Türkiye’ye “başkanlık sistemi” için “yol haritası” ufukta görünmeye başladı.
Yeni anayasayı hazırlamak üzere 4 partiden milletvekilleriyle oluşan “mutabakat komisyonu” yaşayamadı.
CHP “sadece parlamenter sisteme dayalı bir anayasa” dedi.
AK Parti ise “başkanlık sistemi...”
Meclis Başkanı önce kendisinin “Böyle yürümez” diye özetlenebilecek tavrıyla dağıttığı masayı yeniden toplama çabasında.
Ama...
Sonuç alamayacağı netleşmekte.
Temmuz 2015’ten bu yana yaşanmakta olan alacakaranlığa “soluk” da olsa bir “ışık...”
Diyarbakırlıları hatta civar ilçelerden halkı “sokağa dökme” çağrısı toplumda “sanılan / beklenilen” ilgiyi görmedi.
Gerçi güvenlik güçleri kente girişlerde “sıkı kontrol” uyguladı, kentte TOMA’lar ve “tasarrufsuz(!)” gaz kullandı ama zaten Demirtaş’ın çağrısına gelenlerin sayısı da azdı.
Bir kez daha yöre halkı “PKK terörüne, hendek savaşlarına, otonomi ilanına dayanak olmaya” soğuk baktığını ortaya koydu.
Oysa...
“Mikro hedef” 10 binleri hatta 100 binleri sel suları gibi caddelere döküp, güvenlik güçleri barikatlarını aşarak Sur’daki son direnişi sürdüren 15-20 PKK’lıyı kurtarmaktı. Kalabalığın arasına karışmaları/gizlenmeleri sağlanacaktı.
“Niyet okuyor” değilim. Bölgedeki kanaat önderleri ve gazetecilerle konuşmalarımdan aldığım izlenim bu.
HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş “Diyarbakırlıları Sur’a yürümeye” çağırdı.
Gözlemlere göre amaçlanan büyüklük sağlanamadı.
Güvenlik güçlerinin kente girişleri tutması ve çok sayıda küçük grupları gaz ve TOMA’larla dağıtması elbette etkili oldu.
Ama...
Asıl “halktaki tepki” bu “ilgi azlığının” nedeni.
Halk iki yıl süreli “kansız dönemden” sonra PKK’nın kentlerde eyleme geçmesiyle ortamın bir anda yeniden cehenneme dönüşmesine tepkili.
Şu satırlar yazılırken, hâlâ kentin çeşitli yörelerinde hareketlenmeler vardı.
Cumhur-başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Can Dündar ve Erdem Gül’ün “tahliyeleri” ile sonuçlanan AYM kararı için “Sessiz kalırım, saygı duymam, uygulamam” söylemi sonrası fırtına koptu.
Zaten Afrika’ya uçmadan önce beraberindeki gazetecilere “Artık bu sözler ortalığı çalkalandırır” mesajını vermiş.
Öyle de oldu.
Fildişi Sahili’ne inişte gazeteciler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Sizin Anayasa Mahkemesi kararı için sözlerinin konuşuluyor sadece” deyince Cumhurbaşkanı Erdoğan “Demek isabet olmuş” cevabını vermiş.
Yani...
Gerçekten “gündem yapmak” istemiş de olabilir.
DEMİREL: ‘KONUŞSUNLAR’
AŞAĞIDAKİ fotoğrafı İspanya’nın Toledo kentinde çektim.
Bir hatırlatma yapayım...
Başbakan Ahmet Davutoğlu “PKK’lıların yakıp yıktığı, viraneye çevirdiği Diyarbakır’ın Sur ilçesinin yeniden yapılacağını, tıpkı Toledo gibi olacağını” söylemişti.
İşte Ortaçağ’dan bu yana kişiliğini yitirmeden kalabilmiş tarihi kent Toledo’nun daracık sokaklarındaki kaldırımlardan bir fotoğraf o...
Mavi zemin içinde beyaz çini “Yahudiliğin simgesi” şamdan.
Kaldırımlarda çok sayıda görülüyor.
600 yıldan fazla bir süredir varlığını kaldırımlarda sürdüren bu “Yahudiliğin simgesi kutsal şamdanlar” Toledo’nun “Yahudi mahallesinde bulunduğunuzu” ifade/işaret ediyor.
MERHUM Vehbi Koç’u 25 Şubat 1996’da kaybetmiştik.
20’nci ölüm yıldönümü.
Dostluğunu kazanmakla mutluluk ve onur duyuyorum.
Can Kıraç, Vehbi Bey’in çok sevdiği ve güvendiği en yakın çalışma arkadaşlarından biriydi.
Aileden olmayan bir Koç mensubunun, holdingde gelebileceği en üst düzeyde yıllar boyu yönetimdeydi Can Abi.
Gerçekten mümtaz bir kişiliktir.
“Vehbi Bey’i tanıyıp da âşık olmamak mümkün değildir” ifadesi Can Kıraç’a aittir.
Ankara’da 29 asker ve sivilin canına kıyan “intihar bombacısı” için “taziye düzenlemesi” yapılıyor.
Görüntüye baktım.
“İntihar bombacısının” ailesi, yakınları ve daha başkaları...
Böyle bir katliamı gerçekleştiren için bu “taziye tablosu” hepimize “Türkiye’m eyvah, insanlarım eyvah” dedirtti.
Anlaşılır gibi değil.
Nerelere savrulmuşuz.
Bu gibi durumlarda ailenin -29 cana kıymış bile olsa- evlat acısı çekmesi anlaşılır şeydir ama acısını yüreğine gömmeli ve 29 masumun katline neden olduğu için de yasını sessiz sedasız ve görüntüsüz yaşamalıydı. Katledilen 29 masumun acısını da hissetmeli ve onlara Fatiha okumalıydı.
İnsanlığın gereği budur.
Suriye gerçeği de gösteriyor ki Türkiye’nin “Yeni Osmanlı” politikası “çıkmaz yoldur.”
Türkiye’nin kadim Osmanlı coğrafyasındaki Ortadoğu’ya “dönüş yapması” sadece bir “çölde görüntü yanılsaması” diye tanımlanan “serap” görmektir.
.........................
Sultan Abdülhamid de bu “serap” sanal görüntüsüne kapılmıştı.
Osmanlı’nın Avrupa’daki toprakları art arda elden giderken, çevresinden ona “Asıl Ortadoğu’ya, imparatorluk coğrafyasındaki İslam topraklarına odaklanmalıyız” telkinleri yapılmaktaydı.
“Din bağı ile bir arada tutunabileceğimiz İslam vilayetlerine öncelik vermeliyiz” diyorlardı.
“Halife olarak Sultan Abdülhamid’in ruhani gücüne ve etkisine” işaret ediyorlardı.
.........................