İsmail Cem'in cenaze töreni için Teşvikiye Camii yolunda Sibel İpekçi ve oğluyla karşılaştım. Eşi Abdi İpekçi ve İsmail Cem kardeş çocuklarıdır. Sibel'le konuştuğumuz karakol köşesinin birkaç yüz metre aşağısında o rezil cinayet işlenmişti.Sibel İpekçi'nin bakışlarında "Neler oluyor bize?" gibi hüzün yüklü soruyu algıladım.Abdi Bey'e de Teşvikiye Camii'nde veda etmiştik.3-4 gün sonra yurtdışında bir kahvede karşılaşmıştık.Oğluyla beraberdi.Nikâh yüzüğü, derileri kemiğine yapışmış parmağında bilezik gibi görünüyordu.Belki 15 yıl yaşlanmıştı.Ve gene işte bitap bir Sibel İpekçi...........................Ayrılırken Sibel İpekçi'nin elindeki "tek" gazeteye gözüm ilişti."MİLLİYET'e devam ediyorsun" dedim."Başka türlüsü olabilir mi?" cevabını verdi. Önce Sibel İpekçi'yi ve oğlunu gördüm... Sonra Elçin Cem ve kızı İpek Cem Taha'yı... İki dost kaybı ve arkadaşlarım olan iki acılı aile... Ne güzel günler paylaştıktan sonra bu karşılaşmalar daha da ağır. Teşvikiye Camii'nin avlusu, cadde, Cem için oluşan insan seliyle dalgalanıyordu.Her siyasi görüşten, her partiden, her gazeteden bir harmandı bu.Cem'in aydın ve nazik kimliği, bu tabloyu yaratmıştı.Eşi Elçin ve kızı İpek Cem Taha
"TÜSİAD'ın böyle bir programı varsa, parti kursun" diyor. Her fikir söyleyenin parti kurması gerekiyorsa, nerede kaldı fikir ve ifade özgürlüğü?.. Ayrıca milyonlarca parti mi kurulacak?Bu bir arızalı demokrasi anlayışıdır. TÜSİAD'ın önerisi "Kürtçenin seçimlik ders olarak okutulması..." MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli... Bu arıza sadece Bahçeli'nin söylemlerinde değil. İktidardaki AKP de, kanaat önderlerine, NGO denilen demokratik örgütlere ne zaman siyasi bir yaklaşımla nasırına basılsa, aynı tepkiyi gösterir."Siyasete çok meraklıysanız, parti kurun" ya da "bir partiye katılın."Sanki siyasete söylemle katkıda bulunmak için illa bir siyasi parti içinde yer almak şartmış gibi bir yanlış anlayıştır bu.Oysa... Demokrasilerde siyasi partilerin yanı sıra think thank denilen örgütler de vazgeçilmezdir.Oralarda fikir üretilir. Açıklanır. Kamuoyu oluşturulur. Örneğin... ABD'de Washington Institue ya da Rand Corporation gibi büyük düşünce üretim kuruluşlarına Almanya'da Conrad Adenauer ya da Friedrich Ebert Vakfı'na, Londra'da Uluslararası Af Örgütü'ne ve diğer benzeri kurumlara hangi iktidar ya da siyasi parti "Sen siyaset yapamazsın, haddin değil, çok meraklıysan siyasi parti kur"
Cem, TRT Genel Müdürü'yken ve sonrasında tehditler alıyordu. Cinayetlerin günde 30'a ulaştığı ve sadece bir istatistik veri gibi algılandığı 1970'li yılların sonlarında bir süre için ailesini de alıp Paris'e gitmişti.12 Eylül ihtilalinden sonra döndüğünü dostum Ercan Arıklı'dan öğrenmiştim. "Güneş'i kurarken sana bir armağanım var" diyerek, "İsmail Cem'in bizimle çalışabileceği" mesajını vermişti. O günden başlayarak gerçekten güzel bir arkadaşlığı çeyrek yüzyıldan fazla sürdürdük. İsmail Cem'i de yitirdik. İlk gençlik yıllarımızda da merhabamız vardı, ama asıl arkadaşlığımız Güneş'i kurarken başladı. Cem'le bir dağ otelinin zemin katında yan yana iki oda tutmuştuk. Karlı yollarda yürüyüşler yaptık. Bir hafta boyunca Güneş'in nasıl bir gazete olması gerektiğini konuştuk, tartıştık.Öyle mükemmeliyetçiydi ki... Ne ayrıntılar üzerinde durdu. Fotoğraf ustası olduğu için sadece içerik değil, estetik üzerinde de çözümler üretiyordu. Gazetenin çıktığı sabahın ilk saatlerine kadar bütün arkadaşlar çalışmıştık.Ama, hâlâ ayakta olan, Oğuz Demircioğlu, o ve bendik. Matbaaların tam kapasiteyle çalışarak ancak basabildiği 750 bin gazete sabah 08.00'de bitmişti. Gazetecilik deyimiyle "yok
