Ama asıl zaman zaman "ateşle oynayan" AKP'nin kulağına küpe olmalıdır. Çünkü... İrticaa vitamin kürü sonunda öyle bir kara dev yaratır ki, durdurulamaz. Mollalar rejiminden başlayarak bugün gelinen noktaya kadar İran'ın öyküsünü kare kare "storyboard" tekniğiyle yansıtmak çok şeyi anlatır.........................Birinci kare... Şah Dönemi... Baba ve oğul Pehlevi, kendi şahlık dönemlerinde "devlet yönetimi ile dini ayırabilmek" cesaretini gösteremediler.Mollalardan korktular.Modernleşmeyi, piramidin tepesindeki saltanat ailesine, komutanlara, subaylara, gizli servis yöneticilerine, burjuvaziye kısacası mutlu azınlığa sundular.Piramidin köktendinci rahleden geçmiş gövdesini ve tabanını gizli servisin, polisin ve ordunun baskısı altında tuttular.Laisizme inançlı bir taban oluşturamadılar..........................İkinci kare... Bu baskı rejimi sadece mollaların eğittiği(!) geniş halk yığınlarının tepesinde boza pişirmiyordu...Ülkenin aydınları ve komünistler de demir yumruk altındaydılar..........................Üçüncü kare...Şah ve mutlu azınlığına karşı "özgürlük" ortak paydasında mollalarla komünistler "yeşil/kırmızı" koalisyonunu oluşturdular."Şah'ı devirdikten sonra demokrasi
Finlandiya'nın bir diğer adı ise, cennet gibi bir toprak tanımıyla örtüşen "Beyaz Zambaklar Ülkesi..."Belki de güneşin 24 saat hiç batmadığı "beyaz gecelere" de çağrışım yaptırıyor."Beyaz Zambaklar Ülkesi" Grigory Petrov'un yazdığı Finlandiya'yı anlatan ve dünyanın hemen hemen tüm dillerine çevrilmiş çok ünlü bir kitabın adıdır. Böyle satırlar okuyarak uçtum Finlandiya'ya...Unutamayacağım 48 saat geçirdim. İncil'de cennet simgesi "beyaz zambak"tır. Ormanın ortasında kırmızı köy evlerinin çevrelediği meydanda sabaha kadar sürecek piknik/parti."Sabaha kadar" söylemi, bilemem ne kadar doğru!.. Çünkü, güneşin hiç batmadığı bu Lapland adlı yerde doğması nasıl mümkün olur?24 saat aydınlık yaşanan 21 Haziran'ı 22'ye bağlayan günün gecesi de "beyaz gece" değil miydi? Bize gezi boyunca böyle beyaz kürkler içinde onlarca genç Finlandiyalı kız rehberlik etti. Finlandiyalı kadınlar tıpkı İskandinavlar gibi çok güzel...Bu fotoğraf çekildiğinde saat sabaha karşı 2'ydi. Kuzey Kutbu'na bu en yakın bölgede 21 Aralık'ı 22'ye bağlayan gün ise neredeyse 24 saat karanlık. Güneş sanki hiç doğmuyor.20 Haziran'ı 21'e ve 21 Haziran'ı da 22'ye bağlayan iki harikulade "beyaz gece" yaşadım.Finlandiya'nın
Önce, "dokunulmazlık zırhı" içindeki siyasetçilere...Hikmet Uluğbay için, 6 Mart 2003 günü TBMM Genel Kurulu'nda Devlet Denetleme Kurulu'nun raporu okunmuştu. Bu rapor gereği TBMM'de araştırma komisyonu oluşturulmuş ve sonunda Hikmet Uluğbay için soruşturma komisyonu önerilmişti.Gerekçe "üç sorunlu bankaya zamanında el konulmaması" idi. Hikmet Uluğbay 2 yıl, Soruşturma Komisyonu'nun kurulmasını, kendisi hakkındaki suçlamaların incelemesini ve sonucu açıklamasını bekledi.Ancak... Ne komisyon kuruldu, ne de bu yolda bir girişimde bulunuldu.Sonrasını, Hikmet Uluğbay'ın yeni yayımlanan "SİYASİ LİNÇ" kitabından birkaç satırla yansıtıyorum:".......... Dolayısıyla hakkımda iddialar ileri sürülme süreci, bir yargısız infaza dönüşmüş bulunmaktadır. Zira, bu suçlamalara basın ve yayın kuruluşlarında geniş yer verilmiş, hakkımda şüpheler yaratılmış, karalama yapılmış ve siyasi açıdan amaca ulaşıldığı sanılmıştır.Aradan bu kadar süre geçmesine rağmen, soruşturma komisyonu kurularak bana yasal süreç içinde savunma hakkı verilmemesine daha fazla sessiz kalmam beklenemezdi........."Ve böyle durumlarda çoğu siyasetçi "Aman ne iyi" diye düşünerek "arazi olurken" bakınız Hikmet Uluğbay ne
