Belgrad Ormanı Istranca Dağları’nın güneydoğusundan başlar, İstanbul Boğazı’na kadarki alanı kaplar. Bir zamanlar Ayazağa’ya kadar uzanırmış. 13 bin hektar büyüklüğünde imiş. Eski kayıtlardan anlaşıldığına göre kapladığı alan 1840’larda 12 bin hektara 1870’lerde 8 bin hektara inmiş. Şimdilerde 5 bin hektar imiş. Bu orman alanı Bizans döneminden beri İstanbul şehrinin su havzası olarak değerlendirilmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman, Sırbistan seferinden sonra (1521) Sırbistan’dan getirilen esirleri bu ormanın içinde yerleştirmiş, Sırp göçmenlerin yerleştiği bölge Belgrad Köyü diye adlandırılmış.
Bu köy zamanla orman içinde yayılmaya başlamış. İstanbul’daki yabancıların sayfiye yeri halini almış. Köyün ormana zarar verdiği görülünce 1894 yılında bir “irade-i seniye” ile köy dağıtılmış, binalar yıkılmış. Orman içinde her türlü tesisi oluşturmak ve kesim yasaklanmış.
Osmanlı döneminde orman içindeki su varlığını değerlendirmek için çok sayıda bent ve su yolu inşa edilerek İstanbul’un su ihtiyacının karşılanmasına çalışılmış... Bu sulardan ve tesislerden günümüzde de yararlanılıyor.
Orman ranta açılıyor
Terör Doğu’dan Batı’ya sıçradı. Foça’da 1 er şehit oldu. 11 er yaralandı. “Terör haberlerini, şehit haberlerini abartmayın” deniliyor... “Ekonomideki iyilikleri anlatın” deniliyor.
İyi de... Ülkede hiçbir şey olmuyormuş, Doğu’da, Batı’da bombalar patlamıyormuş, helikopter destekli güvenlik güçleri çatışmalarda her gün şehit vermiyormuş gibi davranarak ve kendi kendimizi kandırarak “borsa şahlandı, dolar ucuzladı, faiz geriledi” muhabbetini sürdürmek mümkün mü?
Ne var ki, “Beni ısırmayan yılan bin yıl yaşasın” misali, olan biteni umursamadan normal yaşamı sürdürme havasına girildi.
Yaz tatili, iftar ziyafetleri aksamadan devam ediyor. Politikacılarımız, şehit cenazelerinde görüntü verdikten sonra birbirlerini yemeyi sürdürüyor. İç politikada gündemin en önemli maddesi Cumhurbaşkanlığı koltuğunun nasıl paylaşılacağı. Dış politikada gündemin en önemli maddesi “Esed Kardeşimiz”i koltuktan nasıl indireceğimiz. Çatışmalardan ve şehitlerden çok bunlar konuşuluyor.
Sanayi üretiminin artıp artmadığını, değişimin boyutunu TÜİK her ay izliyor. 2005 yılında 12 aylık ortalama sanayi üretimi 100.0 esası ile her ayın sanayi üretimi belirleniyor.
2012 yılı haziran ayı sanayi üretim endeksi 132.1 olarak belirlendi.
Demek ki, 2005 yılında 100.0 olan üretim, 2012 yılı haziran ayında 132.1 olmuş.
Demek ki, 7 yılda 100.0’den ancak 132.1’e yükselmiş.
Acaba, sanayi üretim endeksinin haziran ayında 132.1 olması ne anlam ifade eder? İyi midir, kötü müdür?
Önce tek başına 132.1’in ne anlama geldiğine bakmakta yarar var:
2005 yılından bu yana acaba aylık üretim endeksi 132.1’in üzerine kaç defa çıkmış? Hangi aylarda çıkmış?
Halkın “beyaz ekmek merakı” nedeniyle, kentte ve kırsal kesimde ekmekler beyaz undan yapılıyor. Beyaz un üretmek için değirmende, buğday tanesinin içinden (1) Buğday özü ruşeym ile (2) Kaba ve ince kepek ayrılıyor.
Ayrılarak bir yana konulan bu buğday özü ile kaba ve ince kepekte, (1) E vitamini, (2) Omega 3 ve 6, (3) Protein, (4) Karbonhidrat, (5) Zengin vitamin ve mineraller ve (6) Lif var.
Sayın okuyucularıma önce un, sonra da ekmek konusunda bilgi vermek istiyorum.
Her şey buğdayın kalitesi ile başlıyor. Buğdayın kalitesi iklime, toprağa, tohuma göre farklılık gösteriyor. Buğdayda kalitede ana gösterge ise bir protein çeşidi olan gluten miktarıdır. Gluten yalnız buğdaya özgü bir proteindir. Buğdayda yüzde 27-32 değerleri arasında bulunması gerekir.
Şerefnur Özen bana, enginar üretiminin değişik bölgelere yayılması ile Türkiye’de nasıl 12 ay enginar yeme imkânının ortaya çıktığını anlattı. Daha önce de yazdım, Şerefnur Özen enginar doktoru. İhtisasını Fransa’nın Avignon kentindeki araştırma enstitüsünde enginar uzmanı Claude Pecaut’un yanında yapmış. “Üreticiye enginarı sevdirdik. Bu sayede üretim bölgeleri genişledi. On iki ay piyasada enginarın bulunması sağlandı. Bu gelişmeye katkım olduğu için mutluyum” diyor.
