profesyonel bakarlar, yaşamlarını idame ettirmek adına para kazanmak için gittikleri yerlerdir oraları. Öyle duygusal bağ kurmazlar. Ama gazetecilikte bu mümkün değil. Sen hayattaki en kıymetlilerim arasında yer aldın. Yakamda kırmızı kurdele gibi taşıdım adını. Benim sana duyduğum saygıya paralel, layık olmak gibi bir derdim de oldu hep. Kendi değerlerimle oluşturduğum varoluşuma nasıl sahip çıktıysam, mesleki kimliğime de aynı özeni, saygıyı gösterdim. Bilginin efendisi olmak çalışkanlığın

Yazının Devamı