Önce birincisinin öyküsü...Genç Olcay ve Deniz, Antalya Lisesi'nden arkadaştırlar. İlk heyecan ve ilk aşk...Sonra... Üniversite için Ankara'ya gelirler. İkisi de incecik, neşeli, sevecen...Olcay, Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne (Mülkiye) girer, genç Deniz de hemen yandaki Hukuk Fakültesi'ne...Deniz Baykal, hukukta okuduğu halde hemen her gün Siyasal Bilgiler'dedir. Olcay'la birlikte onun derslerini izlemektedir.Öyle ki... Bu nedenle genelde Deniz Baykal, Siyasal Bilgiler'i bitirdi sanılır. Olcay Baykal'ın "sadeliği" ve "eşiyle özel yaşamı paylaşımı" bağlamında iki "tanık fotoğraf" yansıtıyorum... Biri, nikâh günü çekilmiş... Diğeri, evliliklerinin ilk yıllarında... Fakülteler bittikten sonra ikisi bir otobüse binip o yılların gözde kıyı sayfiyesi Çaycuma'ya giderler.Otobüsten inip doğru Belediye Nikâh Salonu'na giderler.Deniz Baykal, daha önceden işlemleri tamamlamıştır.Ancak... Ne aileden ne arkadaşlardan biri vardır.Orada odacı ve çaycı kim varsa ikisinin nikâh şahidi olurlar.Nikâh günü imzalar atıldıktan sonra ellerinde mayoları kumsala giderler, denize girerler.İkisi de ailelerini çok sevmekte, onlara saygı ve özen göstermektedirler.Ne var ki... Genç Olcay ve Deniz de düğünden,
Kanal D'de yayımlanan bu görüşmede bana, "Saddam'ın, yerküredeki bütün suikast olaylarının hareketli görüntülerini, eğer onlar yoksa fotoğraflarını döne döne yüzlerce kez ekrandan izlediğini, bu olaylarla ilgili yazılan her satırı okuduğunu" anlatmıştı.Örneğin, Turgut Özal'a suikast girişimini de böyle pek çok kez ekrandan izlemiş, yazılanları, analizleri okumuş."Neden bu merak?" diye sorduğumda. "Doğal sürecini tamamlayarak yaşamının sona ereceğini düşünmüyor, bir suikast sonucu öldürülmekten korkuyordu. Bu korku onda psikolojik rahatsızlığa dönüşen saplantı olmuştu. Sadece ateşli silahlar, bombalarla değil, zehirlenmekle de ilgili her şeyi okurdu" diye açıklamıştı...............................................Görülüyor ki, Saddam bütün ölüm olasılıklarını düşünmüş.Ama...Ülkesinin mahkeme kararıyla idam edileceğini herhalde aklından geçirmemiş olmalı. İşte "kader" budur. Bazı Batı dillerinde "kader" ile "yazgı" farklı anlamlar yüklenerek kullanılıyor. Kaderin değişmezliği fakat yazgının değişebileceği yargıları var. Saddam, "Arap dünyasının lideri olmak" megalomanisiyle arızalı düşlerin üstesinden gelebilseydi... Bu çılgın ve gereksiz ihtirasa harcadığı zamanı, enerjiyi ve
Çünkü... Hem aday olacak, hem Meclis oturumunu yönetecek... Bu ikisi bir arada olamaz.Ama..."Hani mesela ben o oturumu yönetiyor olsam" satır arası mesaj veriyorsa, o başka... Herkes biliyor ki... Arınç'ın gönlünde uyuyan Çankaya aslanı da gözünü açtı."Eğer, Genel Başkan Erdoğan aday olmazsa, benim adaylığımı koymamı kimse önleyemez" söylemi, siyaset kulislerinde turlar atıyor.Hatta...Erdoğan'a yakın bazı isimlere göre "O zaten Çankaya'ya çıkmaktan vazgeçmiş olabilir ama asıl sorun parti içi -olası- dalgalanmalar ve Arınç'ın durumu..."75 dolaylarında kendine bağlı milletvekili olan Arınç'ın Çankaya yolu kesilirse, AKP'yi çökertebileceği kaygıları dile getiriliyor.1960'lı son yıllarda tek başına iktidar olan Demirel'in Adalet Parti'si deneyimi anımsanıyor.O zaman da büyücek bir grup AP'li kopmuş ve dönemin Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli genel başkanlığında Demokratik Parti'yi kurmuştu. Arkalarında da bir önceki cumhurbaşkanı ve o tabanın güçlü ismi Celal Bayar vardı.Bozbeyli'nin yerine Arınç, Bayar'ın yerine de Erbakan paraleli kuruluyor.Demokratik Parti, siyasette bir varlık gösterememişti.Bu bir gerçek.Fakat... Demirel ve onun AP'si bu hareketten öyle yara aldı ki, 10 yıl boyunca
