2009 yılında iş arayanlara 914 bin kişi eklendi. Buna karşılık, toplam istihdamdaki (çalışan sayısındaki) artış sadece 83 bin oldu.
2009 yılında işsiz sayısı 860 bin artarak 3 milyon 471 bin‘e ulaştı. Çalışma çağında olan, iş yapmaya hazır olan her 100 kişinin ülke genelinde 14’ü, şehirlerde 17.4’ü işsiz.
Çalışma çağında olup da bir iş arayan her 100 gencin 25.3’ü işsiz.
İyi de bu rakamlar 2009 yılına ait.
Şimdi 2010’dayız... Bu yıl da iş arayanlara en az 900 bin kişi daha eklenecek. Gelecek yıl da bu kadar eklenecek. Eklene eklene gidecek.
Açık anlatımla, 2009 yılı sonunda 3 milyon 471 binden oluşan işsizler kuyruğundakilerin bir kısmına ve hatta tamamına iş bulunabilse bile sorun ortadan kalkmıyor. Her yıl kuyruğa en az 900 bin kişi ekleniyor.
Ülkelerde işsizliğin boyutunu, işsizlik oranı gösterir. Yüzde 14 işsizlik oranı yüksek bir işsizlik oranıdır. İyi de biz ne yapacağız? Bu işsizlere nereden iş bulacağız?
Ayşe Hanım Teyzem, “Faizden geçinme devri bitti” diyerek moralimi bozdun. Söyle bakayım. Bundan sonra ben üç kuruş paramı nereye yatırayım? Döviz, altın, gayrimenkul mü alayım? Borsaya mı gireyim?”
Bu soruyu cevaplamak kolay mı? Anadolu’da “Kelin merhemi olsa, kendi başına sürer” diye bir deyim vardır. İşte o biçim.
Ayşe Hanım Teyzeme aklımın erdiği kadar bilgi vermeye çalıştım. “Ayşe Hanım Teyzeciğim” dedim.
Döviz dediğiniz şey, dolar, euro diye isimlendirilen kâğıt parçaları. Bizim Türk Lirası’ndan farkları bunları daha çok insanın kullanması. Dolar ve euro’yu bankaya tasarruf hesabına yatırırsanız, şimdilerde yüzde 2-3 faiz alabilirsiniz. Demek ki getirisi, bizim Türk Lirası mevduatın faiz getirisinden de kötü.
O halde neden dolar, euro satın alacaksınız? Bugün doları 1.55 TL’den alırsanız, yarın 1.80 TL olur, ben de kazanırım diye mi? İyi de, ya 1.80 TL olmazsa ne olacak? Döviz fiyatlarının ne olacağını bu işin kurtları bile bilemiyor.
Dövizin, altının düzgün getirisi yok
Ayşe Hanım Teyzem, bankaların mevduata ödedikleri faizin düşüklüğünden yakınıyor.
“Bankalar devamlı kâr açıklıyorlar. Kârların birazından vazgeçerek mevduat faizini azıcık da olsa artırsalar ne olur?” diyor. Sonra anlatıyor:
“Eskiden bankadaki mevduat hesabımın faizini emekli maaşıma ekleyerek şöyle böyle yaşardım. Şimdilerde faiz geliri diye bir şey kalmadı. Banka faizinden vergiyi kesiyorlar. Kalan net faiz enflasyonun bile altında...”
Ayşe Hanım Teyzem’e dedim ki; “Faiz ile geçinme devri bitti... Bundan sonra faize kafanızı takmayınız. Faiz oranları değişik nedenlerle artsa bile, her zaman enflasyonun altında kalacak...”
Ayşe Hanım Teyzem sinirlendi. “Sen farkında değilsin... Çok kişi faiz geliriyle kirasını ödüyordu. Çok kişi maaşına faiz gelirini ekleyerek bütçesini denkleştiriyordu. Çocuk okutuyordu. Faiz geliri gitti. Gelir gider dengeleri altüst oldu.”
Anlatmaya çalıştım. “Ayşe Hanım Teyzeciğim” dedim. “Çılgın faiz ve çılgın enflasyon dönemi sona erdi. Bu Türkiye’ye özgü bir uygulama ve sürdürülemeyecek bir düzen idi. Türkiye’de eskiden mevduat faizi oranını devlet belirlerdi. O dönemlerde mevduat faizi enflasyon oranının üzerine çıkamazdı.
Kadıköy’de Moda Caddesi’nde Ziraat Bankası’nın yanındaki (104/A) küçük dükkânda sahaflık yapan Ali Çeliker, kiraların ağırlaşması karşısında “Dağarcık Sahaf”ı kapattı. Sahaflığı internet üzerinden sürdürüyor. Aynı, sahaflık yapan Refika Suna’nın “Sahaf Pegasus”u gibi.
Şimdilerde “Dağarcık Sahaf”ın yerinde “Tarihçi Kitabevi” var. Tarihçi Kitabevi sadece Anadolu tarihini konu alan kitapları satıyor.
Kitap meraklısı Cahit Kayra ustamız, Kadıköy’deki kitapçıların ve sahafların çoğunu tanır. Tarihçi Kitabevi’ni de o keşfetti. Geçen cumartesi öğleden sonra kitabevinde Hasan Pulur ustanın söyleşisini dinledik.
Kitabevinde cumartesi günleri söyleşiler düzenleniyor. Çoğu kadın ve hemen tamamı Kadıköy’de oturan elliyi aşkın dinleyici söyleşilere katılıyor. Kitabevinin raflarının arasına dizilen sandalyeleri dinleyiciler dolduruyor. Bazı izleyiciler de ayakta kalıyor.
