Sen kızımı o yüzüyle tanıdın ve sevdin.Bu yüzü nedeniyle evlenmek istiyorsun.Oysa...Onun da her Yunanlı gibi, Bizans genlerinden ikinci yüzü de var.Bizanstan alınan, kaypak, güvenilmez, arkadan vurabilen karakterin yansıdığı ikinci yüzünü de tanımalısın.Evlenmeye ondan sonra karar vermelisin."Gerçekçi bir itiraf mı?Elbette itiraf değil.Kitabın yazarı Louis de Bernieresin "Yunanlı için" "saptaması" kalemiyle yarattığı roman kahramanı doktora söylettikleridir. Yüzbaşı Corellinin Mandolini adlı kitapta, kasaba doktoru, kızı için, ona âşık İtalyan subaya, şu tanımı yapar: Yunanlının iki yüzü vardır. Birincisi, Eski Yunanın kültür, etik, sanat yüceliklerini taşıyan genlerle oluşmuştur. 2004 Yunanistanın yılı..Avrupa Milli Takımlar Şampiyonluğu kupasını kazandı.Büyük sükse...Ardından, Olimpiyat Oyunlarına ev sahipliği yapacak.Dünya, Yunanistana odaklanacak.Kadim Yunan medeniyetinin mirasçıları olarak görülen Yunanlılar, zaten küresel bir sempatiye sahipler.Bunu daha da derinleştirmiş olacaklar.Yunanistan, Osmanlı yönetiminden kurtulduğundan bu yana - belki de - "en pırıltılı" yılını yaşıyor.ABnin tam üyesi olarak Avrupa Milli Takımlar Şampiyonluğu ve Olimpiyatları ilk vatanına geri
Müzikle dolacak kamış bir düdük gibiYukarıdaki dizeler Ecevitin de tercümesini yaptığı Bengalli şair / filozof Tagoreden...Onun söylemleri "kristal saflığında" diye tanımlanır.Sazlıktan kesilmiş bir kamışın nasıl değer kazanacağını "sade" bir dille anlatırlarmış.......Başbakan R.T. Erdoğanın "arkamızda durmadınız" eleştirisiyle "İHLler için yasayı ve "türban davasındaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını" gündeme taşıyan konuşması, kafaları karıştırdı.Bu konu, hukuk / siyaset / duygu / tepki / tehdit bulamacında kaynatılıyor.Oysa Tagorenin "kristal saflığındaki" dizelerinin mantığıyla düşünülmeli.Siyasetin doğasına, polemikler değil, "demokrasinin, hukukun, sağduyunun, aklın notalarıyla nefes verildiğinde" sesler anlam kazanabilir. Basit ve sade olsun hayatım Demokrasilerde yönetimleri, çoğunluk iradesiyle halk belirler.Parlamentoyu ve iktidarı oluşturur.Elbette, halktan aldığı bu vekaletle, parlamentodaki çoğunluk partisi ve onun hükümeti, siyasi kararlar alacaktır.Yasalar yapacaktır.Uygulayacaktır.AKP iktidarının "Seçim öncesinde, halka vaatlerimizin ve o vaatlere halkın verdiği oyların gereğini yapmamız doğaldır" mantığı, demokrasiyle örtüşür."Notaları doğru nefes"tir.