Doğan Medya Grubu Yayın Konseyi ile başlayalım yazıya... Sadece grubun gazetecileri değil, dışarıdan da katılan üyelerden oluşur.Örneğin... Prof. Feride Acar, UEFA Asbaşkanı Şenes Erzik, Büyükelçi Özdem Sanberk, Bilgi Üniversitesi Rektörü Prof. Aydın Uğur...YÖK Başkanı olmadan önce Prof. Erdoğan Teziç de konseyin üyesiydi. Kuruluşundan bu yana ben de konseydeyim.Bize gelen başvurular özenle ve bütün boyutlarıyla incelenir ve karara bağlanır.Sonuçlar, ilgililere bildirilir.Gerekli durumlarda açıklama yapılır.İlke olarak grup gazetelerinin ve televizyonlarının yöneticileri konsey üyesi değillerdir.Kuruluş aylarında Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, o dönemin Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz da üyeydiler.Ancak...Konseydeki diğer gazeteci üyelerin "baskı algılayabilecekleri" kaygısıyla ayrıldılar.Taha Akyol da CNN'in başkanlığına atanınca, aynı ilkeler nedeniyle konseyden ayrıldı.Bunları, konsey kararlarının nasıl alındığını ve nelere özen gösterildiğini yansıtmak için yazıyorum.............................Sadece konseyin başkanı Aydın Doğan yönetimi temsil ediyor gibi görülebilir ama öyle değil...Bu konseyin kurulmasını, düzenli çalışmasını, grup yayınları
Atatürk'ün ölümünden sonra İnönü'nün Çankaya'ya çıkması az hadise miydi? İnönü son aylarını suikast ihbarları ve kaygılarıyla geçirmişti. 1950 seçimleri sonrası "komutanlar" İnönü'den bir işaret bekliyorlardı. Alsalardı Celal Bayar cumhurbaşkanı seçilebilir miydi? 1960 ihtilalinin lideri Orgeneral Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanlığı namluların ucunda gerçekleşmişti. Bir profesörün adaylığını koyması halinde seçilme şansı yüksekti. Ancak, ona Ankara'ya geldiğinde "Başına öyle şeyler gelir ki, ailen mezarını bile bulamaz" denildi. Profesör apar topar İstanbul'a döndü. Bir sonraki cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Çankaya'ya Genelkurmay Başkanlığı üniformasından soyunarak çıktı. O dönemin ünlü "Silahlı Kuvvetler Birliği"nin tercihiydi bu. Meclis oyları, meşruiyet için formaliteydi.Namlu gölgesi düşmeyen bir seçim, Fahri Korutürk'ü Çankaya'ya çıkardı... Ama, onun oramiral apoletleriyle de namlu zaten özdeşti. Bununla beraber merhum Korutürk'ün "oramiral" etiketiyle değil, "eski büyükelçi" şapkasıyla cumhurbaşkanlığı yaptığını teslim etmeliyiz.Bir sonraki cumhurbaşkanı Kenan Evren, hem genelkurmay başkanıydı hem de 1980 ihtilalinin lideriydi.............................................1980
