Beyaz Saray Psikiyatrı Prof. Vamık D. Volkan'dan şu satırlarla başlayayım: "O konuştukça Tanrı'nın pelerini hışırdıyormuşçasına bir etki oluşturuyordu..." Bu satırlar, "Hitler'in sesindeki gücü tanımlamak için" Alman basınında yer almış. Alman halkının bilinçaltına, Hitler ile Tanrı arasında ilişki mesajı veriliyordu böylece... Berlin'deki her büyük sanat mağazası vitrininde "Hitler'in başında hareyle çevrelenen portresi" yer alıyordu.Sadece İsa'nın ve diğer Azizlerin başları üzerinde görülen bu hare, fotoğraflarda Hitler'in de başını Tanrı'nın kutsadığı taç gibi süslemekteydi.Hitler de "on emir"in projeksiyonunu kendi dönemine taşıyan kişisel imajlarla yansıtıyordu topluma. Örneğin...Eylül 1937'de yapılan Nürnberg Rallisi'nde Hitler'in fotoğrafının altında Yuhanna İncili'nin başlangıç dizesi yazıyordu:"Önce söz vardı..." Konuşmaları böylece kutsanmış oluyordu.Altıncı emir ise şöyle saptırılmıştı:"Öldürmeyeceksin, fakat çöreğin bozuk parçası olan Yahudileri, eşcinselleri, çingeneleri ve fiziksel ya da zihinsel yetersizliği olanları öldürmelisin."Hitler'i tanrısallaştıran beyin takımı yandaşlar, bu emir doğrultusunda öldürmüşler, işkence etmişler, sonra da görünüşte normal, sevgi
"Evet... Müdahale ettiler. Elbette demokrasi bu değil ama bir şey demeyeceğim. Başka ordumuz yok. Rencide edilmemeli."O gün sabah saat 11'den başlayarak çok kez konuşmuştuk. İhtilalin ayak seslerini zaman zaman birlikte izledik.Demirel'le bu konuşmayı yaptıktan sonra telefonlar kesilmişti...................12 Eylül 1980 anımı yansıtış nedenim, Demirel'in, Yavuz Donat'a verdiği demeç..."Asker alınmasın... Ancak Silahlı Kuvvetler'e ihtilal yapma hakkı veren İç Hizmet Kanunu maddesi dünyada yok. Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi veren bu 35. madde kalkmalıdır. Koruma ve kollama görevi ordunundur ama start verecek olan meşru iktidarın direktifidir.Demokrasilerde rejim halkın koruması altındadır. Askerin kendiliğinden koruma ve kollama yapması ancak Güney Amerika ülkelerinde olur.Türkiye'deki müdahalelerin sadece ordu tarafından yapıldığını zannetmek yanlış. Orduyu müdahaleye sivil kuruluşlar da teşvik eder."...................Demirel'in sözlerini, "askere olan duyarlılığı" ile başlayarak mercek altına alalım... Kendisini başbakanlıktan deviren ihtilal gecesi bile telefon konuşmamızda "Başka ordumuz yok, rencide etmemeliyiz" demiş olan Demirel'in, Yavuz Donat'a "Asker alınmasın,
Washington Havaalanı'ndaki bu "B kapısı" denen "tecrit"te zaman geçmek bilmiyor. Amerikalı pasaport polisi tarafından çağrılmayı bekliyorum. Gözüm saatte, sıkıntıdan eski ada vapurları gibi puflayarak düşünüyorum. Akrep ve yelkovan neden soldan sağa dönüyor?.. Mevlevi dervişleri de soldan sağa dönmez mi? Tibet'in 7 pınarında, her sabah önce 7 kez ellerini kanat gibi açarak soldan sağa dönmek öğütlenir. Sonra da aynı hareketin sağdan sola yapılması... Neden ilk dönüş soldan sağa... Yoksa kan dolaşımı soldan sağa olduğu için mi?Zaman geçmek bilmiyor. Düşünce jimnastiğine devam... Dünya belki de kendi etrafında soldan sağa dönüyor. O zaman dünya da güneşin etrafındaki elips hareketini soldan sağa mı yapıyor? O halde uzayın sürekli oluşum halindeki elipsi de soldan sağa savruluyor olmalı. Hâlâ çağrılmadım. Sol ve sağ fantezilerine devam... Beynin neden sol yarısı rasyonel, sağ yarısı duygusal?Peki solculuktan sağa dönüşümler de rasyonellik mi?...................Asıl soruya geleyim: "Neden oradayım?"Anlatayım... Koç Holding'in konuğu bir grup gazeteci Washington'a uçtuk. Yazıları yazdık. Bu macerayı ise pazar yazısına bıraktım... Sabah 6'da İstanbul'dan başlayan ve Frankfurt aktarmalı
