Başbakan diyor ki: “Biz yüzde 4 büyümek, yatırım yapmak istiyoruz... IMF ümüğümüzü sıkıyor. Yüzde 2 büyümemizi istiyor. Biz bunu kabul edemeyiz.” Ah... Keşke Başbakan’ın dediği gibi yüzde 4 büyüyebilsek... Hatta neden yüzde 4 büyüyeceğiz ki? Yüzde 7 büyüsek daha iyi olmaz mı?
Ne yazık ki “söz“le büyümenin imkânı yok. Büyümek için “üretmek” gerekiyor. Talep olmadan da üretilemiyor. Talep daralınca üretim, üretim durunca da büyüme duruyor.
Bakınız, 2008 yılı büyüme hedefi de yüzde 4 idi... Bu yılı yüzde 2 dolayında bir büyümeyle tamamlayabilirsek, ne mutlu bize. 2009 yılında yüzde 4 büyüme imkânsız. Başbakan bunları bilmiyor mu? Biliyor. O halde neden IMF ile yüzde 4 pazarlığı yapılıyor? Çünkü ekonominin yüzde 4 büyüyeceği varsayılırsa, kaynak tahmini de ona göre yapılıyor. Kaynak tahmini şişirilince, bütçe de şişiyor. Bütçe şişince. Hükümet olmayan paraları harcama şansını elde ediyor.
Büyüme gelir demek
Büyümek üretim artışıyla mümkün olur. Üretimdeki artış milli gelirden izlenir. Milli gelir, bir dönemde ülkede üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerini verir. Cari fiyatla (o yılın fiyatı) hesaplanır. Daha sonra enflasyonun şişkinliği alınarak sabit fiyata dönüştürülür.
Ayşe Hanım Teyzem, “Altın alınır mı?” diye sordu. “Ayşe Hanım Teyzeciğim paran bol da altın mı alacaksın?” diyerek takıldım. “Hayır” dedi... Komşular soruyor: Biz haftada bir “Altın günü” yapıyoruz. Altın almak yerine “Dolar günü” veya “YTL günü” mü yapalım diye merak ediyorlar. Git Hoca’ya sor dediler...”
Ben de sorudan kendime vazife çıkardım. Kapalıçarşı’ya gittim sarraflarla konuştum. Dostum Mehmet Ali Yıldırımtürk’ün çayını içtim. Daha sonra Altın Borsası’nda haftalık raporları hazırlayan Y. Oğuzhan Aloğlu ve Murat Güvenç’ten yardım istedim. Ayşe Hanım Teyzem’e bilgi arz ettim.
Altın fiyatı dünyada düşüyor, bizde artıyor!
Geçen yıl kasım ayının bu döneminde dünyada altının ons fiyatı 798 dolar iken, içinde bulunduğumuz günlerde fiyatlar 765 dolara geriledi.
Ama bizde geçen yılın kasım ayında 24 ayar altının gramı 30.95 YTL iken, geçen cuma günü fiyat 40.70 YTL olmuştu.
Yine aynı dönemlere bakıldığında, geçen yılın kasımında 208 YTL’ye satılan Cumhuriyet altını, geçen cuma günü 270 YTL’ye satılıyordu.
Çünkü dünyada altın fiyatı bir yılda gerilerken bizde dolar fiyatı arttı. Geçen yıl kasımın üçüncü ‘cuma’sında dolar 1.20 YTL iken, geçen cuma 1.63 YTL olmuştu.
Cumhurbaşkanlarının, başbakanların, bakanların ilim-bilim adamlarıyla, sanatçılarla, işadamlarıyla, gazetecilerle, işçilerle, esnafla, çiftçiyle bir masa etrafında sohbet etmelerine imkân verecek davetler düzenlemeleri, davetlere gitmeleri doğaldır. Yararlıdır. Bu tür davetler bilgi-görüş alışverişine imkân verir.
Sayın Gül’ün Cumhurbaşkanı olduktan sonra Çankaya’da düzenlediği az sayıdaki davet, Sayın Erdoğan’ın Başbakan olduktan sonra İstanbul’da katıldığı az sayıdaki davet o kadar gürültü kopardı ki, davet edenler de edilenler de pişman olur hale geldi.