Şimdilerde Ege’de ve Akdeniz’de “kasım-nisan”, Aydın çevresinde “mart- haziran”, Bursa çevresinde “nisan-haziran”, Adapazarı ve Ankara çevresinde “mayıs-ağustos” aylarında tarla ürünü elde ediliyormuş...
Şerefnur Hanım, “eylül-ekim”de üretim yok. Piyasayı boş bırakmamak gerekir. Onun için de bu dönemde soğuk hava depolarında enginarın 87 gün özelliğini kaybetmeden muhafazasını sağlayacak çalışmayı yaptım. Böylece tüketiciye 12 ay enginar yedirecek düzenin kurulmasını sağladım” diyor.
Enginarın da ‘hibrit’i var
Bunlar iyi haber. Bir de iyi olmayan haber var. Eskiden bizim Bayrampaşa ve Sakız Enginarı, dip sürgününden (piçten) ürerdi. Enginar bitkisi (çok yıllık), gövdesi toprak altında kalan, 6-8 y
Enginar Doktoru Şerefnur Özen’in hikâyesini 12 yıl önce Milliyet’te yazdım. Bir süre izini kaybettim. Aradım, gene buldum. Bu arada neler yaptığını sordum: “Enginar tarımını yaymayı başardım” dedi. Önce Şerefnur Hanım’ın hikâyesini hatırlatayım. Enginar çok önemli bir tarım ürünü. Yetiştiren için de tüketen için de önemli. Türkiye’nin ilk ve tek “enginar doktoru” Şerefnur Özen Akhisar’lı bir genç kız. Ege Üniversitesi’nin Ziraat Fakültesi’ni bitirince hocası Prof. Benian Eser’in yönlendirmesi ile ‘yüksek lisans’da enginar bitkisine yönelmiş. Sonra doktorasını da “enginar” üzerine yapmış. Ziraat Fakültesi’nin İzmir Mordoğan’da 430 dönümlük Deneme ve Uygulama Merkezi’nde, kendine ayrılan 7 dönüm toprakta enginar araştırmalarını sürdürmüş.
Şerefnur Özen, enginar yetiştirmek isteyen çiftçiye her yıl binlerce “piç” dağıtmaya başlamış. Çünkü enginar bitkisi bir zamanlar sadece piçten çoğalıyordu. Enginar, toprakaltı gövdesi toprağın altında 10-13 yıl yaşayan bir bahçe bitkisi. Bitki toprakaltı gövdesi üzerindeki gözlerin uyanması sonucu elde edilen dip sürgünleri ile çoğalıyor. Mevsiminde bu sürgünler ayrılıp istenilen yere dikiliyor. Bu dip sürgünlerine “enginar piçi” adı da
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan rica ediyorum. Lütfen, bir Kasımpaşalı olarak ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin eski Başkanı olarak ve Başbakan olarak, Kasımpaşa’daki tarihi kışla binasının (Cezayirli Gazi Hasan Paşa-Kalyoncu Kışlası’nın) yıkılmasına izin vermeyiniz.
AA’nın haberine göre, İstanbul Deniz Saha Komutanlığı tarafından kullanılan bina İl Özel İdaresi’ne devredilmiş. İl Özel İdaresi 230 yıllık binanın yıkılmasına ve yerine yepyeni bir bina inşa ettirilmesi için proje hazırlatmış. Kışla yakında yıkılacakmış. Bu önemli haber gazetelerin diğer haberleri arasında kaynadı gitti.
Bu kışla binası çok çok önemli bir binadır. Kasımpaşa’yı Kasımpaşa, İstanbul’u İstanbul yapan anıt binalardan biridir.
İstanbul’u İstanbul yapan tarihidir. Tarihi binaları korumaya mecburuz. Yeni bina her yerde var ama İstanbul’da 230 yıllık kaç bina kaldı? Yıkılmakta olan bina, Kasımpaşa’da sahil doldurularak 1782 yılında Kaptan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa tarafından yaptırıldı. Paşa, İstanbul dışından asker toplamaya gerek kalmadan sürekli bir deniz gücü oluşturmak amacıyla bu kışlayı yaptırdı.
Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından açıklanan rakamlara göre temmuz ayında ihracat; (1) Geçen yılın temmuz ayının, (2) Bu yılın haziran ayının ihracat rakamlarının da gerisinde.
2011 Temmuz ayında 11.5 milyar dolar, 2012 Haziran ayında 11.8 milyar dolar olan ihracat bu temmuz ayında 10.8 milyar dolar olarak gerçekleşti.2012 yılının 7 aylık dönemindeki toplam ihracat ise geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 10 artışla 85.2 milyar dolar oldu. Açık anlatım ile ilk 6 ayda sorun fark edilmiyordu. Tehlike 7’nci ayda ortaya çıktı.
En çok ihracat yaptığımız ilk 10 pazar listesinde yer alan Avrupa ülkelerine yapılan ihracatta düşüşler var. TİM’in rakamlarına göre ilk 10 ülkeye ihracat toplamda yüzde 5 gerilerken, Almanya’ya yapılan ihracat yüzde 20, İngiltere’ye yüzde 16, Fransa'’ya yüzde 21, İtalya'ya yapılan ihracat yüzde 35 geriledi.
Pazarlar daralıyor
Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı, “Avrupa’daki krizden etkileniyoruz. Temmuz ayında genel olarak AB ülkelerine ihracatımız yüzde 21 geriledi. İlk 7 aydaki toplam gerileme ise yüzde 10 oldu. Bunun için de devamlı olarak yeni pazarlar arıyoruz” diyor.