Yâd edelim, şad olsun...GÜNEŞ'i yayımladığımız yıllardı...Bir gece yarısı gazetenin santralı aracılığıyla ev telefonuma ulaşmıştı."Hemen konuşmak istiyorum. Rahatsız etmezsem ben geleyim" dedi.Belli ki önemli bir durum vardı.Olumlu karşıladım.Geldi. Hiç uzatmadan konuya girdi. "Yeni çıktı ama çok satıyor. İstanbul'da da öyle. Eğlence ilanlarını size vermek istiyoruz. 3 ay para almayacaksınız. 4. aydan itibaren ilanları paralı basacaksınız. Kabul mü?"Kısa cümlelerle ve net konuşuyordu.Önerisi çok iyiydi.O yıllarda "eğlence ilanları" Hürriyet'in tekelindeydi. Ölüm ilanları gibi eğlence ilanları için de Hürriyet'i alan okuyucu kesimi vardı. Getireceği "artı" satış nedeniyle "bir yıl bedava baskı" istese gene kabul edecektim....................Ama...Gazeteyi, Hürriyet'e ait "Hür Dağıtım" dağıtıyordu. O zamanki sahibi Erol Simavi'ye nezaketsizlik yapmak ve onu karşıma almak istemezdim. Her iki Simavi de bana hep centilmence davranmışlardır.Fahrettin Aslan'a "Bu işe Erol Bey ne der?" diye sordum. "Buraya gelmeden önce onunla beraberdim. Kabul ederseniz Erol Bey'den yana problem olmayacak" güvencesini verdi. "Peki, başlayalım o halde... Hürriyet'in fiyatı ve koşulları ile aynı olacak"
Barzani de bizim otelde kaldığı için otel Kuzey Irak'ın kreması(!) ve korumalarla dolu.Genç Talabani ve yanındaki arkadaşıyla ayaküstü söyleşiyoruz.Giysileri şık, şampanya içiyorlar, ellerinde pahalı purolar, yanlarında "hoş" kız arkadaşları...Neşeliler."Türkiye de değişiyor. Avrupalı oluyorsunuz. Biz memnunuz" diyorlar.Nazikler... Kadeh kaldırıyorlar. Kendilerine güvenliler."Türkiye'nin Silahlı Kuvvetler'ini, Kuzey Irak'a göndereceği ve Kuzey Irak'taki bugünkü statünün bozulabileceği" gibi bir kuşkuyu hiç algılamadım.Nasıl olsun ki...Aynı gün Kuzey Irak yerel yönetiminin başındaki Barzani, Beyaz Saray'da Başkan Bush tarafından kabul edildi.Ona, "Devlet Başkanı" protokolü uygulandı.Kuzey Irak Kürtleri, uzun süredir Washington tarafından "stratejik ortak" olarak anılıyor.Türkiye'nin -neredeyse- "âdet yerini bulsun" gibi bir "Barzani nasıl Beyaz Saray'da kabul edilir" uyarısı, iz bile bırakmamış.Kuzey Irak'ta oluşum, ABD rüzgârıyla sürüyor....................Konuşma, Suriye'ye de kaydı.ABD, Suriye'ye de müdahale edebilir mi?Beyaz Saray'ın başı fena halde dertte.Nijer Eski Büyükelçisi Wilson'un Washington'dan aldığı talimata rağmen "Saddam, kitle imha silah yapımını Nijer üzerinden