"Azrail binmiştir atı,Elinde var, can beratı;Mevlam veren emaneti,Bir gün olur alacaktır."Hrant Dink'in katlinden sonra, bu topraklardaki Ermeni tarihine daldım.Alevi-Bektaşi Edebiyatında Ermeni Âşıkları (AŞUĞLAR), Ermenilerin Mevleviliğe intisaplarını okudum.Türk musikisinde Ermeni bestelerinde, güftelerinde gezindim.Osmanlı Devleti'nde Ermeni Dışişleri, Maliye nazırları, büyükelçiler, konsoloslar, bilim adamları için yazılanları okudum.Örneğin...Sultan Abdülhamit'in Hazine-i Hassa nazırı yaptığı Agop Efendi, büyük başarılar kazanır.Yeniköy'de oturmaktadır.Bekârdır.Abdülhamit ona "Buradan çıkınca ne yaparsın, nasıl vakit geçirirsin?" diye sorar... O da "Evime giderim" cevabını verir.Abdülhamit ona iş dışında güzel vakit geçirmesi için değerli bir at hediye eder.Agop Efendi, sultan armağanı ata biner, gezintiye çıkar.Fakat... At bir parlar ki, dizgin tanımaz.Bir süre dört nala koştuktan sonra ansızın önlerine çıkan duvara vurur. Agop Efendi düşer, beyin kanamasından ölür.Abdülhamit çok üzülür.Agop Efendi'nin ailesinin tüm masraflarını üstlenir.Onun yerine de gene bir başka Ermeniyi, Portukal Paşa'yı nazır yaptı.Konya Ovası sulaması, Bağdat-Basra arası deniz araçları işletme
Bu rezilce cinayetin daha ilk saatlerinde "katil devlet" sloganlarını atanlar ya da attıranlar, kolaycı ve acul kaldılar.Ancak... "Derin devlet" yok mu?"Faili meçhuller" olmadı mı?Bunların yargı kararlarıyla kanıtlandığı bir gerçek değil mi?Doğru... Fakat... Yanlış olan, her olayın üzerine -anında- "derin devlet" damgasını vurmak, komplo teorileri üretmektir, -bazılarının- bunu devleti yıpratmayı hedef alarak kasıtlı yapmalarıdır.Derin değil devletBuna karşılık... Gerçekçi bir eleştiri "devlet neredeydi?" olabilir.Güzelim Trabzon, giderek şiddete dayalı ırkçı milliyetçiliğin ve radikal dinciliğin merkez üssü gibi algılanmaya neden olabilecek görüntüler vermekte.TAYAD'lıların linç edilmeye kalkışılması... Rahip Andrea Santoro'nun öldürülüşü... "Mc Donald's"ın bombalanışı gibi olaylarda iz sürülmediği, potansiyel teröristlerin, tetikçilerin, azmettiricilerin gözleme alınmadığı anlaşılıyor.İstihbarat etkinliği olsaydı, "Mc Donald's"ı bombalayan Yasin Hayal'in, 16-17 yaşındaki gençleri içine alan lümpen milliyetçi örgüt girişimi önlenebilirdi.Hrant Dink'i yaşamdan koparan o menfur cinayet işlenmeyebilirdi. Hrant Dink'e kıyan katil yakalandı. Arkasındaki varoşların lümpen milliyetçi