Bu tür yanlış değerlemeler, bu tür ilişkilerin gelişmesini durdurur. Cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar bu tür davetler düzenlemekten, davetlere katılmaktan kaçınır. Önemli bir diyalog (bilgi ve görüş) alışverişi (yabancılar buna “feed-back” diyorlar) kapısı kapanır.
Bedii Faik ustama sordum. Ustamdan öğrendiğime göre, Adnan Menderes İstanbul’a geldiğinde gazetecileri ve görüşlerini öğrenmek istediklerini İstanbul Kulübü’ne veya Çınar Otel’de yemeğe davet edermiş. Kendi hiçbir davete gitmezmiş. Süleyman Demirel ise hem davet düzenlemede hem de davetlere katılmada yeni bir dönem başlatmış.
Ilıcaklarda her hafta olurdu
Bankalar azarlanınca korkar mı? Korkar... İki hikâye anlatayım. Birinci hikâye: Yıllar önce bir malın kıtlığı başladığında, karaborsa hortladığında, hükümete önerilirdi: “Asacaksın pazar yerine 3-5 bakkalı, kasabı... Bak bakalım kimse karaborsa yapar mı?”
İkinci hikâye: Tavşan telaşla kaçıyormuş. ”Telaşın ne?” diye sormuşlar. “Avcılar kurt avına çıkmış” cevabını vermiş. “İyi de sen kurt değilsin ki...” diyenlere “Kurt olmadığımı anlatıncaya kadar kellem gider” demiş.
Kıssadan hisse: Bankacılar korkuyor. Çünkü kriz rüzgârında reel sektör bankalardan şikâyete başladı. Ekonomideki daralmanın, işlerin durmasının faturası bankalara kesildi. Hükümete akıl verenler çoğaldı: “Kapatacaksın 3-5 bankayı... Bak bakalım hangi banka kredileri erken çağırıyor, hangi banka faizi yükseltiyor?
Kıssadan hisse: Bankacılar korkuyor. Hükümete neyin ne olduğunu anlatıncaya kadar, başlarına çok şey gelebilir.
Milliyet Ekonomi’de bugün yayımlanan, bankalarla ilgili haberleri derlerken banka müdürleri “Sakın ismimizi vermeyiniz... Başımıza bir dert açmayınız” diyerek sektördeki korku baskısının boyutunu sergiliyorlardı.
Bankalar olmadan olmaz
Doların fiyatı 1.70 YTL’ye yaklaşınca “Eyvah ne oluyor? sesleri yükseliyor. “Daha fazla yükselir mi?” endişesi uykuları kaçırıyor.
Halbuki geçen yıllarda dolar 1.20 YTL dolayında satılırken, iş çevreleri ve iktisatçılar, “Eyvah ne oluyor? Daha fazla düşer mi?” diye dertleniyordu.
Ne oldu da bir yıl önce doların 1.70 YTL’lerden satılmasını isteyenler, şimdilerde dolar 1.70 YTL’lere tırmanmaya başlayınca dövünür oldu?
Sorun şu: Dolar fiyatı uzun yıllar olması gereken çizginin altında hapsedildi. Dolar ucuz satıldı. Normal dönemde dolar fiyatı 1.70 YTL’lere tırmandığında ortalık karışmıyordu. Normal şartlarda ekonomi bu yükselişin bekleyişinde idi. Bu fiyatı hazmedebiliyordu.
Ama baskı altında tutulan dolar fiyatı “kriz rüzgârlarının en sert estiği günlerde” kontrolden çıktı. Ucuz dövize göre pozisyon almış, riske girmiş ekonomi aktörleri, şok artışı hazmedemiyor. Çünkü içerdeki şartlar ve küresel şartlar bu şok artışı hazmedebilme gücünü yok etti.
