Başbakan Erdoğan’a göre “kriz inişe geçti.”
Gerçekten öyle mi?
Bu iddianın sorgulanmasında fayda var:
İlk aşama, “finans krizi”dir. Bu bağlamda Başbakan Erdoğan, bir bakıma haksız değil.
Hatırlayalım...
Krizin ilk çığlığı, Lehman Brothers’ın “S.O.S”i idi.
Arkası domino teorisindeki gibi Amerika, Avrupa ve tümüyle dünya bankalarının zangır zangır sarsılmalarıyla geldi. Bir kısmı battı.
Yazının “Beyoğlu’nda bir öğle vakti” başlığını, artık aramızda olmayan Sevgi Soysal’ın “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” kitabından esinlenerek attım.
Bir parantez açayım...
Sevgi Soysal, bizim, çocukluktan delikanlılığa geçişimizin ergenlik dönemi Ankara’sında en güzel iki genç kızdan biriydi.
Diğeri, sevgili Feyyaz Ağbimizin (Berker) eşi Alev Berker’di.
“Beyoğlu’nda öğle vakti”ne dönelim...
İstanbul’a tepeden bakan 360’ta uzun bir yemek masası... Dün başlayan “İtalyan Filmleri Haftası” bağlamında bir aradayız.
İtalyan Kültür Merkezi’nin yöneticileri ve İtalya’da Akdeniz Filmleri Festivali’nin kurucularıyla birlikteyiz.
Türkiye’de önceliği olan sorun, “O gün işyerinden çıkış verilip verilmeyeceği...”
Sabah işyerine girişte ilk saatler bu kaygıyla geçiyor.
O gün atlatıldı mı, akşam dönüşünün “ohh” iç çekişiyle bir sonraki günün kaygısı harmanlanıyor.
Buruk bir yaşam.
Daha az yemek... Harcamaları daha da kısmak... Daha az ısınmak... İki kadeh rakıyla efkâr dağıtmaya ara vermek... Artık Türkiye insanı bunların hepsine katlanmaya razı ama "bir anda işsiz kalmak olasılığı" kâbus gibi...
Esnaf ve küçük-orta ölçekli işletmeler de aynı karabasanı yaşıyor.
Onların da gelir kaynakları kurumuş gibi...
Türkiye "marka" olarak nedir? Böyle bir net tanım -ne yazık ki- hâlâ yok.
Dün Yürekli&Yürekli'nin her yıl düzenlediği "MARKA" konferansı bağlamında "Türkiye Markası" konulu bir panel vardı.
Orada, "Türkiye Markası"nın "çırpılmış yumurta" kafa karışıklığı bir kez daha vurgulandı.
Dış dünyaya sunmamız gereken "Türkiye markası" nedir?
Bunun yapılmış bir tanımı hâlâ yok.
Önce bunu yapmalıyız.
Kendimiz inanacağız.
Gündemde "gizli servis ajanlığı" var. Ergenekon davası bağlamında kilit adam Tuncay Güney meğer MİT tarafından kullanılıyormuş.
Hani o Kanada'ya kaçanve haham şapkasıyla fotoğrafları yayımlanan "sır" adam...
Sabah, bu iddianın belgelerini yayımladı.
Tam da kısa süre önce okuduğum "bir ABD casusunun Türkiye üzerine düşüncelerini yansıttığı" kitabın izleri beynimde tazeyken... (*)
Kafes arkasında değil
Hıristiyanlığın Katolik mezhebinde kendilerini suçlu hissedenler bir tahta hücreye girer. Hücrede, yan duvarın yerine ses geçirgen kafes vardır.
Günah çıkarmak üzere hücreye giren kişi, papaz tarafından hiçbir şekilde tanınmayacağından emin olarak tüm suçlarını itiraf eder.
Öğretmenler Günü bağlamında 48 saat gecikmiş bir yazı...
Tüm öğretmenlerimi sevmişimdir.
Ancak aralarında bazılarının yaşamımda özel yerleri vardır.
İlkokulda Hatice öğretmenim... Nasıl da harika bir insandı. Bana verdiği en önemli ders, çalışma tutkusudur.
Bütün gazetecilik hayatımda hiçbir zaman "tek işim" olmadı.
İki, üç, bazen dört işi bir arada yürüttüğüm oldu.
Şimdi bile gazetede her gün yazmanın yanı sıra TV programım var. Üniversitede ders veriyorum.
AKP’nin Alevi yurttaşlarımız için açıkladığı yaklaşımı eksik fakat olumlu buluyorum.
Bu bağlamda Yavuz Sultan Selim’e kadar “Osmanlı Padişahları Aleviydiler” eksenli yazım için medyada çoğu tepki yansıtan yazılar yayımlandı. Üslup özürlüleri geçiyorum.
Ancak Milli Gazete’de Aydın Başar imzasıyla bir tam sayfa kaplayan yazı düzeyli bir eleştiriydi.(24.11.2008)
Birkaç “iddia” ve “bana ait bazı alıntıları kendi saptaması gibi yansıtması” ise çok da önemli değil.
O nedenle -iddialarına cevap olarak- bu konuda eski Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’in Radikal’deki 15.01.2008 tarihli yazısından bazı satırları yayımlıyorum...
........................
Yeniçerilerin resmi tarikatı Bektaşilik idi. Yeniçerilerin 94. alayında mürşit olarak bir Bektaşi Babası otururdu. O ölünce yeni “Baba” Hacıbektaş’tan gönderilirdi.
Hangisini sayayım ki!.. Eski Cumhurbaşkanı merhum Cemal Gürsel yukarılardan bir yerlerden aşağıyı gözlüyor idiyse, çarşamba akşamı hayli duygulanmış olmalı.
Torunları Melkan ve Özdem ile gurur duymuştur.
Gene yukarılardan bir yerlerden gözlüyor idiyse, Türkiye’nin en iyi mimarlarından Hayati Tabanlıoğlu hâlâ kendi adını taşıyan mimarlık bürosunun başındaki oğlu Murat Tabanlıoğlu’na ve eşi Melkan Gürsel Tabanlıoğlu’na nur yağdırmış olmalı.
Ankara’nın kuruluşunda mimar Clemens Holzmeister çok önemlidir.
TBMM’nin, başbakanlığın, bakanlıkların binaları onun çizgileriyle döşenmeşti.
Holzmeister eski bağ evi yanındaki Çankaya Köşkü’nün de mimarıdır.
Dekorasyonunu o yapmıştır.