CHPnin iki kurucusundan biri ve Atatürkün ölümünden sonra 35 yıl genel başkanı olan İsmet İnönü, Kurultayda seçimi kaybetmiştir. Onun eski genel sekreteri genç Bülent Ecevitle çarpışmış ve genel başkanlığı Ecevit kazanmıştır. O günü anımsıyorum.Ecevit önünden geçerken, 90lı yaşlarındaki İsmet İnönü ayağa kalktı, kostümünün düğmelerini özenle ilikledi, yeni Genel Başkanın elini sıkarak, nezaket duruşunda onu tebrik etti.Az önce Ecevitin Genel Başkan seçildiği açıklandığında patlayan alkış yağmuru, İsmet Paşanın bu büyük jestiyle alkış sağanağına dönüştü.Ecevit taraftarlarının sevinç gösterileri ve sloganları atılırken, koltuğunda, Paşa "yel karşısında bir kaya" gibiydi. Demokrasinin bir aşamasını daha içselleştiriyordu.Nazik, dik ve vakur.Türkiyeyi, tek parti cumhuriyetinden, çok partili parlamenter demokrasiye geçiren İsmet Paşa, 1950 seçimlerini kazanan DPye yönetimi devrederken de gene bu nazik, dik, vakur görümündeydi. Demokrasinin kurucusu, demokrasi kurallarına uymayı görev biliyordu. İşte CHP kültürü... Ecevite o seçimi, İnönüyü devirmek mucizesiyle kazandıran ekibin önde gelen isimlerinden biri de Deniz Baykaldı.Turan Güneş, Besim Üstünel, Haluk Ülmandan oluşan Mülkiye
Başlarında Apoya sıkı sıkıya bağlı Cemil Bayık başta olmak üzere PKK yöneticileri ve onların emrindeki terör örgütü...Peki Apo, İmralıda avukatları aracılığıyla neden "ateşkesi bozun, eyleme geçin" talimatı verdi?Kulağına kar suyu kaçtı da ondan..."Brükselde ABden bazı milletvekilleri ve avukatlar, Avrupaya yerleşerek artık savaşı değil siyaseti seçmiş eski PKKlılar, hapisten çıkan Leyla Zana ve arkadaşlarını öne çıkarma politikasını benimsediler.Abdullah Öcalan, bu çizgisinin dışında bırakılıyor.PKK ve onun yeni adı KONGRA - GEL de, ABnin ve ABDnin terörist örgütler listesinde yer aldı.Yani...Apo ve KONGRA - GEL ile artık "siyasallaşma" süreci yürümeyecek.Her ikisi de tasfiye edilme ve kendiliğinden erime yolunda Aponun "bir gün Mandela olmak ve siyasete Kürt kökenlilerin lideri olarak gelmek" hülyası böylece "olmayacak duaya" dönüşmekte. PKK cinayetleri sorunu, matruşka bebekleri gibi... Açıldıkça içinden başka başka görüntüler çıkıyor. Vandaki - rezil - bombalı saldırının arkasında kim var? Apoya bu uluslararası oluşum fısıldandı.Avrupa "siyasi liderlik için" Leyla Zanayı seçmişti.Öcalan, küplere bindi.Önce şöyle buyurdu:"Siyasi oluşumun başına Hatip Dicle geçsin. Zana da
Allavinin cevabı "Kararı ben vermeyeceğim... Adalet Bakanı ve mahkeme karar verecek" oldu.Elbette karar yeri Başbakanlık değil.Ama...Adalet Bakanlığı da değil.Bu "Adalet Bakanlığını da karar devresine sokan söylem" bir dil sürçmesi olamaz mı?Öyle yorumlanabilinirdi ama, gazeteci biraz daha üsteleyince İyad Allavi şöyle dedi:"Ama şahsi fikrim, Saddam Hüseyine idam cezası verilmesidir."......Irak gibi, ipleri ABD ve İngilterenin elindeki bir ülke Başbakanı "karar verecek merci olarak, başında bulunduğu hükümetin Adalet Bakanını da yargının yanında yetkili" olarak görüyorsa ve "kendisinin idam cezası taraflısı olduğunu" söylüyorsa, Saddamın sallandırılacağı darağacı kurulmuş, ipi hazırlanmış demektir.Gerisi, vitrin süslemesidir.Zamanı geldiğinde, Saddamın yaşamının noktalanacağı belli. Irak Başbakanı Allavi ile Fransız 5. Kanalda yapılan TV söyleşisini izledim. Gazeteci sordu: "Saddam idam edilecek mi?" Bu satırların yazarı, ne olursa olsun idam cezasına karşıdır.Saddam gibi bir insanlık suçlusu, jenositçi katilin bile ölüm cezası almaması gerektiği inancındadır.Yerin altında, çelik kafeslerde, öleceği son dakikaya kadar orada kalacağı "ağırlaştırılmış müebbet hapis" onu bir kez