2006’da 1.70 hazmedilirdi
Bugünkü şartlarda IMF’nin yardımına ihtiyacımız var. Daha fazla gecikmeden (1) IMF’nin yeni uygulaması olan, ülke kotasının 5 katına kadar yükselen mali destekten hemen yararlanmanın, (2) Kısa vadeli bir stand-by anlaşması yapmanın yollarını aramalı ve bulmalıyız.
Daha önceki yanlışları tartışmanın, suçlu aramanın şimdilerde yararı yok. Olan oldu. O zamanlar uyarıları dinlemeyenler aşırı değerli YTL ve de aşırı büyüklükte bir cari açıkla (döviz açığı) ve de büyük miktarda kısa vadeli özel sektör döviz borcuyla Türkiye’nin krize yakalanmasına neden oldu.
Krizin reel sektör üzerindeki olumsuz etkilerini yok edecek politikaları ele almadan, ekonomiye döviz girişini düzenlemeye mecburuz. IMF ile anlaşmak ekonomiye döviz girişini garantiye almaz ama kolaylaştırır.
Türkiye IMF’siz yapamaz mı? Yapar. Eğer Türkiye, sadece kendi kaynaklarıyla ekonomisini götürmeye karar verir, ne kadar döviz geliri olursa, o kadar döviz harcamayı göze alırsa, IMF’ye ihtiyacı olmaz.
IMF’siz de olur
Türk ekonomisi bir süre küçülür, insanlar fakirleşir. Piyasada birçok mal bir süre yok olur. İthalat kısılır. Önce döviz borçlarını öderiz. Sonra döviz gelir giderini dengeleriz. Bir-iki kuşak ıstırap
Bankalarımızın hisse senetlerinin bir bölümü veya tamamı yabancılar tarafından satın alındı. Yabancılar bankalarımızın hisse senetlerini satın aldıktan sonra borsa o kadar yükseldi ki, hisse senetlerini satanlar da dövündü, Türk kamuoyu da üzüldü...”Durup dururken bankalarımızın hisse senetlerini ucuz ucuz sattık” denildi.
Ucuzluk ölçüsü, hisse senetlerinin borsadaki fiyatıydı. Hisse senetlerinin borsadaki alım satım fiyatı, bankanın tüm hisse senetleri sayısıyla çarpılıyor. Böylece bankanın piyasa değeri bulunuyor.
Hisse senetlerini yabancıların satın aldığı 6 büyük bankamızın satış tarihinde piyasa değerleri 31 milyar dolardı. Derken borsa coştu. Değerleri 68 milyar dolara yükseldi. Bugün toplam değerleri 20 milyar dolar.
Yabancıların satın aldıkları paylara ödedikleri toplam döviz 10.8 milyar dolardı. Bugün satılan hisselerin piyasa değeri 6.6 milyar dolara geriledi.
Satanlar şimdi mutlu
Acaba bu tabloya bakarak, “Bankaların hisselerini iyi ki yabancılara zamanında satmışız!” diyebilir miyiz?
Kriz fırtınası esmeye başlayalı beri halkımız bankaların durumuna daha çok ilgi duymaya başladı.
Öyle ya... Dünyanın en sağlam bankaları olarak bilinen İsviçre bankaları bile dökülüyor. Bizim bankalarımız ne durumda?
Son dönemlere doğru, yanlış söylentiler yayılıyor: Bankalardan çok para çekilmiş. Bankalar kredileri kesmiş, hatta geri topluyormuş. Yabancı bankalar topladıkları paraları yurt dışına postalıyormuş.
Bankaların sendikasyon kredisi (dış borcu) büyükmüş. Merkez Bankası’nın döviz rezervi eriyormuş. Tüketiciler kredi yükü altında eziliyormuş?
Söylenti değil, rakamlar...
BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu) Başkanı’nın işaret ettiği gibi, bu tür asılsız söylentiler banka sistemini ve ekonomiyi yaralıyor. Tüm veriler BDDK, Merkez Bankası ve Bankalar Birliği tarafından izleniyor ve yayımlanıyor.
BDDK Başkanı geçen hafta sonu açıklama yaptı: Kriz fırtınasının estiği son 1.5 ay içinde, banka kredileri azalmamış, artmış. Mevduat ise azalmış.