İster “müneccim başı” deyin.
İster “kâhin...”
İster “medyum...”
Sayın Binali Yıldırım bugünleri görmüştü. (Belki de mühendis hesap kerameti.)
7 Haziran seçimlerinden daha aylar önce “AK Parti sandıklardan tek parti iktidarı çıkaramazsa AK Parti azınlık hükümetiyle yeniden seçime gidilir” demişti.
Görünen o ki...
“HDP ve tarafsız (!) bakanlardan kurulu çoğunluğu AK Partili bir hükümetle” Türkiye yeniden seçime gidiyor.
Binali Yıldırım’ın siyaset kehanetinde sadece küçük bir eksiklik var.
YIL 1929...
Cenap And Ankara Kavaklıdere’deki
mütevazı sayılabilecek bağda şarap
üretimine başlar.
Atatürk bağları ve şarap üretim tesislerini ziyaret eder.
Cenap And üniversite eğitimini yurtdışında yapmış, orada evlenmiş ve Türkiye’ye döndüğünde iki hedefe odaklanmış.
Birincisi “klasik müzik.”
Eşi ile birlikte “Sevda - Cenap And Klasik Müzik Vakfı”nı kurmuşlar.
1 Kasım’da seçim. Gerisi laf.
Önce...
Erken seçim kime yarayacak?
......................
“Öyle AK Parti 1 puan, 2 puan, 3 puan üstüne koyarsa tek başına iktidar olur” söylemleri ile büyük rakamlar telaffuz etmeye gerek yok.
TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’ndan geçen hafta dinlemiştim.
AK Parti’nin hedefi sadece 375 bin oy daha fazla almak.
Hadi... 400 bin diyelim.
Seçim süreci -fiili- AK Parti azınlık hükümeti rotasına dümen kırdı.
Durum şu:
En büyük olasılık -ve doğru olanı- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “seçim hükümeti” kurma görevini Meclis’te en fazla milletvekili olan AK Parti Genel Başkanı Davutoğlu’na vermesidir.
Yasa gereği bu hükümete Meclis’te grubu olan partiler, sayılarıyla orantılı bakan vermeliler.
CHP ve HDP şimdiden “Seçim hükümetinde yokuz” açıklaması yaptı.
Davutoğlu AK Parti’ye milletvekili sayısıyla orantılı bakanlıklara kendi partisinden milletvekilleri atayacaktır.
CHP ve MHP kontenjanlarını ise bağımsız kişilerden atamalarla dolduracaktır.
Fakat...
Dün 8 şehit daha... 24 saatte 12 şehit.
2 il ve 10 ilçede PKK’nın (KCK) “özerklik ilanı(!)...” Yani “devletin ve devlet bürokrasisinin, güvenlik güçlerinin, yargısının, yasalarının” tanınmadığının ilanı (!)..
Buna karşılık devletin de yörede 100’ü bulan noktada “özel güvenlik bölgesi” ilanı.
Yerleşim bölgelerinde yüzleri maskeli, ellerinde uzun namlulu otomatik silahlarla halk arasında gezinen, caddelere sokaklara hendekler açıp, kum çuvallarından barikatlar kuran, kimlik kontrolü yapan, vergi (!) salan, mahkemeler (!) kuran KCK’nın şehir yapılanması...
KCK’nın Kuzey Suriye’deki özerk kanton yönetiminden esinlenerek Türkiye’de de kanton oluşturma kalkışımı(!)..
Böyle bir ortamda geçici ve “eğreti” olduğu izlenimini veren Türkiye yeniden seçim yapacak.
Dolar ve euro kanatlanmış...
Eylül ayından itibaren turizm rezervasyonlarında iptaller.
TATİLE çıkmadan önceki yazımda bugünü öngörmüştüm; “Koalisyon olmaz, erken seçime gidilir...”
Yazım şöyle başlıyordu:
AK Parti “azınlık hükümetiyle”
Hatırlayın...Cumhur-başkanı Erdoğan’ın en yakınlarından olan eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım seçimden önce ne demişti?
“Sandıklardan tek başına iktidar olarak çıkamazsak, AK Parti’nin azınlık hükümetiyle erken seçime gidilir.”
......................
Gelinen noktanın ve geleceğin “şifresi” bu söylemdedir.
Anlaşılan o ki -güncellenen adıyla- Külliye’de kamuoyu araştırmaları masaya yatırılmış ve “AK Parti’nin tek başına iktidar olamayacağı” görülmüş.
1990’lı yılların sonlarına doğru TV programı için Ankara Cezaevi’ndeydim.
1994’te HDP’nin kromozonlarını taşıdığı “büyükbabası” denebilecek DEP’in hapisteki milletvekilleriyle konuşacaktım.
Onların cezaevindeki yaşamlarını ekrana taşıyacak ve siyasi görüşleri üzerine söyleşi yapacaktım.
Demir kapı arkamdan kapandığında, sırtımdan soğuk ter damlaları yuvarlandığını hissettim.
Birkaç saat sonra dışarıya, özgürlüğe çıkacağımı bilmeme rağmen gene de o ortamın “gündüz karanlığı” ağır psikolojiydi bu.
Girişin hemen sağında nispeten geniş odada mahkumlar telefonla konuşuyorlardı.
Ellerinde telefon, önlerinde kalın bir cam, camın arkasında ise gene kulağında telefon olan yakınlarıyla izleyenlere acı veren bir konuşma görüntüsü.
Kötü bir rüya...
Kâbus...
Sanki...
Uyanacağız ve iki ay öncesinin Türkiye’sine gözümüzü açacağız.
“Ohh... Rüyaymış” diyeceğiz.
.......................
Ama -ne yazık ki- değil.