TV ekranında gözüm ayakkabısındaki deliğe takılıyor.Hani o dolar milyarderi Ermeni diasporasının dağıttığı servetler söylemi?Hrant Dink'in "adam gibi adamlığının" simgesel kanıtıydı o görüntü...Bilmem ona hiç hak etmediği iftiralarla saldıranların yüzleri bu görüntüyle kızardı mı?........................Başka görüntüler...Hrant Dink'in Bakırköy'de oturduğu apartmanın bütün dairelerinin pencere camlarına onun fotoğrafları yapıştırılmış. Binanın giriş kapısında gene Hrant Dink'in fotoğraflarıyla bir kemer oluşmuş. Merdivenlere gül yaprakları serpiştirilmiş. Mumlar yakılmış. Duvarlarda Hrant Dink fotoğrafları...Bir insan bu kadar mı sevilebilir...Yukarılarda bir yerlerden seyrediyorsa, hele protesto yürüyüşünü, kendi çocuğu gibi gördüğü Agos'un önündeki manzaraları izliyorsa, katili için "Sen at o pis kurşunları, ama beni öldürdüğünü sanıyorsan çok yanılıyorsun" diye düşünüyor olmalıdır.Yaşamında satırlarıyla, ölümünde bile kanıyla "bu topraklardaki Türk ve Ermenilerin böylesine bütünleşmelerini" sağladığı için yıllarının boşa gitmediğini görüyordur. Hrant Dink o rezilce cinayetten sonra yerde yatıyor. Görüntülerle devam...Hrant Dink'e kıyan katilin fotoğrafları televizyonlarda
Sevgilim...İnan ben, seni onursuz hiçbir sevdayla aldatmadım.Bedelin pahalıydı, ödedim... Ödeyeceğim.Ve günün birinde sevgilim, gözlerim yorulanda...Çağır çocukları yanına...Aç gözlerimi son bir kez...Onlara bebeklerimi göster ve de ki:"Sizin babanız beniİşte bunlarla sevdi."Bu satırlar, onları yazanın sımsıcak bir yüreğe sahip olduğunun kanıtlarıdır. Hrant Dink, 14 Şubat 2000 Sevgililer Günü'nde şöyle yazmış... İyi bir aile babasıydı.Eşi Rakel'den 3 çocuğu oldu.Tanıdığım başka Ermeni aydınlar gibi Hrant Dink de İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okudu.Eşi Rakel'i de oralarda tanıdı.İkisi de daha sonraki yıllarda bu yetimhanelerde yöneticilik yaptılar.Kendileri gibi Ermeni çocuklara eğitim ve şefkat verdiler.Hrant, sol siyaset kökenliydi.Ancak... Şiddet ve kan kültürüne karşıydı."Bizim de sesimizi duyurmamız gerekir" diyerek 5 Nisan 1996'da haftalık AGOS gazetesini yayımlamaya başladı.O gazetenin önünde vurularak yaşamını yitireceğini bilmem hiç aklından geçirmiş midir? Yetimhanede yetişen solcu Belma Akçura'yla Hacıbaba restoranda karşılaşmışlar."Elektronik posta adresini ver. Sana bir şey göndereceğim" demiş.Dün sabah konuşmuşlar.AİHM'ye başvurusunu göndermiş."Benzer durumda olan
TÜSİAD'da kimse "ömür boyu başkanlık" yapmıyor. Bir ya da en çok iki dönem sonrası yerini bir başkasına bırakıyor.Tıpkı Batı demokrasilerindeki siyasi parti başkanlıkları gibi bir gelenek.Başkanlık kimseye "mülk" değil.Keşke bizdeki siyasi partilere de bir örnek oluştursa...Türkiye'de bir siyasi partinin başına gelen kişi -çok az istisna dışında- seçilmiş krallar gibi orada kök salıyor, kımıldamayan koltukları midye bağlıyor.Sanki taht!..Sadece siyasi partiler değil, sendikalar ve diğer sivil toplum örgütleri de öyle.Koltuğa oturan kalkmıyor.Oysa TÜSİAD'da gençler, önce yönetim kuruluna alınıyorlar ve onlara önemli alanlarda sorumluluklar verilerek, yıllarca başkanlığa hazırlanıyorlar. İçlerinden en uygunu, deneyimler kazanarak başkanlığa geliyor.Bu süreçten geçen ve on yıl yan yana odalarda çalıştığımız için yeteneklerini algılama olanağını bulduğum Yalçındağ'ın, seçilirse başarılı olacağına inanıyorum.Paraşütle inmek yok, tıraşı TÜSİAD'cıların ensesinde öğrenmek yok, kazık kakmak da yok. Eski başkanlar, TÜSİAD'a yeni başkan olarak Arzuhan Yalçındağ'ı önerdi. Son karar elbette genel kurulun. Ama bu bir gelenek. TÜSİAD'a, ilk kuruluş yıllarında merhum Vehbi Koç, kolayına geldiği