Gecenin bir özelliği müzikti.Piyanoda Büyükelçi Murat Sungar, bas gitarda Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin, bateride Durul Gence... Bir de nefes kesen saksofoncu; Meriç Demirkol.Sedat Ergin, gözlüklerini takmış, önündeki notalara yoğunlaşmıştı. Yazı İşleri toplantısını yönetir gibi ciddiydi.........................Ve çevrelerinde biz dostları... Diplomatlar, gazeteciler, tek tük işadamları ve aile...Gecenin ikinci özelliği de şu:Özellikle gazeteci milletinden birbirleriyle fena halde çatışmış olanlar, mazilerinde birbirlerine karşı acı izler taşıyanlar, aynı salonda tatlı tatlı söyleşiyorlardı.Belki müzik, belki de Ufuk'a odaklanmış güzel duygularımız bu ortak insani duygular harmanını oluşturmuştu.Sadece o mu?Bunlar hiç kuşkusuz çok önemli ve derin etkenler...Ama...Ya başka katalizör unsurlar?..Psikolog Emre Konuk bunu şöyle açıkladı:"İnsan algılamasında bir 'an' 3 saniyedir.İnsan beyni günde ortalama 20 bin 'anı' kaydeder.Sadece olumlu ve olumsuz 'an'lar ve 'anı'lar kayda girer.Nötr 'an'lar ve 'anı'lar iz bırakmaz, arşivlenmez.Geceleri olumsuz anların ve anıların silinme prosesi yaşanır.Tamamen bilinçsizce...Yani...Derinin kesilmesi halinde vücut nasıl kendini
Aradan 357 yıl geçiyor, Hıristiyanların önde gelen isimleri ile üçüncü İznik Konsülü toplanıyor, orada "İsa'nın, Tanrı'nın oğlu olduğu" kabul ediliyor. Neredeyse 100 yıl daha geçiyor. MS 431'de Efes Konsülü toplanıyor. İsa'yı doğuran Meryem evli değil... İsa, Tanrı'nın oğluysa, o halde Meryem de, Hıristiyan inancındaki Tanrı'dan hamile kalmış oluyor(!)Fiziki birleşme mümkün olamayacağına göre, Meryem bakire... Meryem, Hıristiyanların tanrısının anası ilan ediliyor. Bütün dinlere saygılıyız ama tarihin gerçeklerine de saygısızlık edemeyiz. İsa işte böyle tanrılaşmış oluyor..............................İnsanoğlu, bildiğimiz bir başka insanoğlunu doğumundan 357 yıl sonra bile Tanrı'nın oğlu yapabilmişse, her şeyi yapar.Korkmak gerek.Ve böyle bir kararı alanlar, yerkürede 2 milyar insanın, bilgi çağı 21. yüzyılda bile bütün bunlara inanabileceğini acaba akıllarından geçirmişler miydi?İznik Konsülü'ndeki bu kararın "fikir babası" acaba kimdi?Çağımızda yaşasaydı herhalde keramete kıç attırır, reklam dünyasının erişilmez gurusu olurdu..............................Zaten...Yazının konusu da bu.Her şey gerçekte olduğu gibi değil, algılandığı gibi görünür.Nasıl algılandığı önemlidir.Tanıtım
...........................Arap ülkelerinden birindeydim. Yemekte masamızdaki işadamlarından biri, "bizim sponsor" diye başlıyor ve anlatıyordu."Hayrola siz de bir voleybol ya da basketbol takımı falan mı kurdunuz? O takıma mı sponsorunuz var?"Masada bir kahkaha patladı.Anlattılar..."Arap ülkelerinde iş yapmak için kesinlikle çok güçlü bir ismin desteği olmalıdır.Bunlar genellikle kralların, şeyhlerin aile bireyleridir.Onların arkasında durduğu işten aslan payı verilir.Buna 'sponsor' payı denir.".........................Yani...Genel anlamıyla sponsorun cebinden para çıkar... Oysa... Bu sponsorların cebine para konuyor.Yabancı işadamının "sponsoru" yoksa, iş de yok.Avare kasnak gibi dolaşır durur ve gerisin geriye ülkelerine dönerlermiş..........................Gazetelere yansıyan "ihale şebekesi operasyonu" haberlerini izlerken belleğimdeki "sponsor" şifresi atağa geçti.Acaba yakalanan 52 kişi gökten zembille mi inmiş?Kendi kendilerine bunca işi nasıl kıvırabilmişler?Birkaç kodaman memur, bu büyüklükte ve yaygınlıkta işleri kotarabilir mi?Bunların arkalarında "sponsorlar" olamaz mı?O "sponsorlar" nerede?Bu kadar zaman koruyup kolladıklarını, neden birdenbire kedi yavruları gibi