1984'ten bu yana subay, astsubay, polis ve er şehit sayısı 6 bin dolaylarında...Tüm ölü sayısı 30 bin...Bu kanlı perde, tarih sahnesi önünde kapandı sanılırken, "Yoksa bir ara verildi, ikinci perde mi açılıyor?" kuşkuları yoğunlaşmakta.Bu kez cenaze almak ya da cenaze törenleri düzenlemek bağlamında olayda "kitle hareketleri" provokasyonu var.Hadiseyi giderek Türkler ve Kürtler bloklaşmasına dönüştürmenin kanlı parmak izleri seziliyor. Bu iğrenç insanlık suçu tezgâhının arkasındaki gölgeler belli.Ancak...Mücadele koşulları zorlaşmakta. Dışarıda AB, içeride ise bürokraside kazanıldığı iddia edilen bazı mevziler kaygı vermekte.Bürokraside, ihalelerde, yönetimlerde, hatta.......... mafyalaşmada bile bu kaygıların altı çizilmekte.........................Türkiye'nin aydınları, -Türk ve Kürt kökenliler ayrımı şık olmasa da- yayımladıkları bildirilerle "sorumluluk bilincini" yansıttılar. İyi bir başlangıç.Ama... Cılız kaldılar.Türkiye insanı hangi kökenden olursa olsun, kanlı oyunun ikinci perdesini seyretmek istemiyor. Bu oyundan nefret ediyor.Ne var ki, sel suları gibi meydanlara akıp, milyonlarca insan tavır koyamıyor.İspanya'da tren istasyonu bombalandıktan sonra, Madrid caddeleri ve
Kurtuluş Savaşı hazırlıkları sürmektedir.Askeri birlikler bir köy yakınında mola vermiştir. Köyün imamı, Mustafa Kemal Paşa'nın yanına gelir."Zaferiniz için duacıyız Paşam" der.Güzel sözler söyler.Paşa da köy köprüsünün onarımını yaptırır askerlere...Sonra imama zafer sonrası için davette bulunur: "İmam efendi, ben evli değilim. Evlenirsem Ankara'da seni eşinle birlikte konuk etmek isterim. Gelir misin?" İmamın cevabı "Emredersin" olur.Ancak paşanın daveti koşulludur:"Ama bir şartım var. Eşin peçesini çıkartırsa..."İmam şaşırır. "Aman paşam" diyecek olur.ATATÜRK sakin bir sesle "Bunlar olacak imam efendi... Bunların hepsi olacak" der.Ve olur...................Yani, Atatürk'ün kafasında, kadına başını açma özgürlüğü, daha, büyük zafer öncesi planlanmıştı.Eşi Latife Hanım'ın Çankaya Köşkü'ndeki çarşaflı fotoğrafları, sadece "zamanlama" konusudur. Planı yaşama geçirmek öncesine aittir.................Atatürk'ün kafasındaki kökleri derinlerde olan bu "vasıflı" özgürlük, gelecek için de güvenceye alınmıştır.Anayasanın "değişmez/değiştirilemez" hükümlerinden "laikliğin" ayrılmaz parçası olarak temel hukukta yer almıştır. Laikliği yıkmadan ondan ayrılamaz..................Şimdi güncel
