Diyarbakır’daki “KCK” davası Güneydoğu’yu karıştırdı.
Abdullah Öcalan’ın avukatlarından ve medya sözcüsünden geçen hafta gazetedeki odamda “olabileceklerin” işaretini hissetmiştim.
Şu mesajı aldım.
KCK duruşmaları Diyarbakır’ın ortasında yapılmakta.
Silahlar ve gözyaşartıcı gaz bombalarıyla donanımlı 5 bin güvenlik gücü mahkemeyi kuşatmış, bariyerler kurulmuş.
Basınçlı su sıkmak için zırhlı araçlar hazır bekliyor.
Halkın kendi seçtiği insanlar için bütün bunlar nasıl da olumsuz psikoloji üretiyor görülmüyor mu?
Sevgili İsmail Cem müthiş bir fotoğraf ustasıydı. Yıllar önce imzalayarak hediye ettiği bir fotoğrafı sisler içindeki Boğaziçi’ni yansıtıyordu.
Altına “Rakı kadehinden İstanbul Boğazı” yazmıştı.
Çok sevdiğim bir fotoğraftır.
..............
En beğenerek izlediğim bir TV reklamını da sizlere hatırlatayım:
Boğaz’da bir tekne süzülmekte...
Yukarıda ay bakır tepsi gibi...
Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla konuşmamızdan izlenimlere -birkaç paragrafla daha- devam...
Anlatıyorlar:
Şimdi elinde 150 sayfalık öneriler var.
Bir “hakikatleri araştırma komisyonu” kurulmasını istiyor.
“Kendisinin de yardım edeceğini” söylüyor.
“Hem örgütün hem devletin yaptıkları araştırılsın” diyor.
“Böyle bir komisyon kurulmasının büyük adım olacağını” düşünüyor.
Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla ben de görüştüm. Gazetelerde Öcalan’ın görüşlerini onların yansıttığını okuyordum.
Mesleki ilgi duyuyordum.
Ziyaret istekleri üzerine gazetedeki odamda 2 saate yakın konuştuk. 2 avukatı ile beraber Öcalan’ın “medya sözcüsü” de gelmişti. Konuştuklarımız arasında “yazılmamak koşullu” hiçbir “özel” olmadı.
Böyle görüşmelerde bazen karşılıklı yanlış anlaşılma/algılama olabiliyor.
Biz de bundan sakınmak için gazetemizin muhabiri Burcu Karakaş ile birlikteydik.
Burcu konuya yabancı değil. Marmara Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi okudu, Boston Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı. Tez konusu “Diyarbakır Askeri Cezaevi...”
Onun da katıldığı konuşmaları özenle not aldı.
YIL 1520... Yavuz Sultan Selim’in oğlu Süleyman 25 yaşında tahta çıkıyor.
Ve tam 46 yıl boyunca padişahlık yapıyor.
Osmanlı tarihinin en uzun süre tahtta kalan padişahına, en parlak dönemlerden birini yaşattığı için “Muhteşem” unvanı veriliyor.
Muhteşem Süleyman’ın hayatını anlatan dizi, TV ekranlarında...
Muhteşem Yüzyıl’da Kanuni’yi canlandıran Halit Ergenç, sete her gelişinde büyük heyecan içinde olduğunu söylüyor.
Kanuni ile Hürrem’in aşkını anlatıyor:
“Kanuni’nin yazdığı mektuplar mevcut değil, ama Hürrem’in yazdıklarının 8 tanesi Topkapı Sarayı’nda... Hürrem’in yazdıkları inanılmaz. Aralarında mutlaka çok ciddi bir aşk vardır. Sadece iktidar ve entrika için oynanmış bir oyun değil bu evlilik.“
Buyurun işte huzurlarınızda “ileri hukuk devleti.” Domuzbağcılar, 80-120 kişiyi öldürenler, insanları diri diri toprağa gömenler, uyuşturucu baronları, mafyanın ağır abileri, PKK’cılar artık dışarıdalar.
Bunlar sadece “tahliyeymiş” kimse “serbest bırakıldı” sanmamalıymış. Her gün en yakın karakola gidip imza atacaklarmış.
Elektronik pranga yok, takibi yok...
5 kez, 10 kez müebbede mahkûm olmuşlar ve toz olmayacaklar!
Hikâye...
Bakalım Yargıtay’da cezaları kesinleştiğinde kaç tanesini bulacaklar da cezalarını tamamlamak için tekrar içeri alabilecekler!
“Burası Türkiye, yok öyle” söyleminin tam yeri.
Acıları bal, kolayı zor eyleriz... Son “tahliye” fırtınası da böyle patladı.
Usta hukukçu Turgut Kazan’dan yansıtıyorum.
Türkiye, AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) sözleşmesine imza atmıştır.
AİHM kararlarına göre “tutukluluk” süresi, 1. mahkeme karar kurmasıyla birlikte sona erer.
Karara kadar “tutuklu” olan davalı “mahkûmiyet” statüsüne geçer.
Yargıtay 9. dairesinin “10 yıllık tutukluluk süresi dolmuştur” diye tahliye ettirdiği Hizbullahçılar, mafyacılar, katiller 1. mahkemede hüküm almışlardır.
Bu nedenle dosyaları temyiz için Yargıtay’da olsa bile “mahkûm” statüsündeler.
TV ekranlarında “yüzlerce can alan, domuz bağlarıyla insanları toprağa gömenlerin, kadın hakları savunucusu türbanlı hanımı öldürenlerin, mafya babalarının” hapishanelerden tahliye ediliş görüntüleri “hayret” ve “dehşet” verici...
Onların 10 yıl tutuklu kaldıktan sonra salıverilmiş olmalarına tepki dalgaları yükseliyor. 10 yıl kısa görünüyor.
Ama...
2-3 yıldır tutuklu olan gazeteciler Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve onlar gibi olan diğer tutukluların hapishanede kalmaları ise uzun görünmekte.
Uzun tutukluluk sürelerine karşı oluyoruz.
Garip bir çelişki olarak algılanabilir bu çifte standart...
Aslında, sadece tutukluluk süresiyle değerlendirme, yüzeyseldir.