Atatürk'ün yitirilişinin yıldönümünde onu gerçekle örtüşen görüntüsünden dünya kamuoyuna kazandırmak, doğru bir girişim.Tussaud Müzesi'ndeki mumyalar eski tekniğe göre yapılmış ve çoğu, ait olduğu ünlüye benzemiyor.Yaşamımızın tüm boyutlarına giren bilgisayar, Tussaud Müzesi'ndeki balmumu heykeller için de uygulanmaya başlandı.Tarihi kişiliklerin, ünlülerin bilgisayar teknolojisiyle bire bir ölçülerinde balmumu heykelleri yeniden yapılıyor.İşte 10 Kasım 2005'te Tussaud Müzesi'nde yerini alacak Atatürk'ün balmumu heykeli de böyle hazırlandı.Projeyi finanse eden, Koç Holding...................Markalar, üretimin, pazarlamanın, piyasa payının ötesinde "sosyal sorumluluk" projeleriyle örtüştüğünde kalıcı değerler kazanıyor. Saygınlık katsayısını yükseltiyor.Koç Holding, son 6 ayda şirket alımları ve şirket evlilikleri ile adını ekonomi gündeminde sürekli tuttu.Yaptığı bu atılımlar, ciddi büyümeye, piyasa payında genişlemeye ve başka coğrafyalarda yayılmaya dayanmaktaydı.Ancak..."Sosyal sorumluluk" çizgisinde de paralel bir ivme gerekiyor olabilirdi.Bu bağlamda Türkiye insanının en duyarlı olduğu Ulu Önder Atatürk'ün mumyalar müzesindeki heykelini gerçek boyutlarında yenileyen girişime
Bu bağlamda Nobel adayı psikiyatr Vamık Volkan'dan birkaç satır... "1998 temmuzuydu. Gazetelerin baş sayfalarında bir fotoğraf gözüme ilişti.Fotoğrafta uzun kollu gömlek giymiş bir adam, bir otomobilin camından bakıyordu ve sağ eliyle bir ayakkabıyı havaya kaldırmıştı; parmaklarından birinde büyük ve pahalı bir yüzük takılıydı.İşin garip yanı, adam sanki elinde şapka ya da eldiven varmış gibi kaldırımdakileri elindeki ayakkabıyla selamlıyordu.Fotoğraftaki kişi Yusuf Habibi, Endonezya'nın yeni devlet başkanıydı.Söz konusu fotoğrafın altındaki haberde, Habibi'nin bu ayakkabıları Endonezya'nın başkenti Cakarta'daki bir marketten sadece 2.70 ABD doları ödeyerek aldığı bildiriliyordu."...................Prof. Vamık Volkan, Habibi'nin bu görüntüsünü şöyle yorumlamıştı:"Bu ucuz ayakkabıları yurttaşlarına göstererek kendisini Endonezyalılarla özdeşim kurabilecek bir figür olarak sunuyor."Ya parmağındaki kocaman taşlı pahalı yüzük... Bileğindeki altın "marka" saat?Ucuz ayakkabıyla aralarındaki çelişki?...................Politikacılar böyle "plastik halkçılığı" seviyorlar. Kolay propaganda.Diyetisyenleri olan pahalı yaşam bedenlerinin, gecekonduların yoksul sofralarında iftar açmaları bana
İşte dinlediklerim...Dubai Veliaht Prensi Şeyh Muhammed El Maktum, yıllar önce İngiltere'nin saygın danışmanlık firmalarından biriyle yaptığı toplantıda hedeflerini anlatır ve sorar:"Petrol bittiğinde de ülkem zengin olmalı. Alternatif yaratmak için ne yapmalıyım?"Aldığı cevap şu olur: "Sıfır corruption." (Sıfır yolsuzluk, sıfır rüşvet.)Danışman firma yetkilileri devam ederler... "Özellikle Ortadoğu'da bu çok zordur biliyoruz. Ama, bürokraside, adalette, finansmanda her alanda sıfır yolsuzluk ve sıfır rüşvet ilk ve en önemli adım olacaktır."Abartılı telaffuzlarla "mucize" diye anılan "Dubai modeli" anlatımlara göre böyle start alır. Şeyh Maktum'un İngiltere'de çok katı bir disiplin gerektiren Kraliyet Askeri Akademisi'nden dereceyle mezun olduğunu... Başta "yolsuzluk" olmak üzere tüm alanlarda ödünsüz disiplin uyguladığını dinledim. Tanıklık yapacak konumda değilim... Ama... Göz alıcı yatırımlarının, denize palmiyeler gibi açılan villalarının ya da New York'takilerle boy ölçüşen gökdelenlerinin ötesinde, Dubai'nin, dile getirilen temel özelliği bu.Türkiye'ye yabancı sermaye olarak gelen Dubai, bu "ilke" ile yabancı sermaye çekim merkezi olmuş.Türkiye'ye gelişlerinde de