Yirminci yüzyılın ilk soykırımı, Almanların 1904'te Güney Afrika'da Herero halkını yok etmeleriydi.Alman genetikçi Eugen Fischer'in ilk tıbbi deneyleri, Herero toplama kamplarında ırkların karıştırılması "bilimine(!)" odaklanıyordu.Denekleri, Herero kadınlarıyla Alman erkeklerinin çocuklarıydı.Fischer "mulattoların" yani karışık ebeveynlerden doğan Herero Almanların, fiziksel ve zihinsel olarak Alman ebeveynlerden aşağı olduklarını iddia ediyordu..............Hitler, hapisteyken Fischer'in "İnsan Kalıtımı ve Irk Hijyeni İlkesi" (The Principles of Human Heredity and Race Hygiene) adlı yapıtını okumuştu. Sonra da Almanya'nın başına geçtiğinde insan ırkı için temizlik (hijyen) teorisinin sahibi Fischer'i, Berlin Üniversitesi Rektörü olarak görevlendirdi. "Nasıl bir hijyen?" sorusunun cevabını da vereyim:"Fischer'in ünlü öğrencilerinden biri, Auschwitz toplama kampında -meşum- tıp deneylerini(!) yapan insanlık suçlusu Joseph Mengele'ydi.".............Yukarıdaki satırlar, Mahmood Mamdani'nin "terörün kökenlerini" anlatan kitabından...(*)Hereroların soykırımıyla, Yahudileri yok etmeyi amaçlayan Holocaust arasındaki bağlantı, ırkların damgalanmasıydı; bu damgalanma, bir grubu yalnızca
"O kafa"nın tercümesi "o zihniyet"tir."Dünyalı olmaya" karşı ruh ve beyin frenleri kilitli bir zihniyet. Thomas P.M. Barnet, henüz dünyalı olamamış ve olabileceği de belirsiz coğrafyalar için "küreselleşmenin kara delikleri" deyimini kullanır.İşte "o kafa", Türkiye'yi küresel "ozon boşluğuna" ya da "kara deliğine çeken" zihniyettir.Doğan TV olayı ve ona bağlantılı kurumların, siyasetçilerin, kişilerin adreslerini göstermiyorum... Onların çok ötesinde bir Türkiye klasiğine işaret ediyorum... Her devirde, her partide, her kurumda dolaşan bir hayalettir bu."Robot resmini" çizmeye çalışayım:...............Türk Telekom'un küresel piyasa değeri 30 milyar dolarken özelleştirilmesi, büyük olasılıkla Türkiye'nin yazgısını değiştirecekti. Boğazına kadar dövizle borçlanmazdı Türkiye.1996 ve 2001 krizleri de olmazdı.Ama..."O kafa", Türk Telekom'un özelleştirilmesini engelledi.Şimdiki değeri için sadece 3 milyar dolar dolayları konuşuluyor."O kafa", asla kafasını duvarlara vurmaz................Ege'de Yunan adalarını gören arazilerde yabancılara mülk satışını engelleyen de "o kafa"dır.İspanya, Portekiz, İtalya, Yunanistan, Tunus'ta milyarlarca euro, bu ülkelerde yazlıklar almak için akıyor.
Nedenlerini anlatayım: GS, gelenekleri olan bir kulüptür. Özhan Canaydın'ın başkanlığında Galatasaray'ın vefa geleneği çiğnendi... Zarafetin yerini hoyratlık aldı.İşte örnekler...Takımı şampiyon yapan Teknik Direktör Lucescu'dan, bu başarının tadını paylaşacağı bir haftalık süre bile esirgendi.Maddi olanaklardan yoksun olmasına karşın Galatasaray'a şampiyonluk kazandıran o mütevazı ve olgun adam, şampiyonluktan hemen sonra adeta kapı dışarı edildi. Fatih Terim dostumdur.Galatasaray'a dönüşü elbette güzel bir olaydı ama Lucescu'ya yapılan çirkinlik yaşanmamalıydı. Birinin veda, diğerinin hoş geldin gecesi düzenlenmeliydi.Galatasaraylılar, o gece, ikisini de bağırlarına basmalıydı.Hiç değilse Lucescu'ya sade fakat içten bir veda töreni düzenlenemez miydi? Bunları düşündüğüm sırada "Milliyet Spor Ödülleri"nden birinin Lucescu için öngörüldüğü bildirildi. Ödülü benim vermem önerildi. Galatasaray Başkanı'nın akıl edemediği şeyi, Milliyet Spor Servisi Yönetmeni düşünmüştü.Lucescu'ya ödülünü verip yanaklarından öperken içimde ince bir sızı vardı.Canaydın benzer kabalığı, Fatih gibi bir isme bile yaptı.Fatih Terim'e dayanarak kongre almıştı. Onu göndererek yeniden seçildi.Ayıp... Ve