BİR devlet başkanının diğer devlet başkanıyla “sağlık temennili mesaj teatisi” müebbedi de aşan bir siyaset günahı mıdır?
Eğer bunu yapan devlet başkanı ölümünden 35-40 yıl sonra hâlâ aynı nedenle suçlanıyorsa “müebbet” bile az gelir zihniyetidir olay.
“İnönü’nün Nazi Almanya’sı diktatörü Hitler’e mesajından” söz ediyorum.
II. Dünya Savaşı’nın dehşet yılları...
Tek parti döneminin Milli Şef’i İsmet İnönü Türkiye’yi savaşın dışında tutmaya çalışmakta.
Bir yandan, Adana’da Churchill ve Stalin’le bir araya geliyor.
Dirsek teması kuruyor.
Planın karakalem tasarımı belliydi. Yeni anayasayı yapacak bir komisyon kurmak, yapamayınca “Eh, madem Meclis’te yapılamıyor, günah bizden gitti, o halde referanduma gideriz. Kararı halk verir...”
Yol haritasının böyle çizildiği zaten hissediliyordu.
Dün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan resti çekti:
“Mart sonuna kadar yeni anayasa üzerinde partiler anlaşmaya varamazsa, kendi yapacağımız anayasayı referanduma götürürüz.”
İyi de...
Ak Parti’nin Meclis’te 326 milletvekili var.
Oysa...
BİR süredir “Kürt sorunu” tartışılırken bunun bir “Türk sorunu” üretebileceği kaygıları da gündeme gelmeye başlamıştı.
CHP’de “ulusalcılar” ve “yeniciler” ayrışması odaklı yorumlar gerçeklere dokunmakla birlikte hormonlanıp abartılıyor da.
Türkiye’de genel durum neyse CHP’den sesler, nefesler de o.
Ak Parti içinde sanki durum çok farklı mı?
Dışarıya yansıtılmasa da Kürt sorunu çözümünde ince ayarı dişli atlayan açılımlar iktidar partisinin milliyetçi tabanında rahatsızlık yaratıyor.
Önce...
“Kürt açılımı” adıyla atılmıştı ilk adım.
Fotoğrafa dikkatli bakınız. Müthiş bir “kafa mikseri...”
Öyle ya...
Başları İslami anlayışa göre örtülmüş.
Saçlarından tek bir tel bile dışarıya taşıp görünmemesi için örtünün altında alnının üst kısmını da kapsayan bant (veya bone).
Yüzlerinde gülücükler.
Belli ki yaptıklarından hoşnutlar.
Dom Perignon gecesinde masa üzerine örtü yerine ışıkoyunlarıyla renkler yansıtılmıştı. Deniz, balıklar, dalgalar,yelkenli gemiler, çiçekler...
DÜNYA gerçekleri olan savaş, terör, açlık hatta susuzluk ülkelere insanlığın karanlık yüzünü gösterirken lüks daima var olmuştur.
Bu da insanlığın bir diğer gerçeği.
İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi “Pers İmparatorluğu’nun 2500’üncü yıldönümünü” kutlayan görkemli davetler veriyordu.
Acaba İran şahı bu davetleri için 1971’de dünyanın en seçkin lezzetlerinden olan “first vintage of Dom Perignon Roselerini (the1959) yudumlarken, dostlarıyla kadeh kaldırırken 10 yıl geçmeden ülkesinden kovulacağını, sürgünde öleceğini” aklından geçirmiş miydi?
O seriden şişelerin biri bile sonraları “2008 yılında” 24 bin 758 euro’ya satıldı.
4 bakan değişimi için notlar... Öncelikle zamanlaması “usta” işi...
Önümüzdeki 30 Ağustos’ta Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na getirileceğine kesin gözüyle bakılan Oramiral Nusret Güneri’nin TSK’dan “erken emeklilik” isteyerek istifası medya manşetlerinin konusu olacaktı.
Onun ayrılmasıyla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na atanacak bir oramiralin olmaması ve donanmada yaşanmakta olan üst düzey komutan sayısındaki ciddi düşüş, manşetlerin altını dolduracak önemdeydi.
Siyaset analizi gereği “Çankaya Köşkü’ne Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’in de gitmiş olmasına bakarak Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı arasında öncelikli konunun bu istifa olduğu” düşünülebilir.
Ancak...
Genelkurmay Başkanı’nın ayrılmasından sonra Gül ve Erdoğan’ın “4 bakan kararnamesini masaya koymaları” gündeme senkronize değişimdir.
Ayrılan 4 bakan ile yerlerine atanan yeni isimler manşetlere çıkmış TV ekranlarının ilk haberi olmuştur.
Dün Hukuk Fakültesi yıllarından arkadaşım Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümüydü.
Bu değerli insanımızı, otomobiline düzenekli bomba yerleştirerek öldüren tezgah ortaya çıktı mı?
Elbette hayır.
Diyarbakır’ın efsane Emniyet Müdürü Gaffar Okan’ı -hem de korumaların, nöbetçi polislerin önünde- kurşun yağmuruna tutanların arkasındaki karanlık aydınlatılabildi mi?
Hayır...
Sevgili dost Ahmet Taner Kışlalı ve diğer önemli akademisyen aydınlar için “delete” tuşuna basıp yok ettiren gölge oyunları ortaya çıktı mı?
Hayır...
Suriye Başkanı Beşar Esad kendine tarihte “Marquis (Marki) de Sade’ın dünyaya dönen ruhu onun içine kaçmış” dedirtecek iğrençliklere neden olmakta.
İyi eğitim görmüş bir tıp doktoru, iyi bir eş ve baba için bu ifade nedeniyle inanın ki üzüntü duyuyorum.
Önce...
“Marquis de Sade” için birkaç satır.
................
Sadizm, (işkence) “Marquis de Sade”ın adından gelir.
Marquis de Sade, ihtilal öncesi, P/Bastilde Hapishanesi’ndeki hücresinde “Sodom’un 120 günü (The 120 Days of Sodom)” adlı romanını yazmıştı.