Şeffaf Oda bugün CHP milletvekili Şafak Pavey’in mavi gözleriyle aydınlanıyor...
Gökyüzünün gözlerine yansıması...
Tıpkı “Nereye Gidersem Gökyüzü Benimdir” kitabında yazdıkları gibi...
İran, Uganda, Angola, Mısır, Irak, Lübnan, Afganistan, Suriye, Yemen, Filistin’de BM’nin görevlisi olarak, “kadın ve çocuk hakları” için çalıştı.
Kırılma noktalarının başı bir tren kazası...
Anlatıyor:
Kanser hastası bir arkadaşımı Zürih’ten trenle Cenevre’ye uğurlamak için trene bindiriyordum. Tren kapıları açık olarak kalktı. Küçük bir medeniyet hatası diyelim. Binmek üzere trenin merdivenlerindeyiz. O saniyeler içinde karar verip bir seçim yapmalıydım. Arkadaşımı içeri itmeye, kendimi de dışarıya atmaya çalıştım. Ama oradan geçmekte olan peronda yük taşıyıcı arabaya sırtımı çarptım ve öne raylara düştüm. Sol kolumu, sol bacağımı kaybettim.
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın kalp ameliyatı geçiren em. Org. Ergin Saygun’un kızına telefon ederek “şifa” dilemesi ve ardından Saygun için -nihayet “tahliye ve tutuksuz yargılama kararı” çıkmış olması olumlu gelişmelerdir.
Ancak...
Bu bile asıl büyük sorunun üzerinde sadece bir “noktalama” düzenlemesi gibidir.
Silivri’de hala kanser hastası üniversite rektörü var.
Kendiliğinden teslim olan bir YÖK Başkanı profesörün tutukluluğu sürüyor.
Genelkurmay Başkanı “terörist” gibi bir vahim iddiayla tutuklu.
5 yıla yakın süredir hapiste olan gazeteci ve milletvekilleri hala içerdeler.
İMRALI‘ya “bir oda-bir salon-mutfak-banyolu ev” tartışılıyor.
Kıyamet kopuyor.
Önce belirtmek gerekir ki Abdullah Öcalan’ın bugünkü infaz şartları ileri demokrasi standartlarıyla büyük ölçüde örtüşüyor.
Odasının genişliği, hijyen koşulları, beslenmesi, havalanma, spor diğer mahkumlarla sosyal ilişkiler uluslararası gözlemcilerden “geçer not” almıştır.
Ancak...
Bunlar “taban” standartlardır.
Daha aşağılarının örnekleri var.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone “bunlar şahsi fikirlerim” diyerek konuşmaz.
Görev yaptığı alan ABD toprağı sayılır.
ABD Cumhur-başkanı’nın temsilcisidir.
Ağzından çıkan her kelime ABD’nin görüşüdür.
Şimdi...
Ricciardone’nin sözlerini yeniden okuyalım.
Başbakan Erdoğan’ın AB’ye “resti” Türkiye’deki çoğunluğun içini serinletmiştir.
Gerçekten AB’nin kaypak tutumu bıkkınlık verdi.
Gazeteciliğe başladığımda 50 yıl önce -sanıyorum- tek başıma gönderildiğim ilk toplantı AB (o zamanki adıyla Ortak Pazar) ile Türkiye arasındaki anlaşma töreniydi.
Dönemin Başbakanı İsmet İnönü imzayı atacaktı.
Daha önce, iyice sorgulamış.
Osmanlı’nın son dönemindeki kapitülayon travması hâlâ sürdüğü için pek de gönüllü değilmiş.
Bakanlarına, bürokrasiye “Biz imzayı atacağız ama ya başımıza gene kapitülasyonlar benzeri imtiyazlar yüklenirse, o zaman ‘vazgeçtik’ diyebilir miyiz?” diye sormuş.
Drogba Galatasaray’a neden ve nasıl geldi? Fatih Hoca savunmaya takviye isterken ve Türkiye’nin en iyilerinden sayılan 3 santrforu varken -hele bunlardan Burak gol kralıyken- 4’üncü forvet ne alaka?
Aralarında kulüp başkanlığı da yapmış GS yöneticilerine, yakın dostlara sordum.
“Başkan Ünal Aysal’ın danışmanı Bülent Tulun’un işi” cevabını aldım.
İsim yabancı değil.
Ama...
Neden Tulun?
Anlattılar:
Konuklara, Beykent Üniversitesi’nde öğrenci, manken, Miss Turkey 2012 finalistlerinden Gamze Balım sorular sordu.
Ertuğrul Günay, çok kısa süre önce 5 yıldır sürekli yukarıda tuttuğu grafikten sonra bakanlıktan ayrıldı.
3-4 hafta öncesinden Şeffaf Oda’ya katılım tarihini belirlemiştik.
Görevi sona erince aradı...
“Programa gelmesem mi, çünkü bakan değilim artık” dedi.
Ben de “Katılırsa mutlu olacağımı” söyledim.
Paris’ten sonra bu kez de Ankara’da büyük -ses getirmek hedefli- “terör eylemi...”
İntihar bombacısı gencin “bir sol örgütün mensubu olduğu” açıklandı.
O örgütle ilgili birkaç gün önce toplu gözaltılar olmuştu.
Hatta “örgüt bağlantıları” iddiasıyla bazı avukatlar da tutuklanmıştı.
ABD Büyükelçiliği’ne bu intihar saldırısı devlete “gözdağı” mı?
“Mesaj mı?”
Belki...