Defterlerine bakılır... Üçü de günahkardır. Cehennemi boylayacaklardır.Görevli, onlara bir tercih hakkı tanır.İki kapı var.AB kapısından girerseniz, orada ceza olarak 1 yıl her gün bir bardak dışkı yiyeceksiniz.İkinci kapı, Türkiye kapısı.Oradan girerseniz, 1 yıl boyunca günde 1 kova dışkı yiyeceksiniz.Türklerden biri, ömrü boyunca AB üyeliğini hayal ettiğini, hiç değilse öbür dünyada AB kapısından girebileceğini, üstelik, günde bir kova yerine bir bardağın daha hafif ceza olduğunu düşünür.AB kapısından gireceğim der.Diğer iki Türk ise Her gün dışkı yiyeceksek, hiç değilse memleketimizde yiyelim. Bardağı da, kovası da ne fark eder? Hem memlekette ölmüş akraba, arkadaş da görürüz diye düşünüp Türkiye kapısından girerler.Aradan birkaç ay geçer.AB kapısından giren Türk, önüne her sabah konulan dışkıyı, mide bulantıları, karın ağrıları, kramplarla yemektedir. Nihayet bir gün diğer iki arkadaşını görmek ister.Zebaniden izin alır.Türkiye kapısından girer.Bir bardağı bile içimi dışıma çıkarıyor. Bu iğrençliğin her gün bir kovasını yemekten kim bilir ne hale geldiler diye düşünmektedir. Fakat bir bakar ki, o iki arkadaş keyifle, pulları patlata patlata tavla oynuyorlar.Kakara kikiri
Ellerimizde buzlu içkiler... Altımızda hafif hafif sallanan teknenin kıçındayız. Mutlu olmamamız için hiçbir neden yok. Tatil reklam filmi karelerindeyiz sanki.Ama Türkiyenin en büyük işadamının gözleri yaşlı.Yanaklarından aşağı birkaç damla yaş süzülürken anlatıyor:"Buraya varmadan Nurettin Beyin şu yatıyla bir kıyı köyünde demirledik.Köylüler tanıdılar. İkramda bulundular. Seni çok seviyoruz. Türkiyede ilk traktörü, buzdolabını sen imal ettin. Kullanıyoruz.Evimizde senin ürettiğin televizyon var. Senin tüp gazından yakıyoruz.Bu kadar kişiye iş yarattın. Öğrenciye yardım ettin.Ama... Biz seni en çok neye seviyoruz biliyor musun? Vergi rekortmeni oldun. Örnek oldun da ondan."Doksan yaşına yaklaşmıştı. Nice darbeye bana mısın demeyip direnen o koca çınarı, Vehbi Koçu köylülerin sözleri teslim alıvermişti. Antalyanın Kemer Yat Limanı ışıl ışıl. Uzanan denizde yakamozlar, ateşböcekleri gibi. Tepede ay, sanki bakır bir tepsi. Denizin iyoduyla, çim, çiçek kokuları harikulade bir harman... Türkiyenin halkla ilişkilerde markalaşmış en iyiler sıralamasında Vehbi Koç birincidir.Onu Sakıp Sabancı izler. Özel kesimde Nejat Eczacıbaşı.Ne yazık ki... Artık üçü de "görünmezler"
Türkiye, dışa yansımayan, sadece devletin iç dolaşım sisteminde algılanan "yüksek tansiyon" yaşıyordu.İçinde bulunulan ahval "ciddiydi..."Göstergelerini yansıtmaya gerek yok."Veto" ile ufunet bir ölçüde alındı.Bu yasada ısrar edilmemesi, aklın ve sağduyunun gereğidir.Zaten takvim, yeni katsayıların bu üniversite giriş sınavlarına yetişmesine olanak da tanımıyor.Siyaset mantığı olmamasının ötesinde "pratikten de yoksun" bir yasa girişiminde ısrarın yararı yok. Cumhurbaşkanı Sezerin YÖK Yasasını "veto" edişi, cuma akşamına geldi... Borsayı, piyasaları germedi. Ama siyaseti gerçekten iyi okuyan bir analizci, ekranlarda yorum yapsa, borsanın ve para piyasalarının tam tersine artık "rahat nefes" alması gerektiğini söylemeliydi. Vertigo, yükseklik hastalığıdır.Çok yüksek apartmanların balkonlarından, dağ doruklarından, uçurumlardan aşağı bakanların başları döner... Geri çekilmezlerse boşluğa kayabilirler.Türkiye siyaset tarihinde de, zaman zaman kendilerini "büyük sayısal çoğunluğa sahip" görerek "vertigo" sendromuna giren iktidarlar görülmüştür.Birden, çıktıkları yükseklikte başları döner.Yanlışlıklar yaparlar.Geri çekilmezlerse aşağılara kayabilirler.Böyle yanlışlıklara birkaç örnek