Osmanlıcaya ilgi var
Tarihçi Kitabevi’ni üniversitede tarih okuyan Necip Azakoğlu ile sanat okuyan eşi Nevin Azakoğlu açmışlar. Azakoğlular Alanya’da Babana Otel’in işletmecileri. Kitaba ve tarihe ilgileri onları Kadıköy’de kitabevi açmaya yöneltmiş.
GE (General Electric) Grubu, Garanti Bankası sermayesindeki yüzde 20.8 oranındaki payının satışı için J. P. Morgan Grubu’na yetki verdi.
Haber duyulur duyulmaz, bazı çevreler “Yabancılar Türkiye’den kaçıyor mu?” endişesine kapıldı.
Bankalarımızın yapısını çok iyi bilen, yurtdışındaki bankaların tepe yöneticileriyle çok iyi ilişkileri bulunan deneyimli bankacımıza (günün moda deyimiyle “Duayen Bankacımız”a) “Ne oluyor? diye sordum.
- “GE, kâr realizasyonu için, daha önce aldığı Garanti Bankası hisselerini satıyor” dedi.
Ve de anlattı:
- “GE bilançosunu düzeltmek, daha iyi göstermek için aktif satışı yapıyor. Bilanço düzeltmek için yapılacak aktif satışlarında, aktifteki en değersiz varlıklar değil en değerlileri elden çıkarılır.
Pazar değeri ile Garanti Bankası hisse senetleri, bu tür bir arayışa giren GE’nin portföyünde yer alan ilk 3-5 varlığın başın da gelir.”
Büyümenin ve gelişmenin parasal ihtiyacını bilmeden, dikkate almadan, Merkez Bankası kendine göre para politikası belirler, mali kural ile hükümetin bütçe ve borçlanma politikalarına sınırlama getirilirse, özlenen büyüme ve gelişme gerçekleşemez. Çünkü bu durumda büyüme ve gelişmenin gereği olan para bulunamaz.
Üretim artacak ki, insanlar iş bulsun, aş bulsun. Üretim artacak ki ekonomi büyüsün. Ekonomi büyüyecek ki ülke gelişsin. Büyüme ve gelişme farklı şeylerdir. Büyüme niceliktir. Gelişme niteliktir. Gelişme daha iyi sağlık, eğitim, adalet, asayiş, çevre şartlarını hedef alır. Üretim kendi kendine artmaz. Büyüme ve gelişme kendi kendine olmaz. Her ülkede devlet denilen müessesenin ana sorumluluğu büyümeyi ve gelişmeyi sağlamaktır. Bunun için devlet uzun vadeli (örneğin 15 yıllık) bir kalkınma stratejisi belirler. Uzun vadeli hedefler koyar. Daha sonra daha kısa vadeli (örneğin 5’er yıllık) kalkınma planlarıyla, hedefe ulaşmak için yapılacakları belirler. Sonra da yıllık programlarla uygulamaya geçilir.
Disiplin başka, sınırlama başka
Ekonomik ve sosyal kalkınma ve gelişme para olmadan olmaz. Ekonomik ve sosyal kalkınmanın finansmanı sorumluluğu Merkez Bankası ile Maliye
Biz IMF olmadan yaşamayacağımıza inanmıştık. Ama gördük ki, IMF olmadan da olabiliyormuş.
O halde nedir bu ısrar?
Unutalım IMF‘yi. İşimize bakalım.
Kriz telaşı içinde IMF’den 100 milyar dolar beklentisi yaratıldı. Derken rakam indirile indirile 15 milyar dolara kadar indirildi.
- IMF ile anlaşamazsak döviz girişi durur, doların fiyatı 2 TL olur deniyordu. Döviz girişi durmadı. Doların fiyatı 1.50 TL’lerde dolandı, durdu.
- IMF olmazsa, bankalar ve özel sektör borçlarını çeviremez deniliyordu. Çevirdiler.
- IMF arkamıza geçmezse kredi itibarımız sıfır olur. Kredi notlarımızı kırarlar deniliyordu. Kredi itibarımız iyi. Daha önce not kıranlar, şimdi not yükseltiyor.
Ayşe Hanım Teyzem elektrik dağıtımı özelleştirmesiyle ilgili gazete haberlerini kesmiş, biriktirmiş, masamın üzerine koydu. “Elektrik dağıtım işini almak isteyenler bugüne kadar 5 milyar dolar ödemiş. İstanbul’un iki yakasında dağıtımı almak isteyenler en aşağı 3 milyar dolar öder deniliyor... Bu paraları ödeyenler, bu paraları benden almaya kalkmasınlar? Elektrik dağıtımı özelleştirilince benim elektrik faturam azalacak mı, çoğalacak mı?” diye sordu.
Ayşe Teyze’min sorundan kendime görev çıkardım. Dersime çalıştım. Sonra Ayşe Hanım Teyze’min karşısına oturdum. O sormaya devam etti. Ben cevapladım.
-Elektrik zaten dağıtılıyordu. Saatlerimize bakıyor, her ay bize fatura kesiliyordu. Biz de ödüyorduk. Bundan sonra ne değişecek? Devlete ait hatlar, saatler sökülecek de özel sektör yeni hatlar mı döşeyecek, yeni saatler mi takacak?
- Kamu sektörünün, özel sektörün ürettiği elektrik, devlete ait elektrik iletim hatlarına yükleniyor. Bu hatlardaki elektriği bugüne kadar bir kamu işletmesi olan TEDAŞ (Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş.) 22 bin kişi çalıştırarak 30.5 milyon eve, fabrikaya dağıtıyor, kestiği faturalar karşılığı yılda 12 milyar TL topluyordu. Şimdi TEDAŞ devreden çıkıyor.