Başbakan Sayın R. T. Erdoğan, geçen hafta, “Krizi fırsat bilerek ümüğümüzü sıkacaklar” diyerek “IMF’ye hayır” kampanyası başlatmıştı. Dün Başbakan’ın Bakanı Sayın M. Şimşek “ihtiyati stand-by anlaşmasına ilişkin yapıcı bir yaklaşımlarının olduğunu” yabancılara ve de yerlilere ilan eyledi.
İstanbul’da başlayan “Dünya Ekonomik Forumu Avrupa ve Asya Toplantısı”nda Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti adına konuşan Devlet Bakanı M. Şimşek (Anadolu Ajansı’nın haberine göre) demiş ki,
- “Kamu sektörü olarak IMF’nin kaynaklarına ihtiyaç duymayacak bir noktadadır. Ama yine de çıpa niteliği taşıyacak bir ihtiyati stand-by anlaşmasına ilişkin ‘yapıcı’ bir yaklaşım içindeyiz.” (Tercüme eldeyim:
- Türkiye’de kamu sektörü ayrı, özel sektör ayrıdır... Hani o 50 milyar dolar cari açık var ya... İşte o bizim değil, özel sektörün sorunudur.
- O nedenle, bizim dövize ihtiyacımız yoktur. IMF kaynaklarına ihtiyaç duymuyoruz.
Sonunda masaya oturulacak
Cumhuriyet Bayramı öncesi piyasalardaki gelişmelere bakılırsa, doların fiyatı 1.40-1.60 YTL bandında bir süre daha gidip gelecek ve sonunda 1.50 YTL dolayında bir yerlerde duracak gibi...
Doların fiyatının nerede durabileceğini şimdilerde kimsenin tahmin etmesi mümkün değil.
O nedenle bu köşede yazılanlar sadece ekonomideki gelişmelere bakılarak yapılan bir değerlendirme olarak kabul edilmelidir.
Unutmayalım, doların fiyatı 1.15-1.18 YTL arasında gidip gelirken değişik çevrelerde bu fiyatın ne olabileceği konusunda tahminler yapılıyordu.
- Değişik ülkelerin “temel denge kuru” hesabını yapan ABD’li ekonomi profesörü W. R. Cline ile J. Williamson tarafından oluşturulan ve FEER endeksi diye adlandırılan çalışmaya göre, 1 ABD doları en az 1.32 YTL olmalıydı.
- The Economist dergisinde yayımlanan Big-Mac endeksine göre, 1 ABD dolarının 1.44 YTL’ye satılması gerekiyordu.
- TC Merkez Bankası’nın hazırladığı “TÜFE esaslı reel döviz kuru” endeksine göre, 2001 yılındaki fiyatına göre dolar fiyatı 1.60 YTL olabilirdi.
Başbakan Sayın R. T. Erdoğan dün Pakistan Başbakanı ile yaptığı basın toplantısında bir soru üzerine, “IMF’ye ümüğümüzü sıktırmayız” söylemini sürdürdü.
Sayın R. T. Erdoğan diyor ki, “Bu dönemde yatırım yapmak zorundayız. Bu dönemde yatırım yapacağız ki, istihdam konunda sıkıntı yaşamayalım.” Ve devam ediyor. “IMF, Türkiye’yi baskı altına sokmaya kalkarsa, yatırım yapmamızı önlerse, biz yolumuza IMF’siz devam etmek zorunda kalırız.”
Sayın R. T. Erdoğan’ın bu konularda yanlış veya eksik bilgilendirildiği anlaşılıyor. Çünkü Türkiye’nin şu dönemde IMF’li de IMF’siz de yatırım yapması mümkün değildir.
İçinde bulunduğumuz tabloda (1) Yatırım yapacak YTL kaynağımız yok. (2) Yatırım için başvurabileceğimiz yabancı kaynak (döviz kredisi ) yok.
Sayın R. T. Erdoğan, IMF’nin (1) Büyümeyi yavaşlatın, (2) Vergiyi artırın, (3) Fonlara para ayırmayın,(4) Bütçeyi denk tutun taleplerinin kabul edilemeyeceğini söylüyor.
Sayın R. T. Erdoğan’ın bu konularda da yanlış ve eksik bilgilendirildiği anlaşılıyor. Çünkü Türkiye’nin şu dönemde IMF’li de IMF’siz de bu konularda “istediği gibi hareket etmesi” mümkün değil.
Fırat üzerindeki elektrik santrallarının ne durumda olduğunu görmek için, Keban’da Fırat’ı yakaladım. Birecik’e kadar takip ettim. Birecik’te bıraktım. Yol boyu Kömürhan, Karababa, Birecik’te Fırat üzerinden geçtim.
Bu “kriz muhabbeti” arasında ”Keban da nereden çıktı?” diyerek sual eylemeyiniz. Bu kriz muhabbeti arasında elektrik sorunu unutuluyor. Elektrik olmazsa hayat durur. Üretim durur.
Susuz kaldık
Dünyadaki kriz fırtınası, döviz kredisi bulmayı zorlaştırdı. Döviz kredisi olmazsa biz ne nükleer santral ne termik santral ne de hidrolik santral yapabiliriz. Onun için, öncelikle elimizdeki imkânlarla elektrik enerjisi talebini nasıl karşılayabileceğimize bakalım.
Keban’da su seviyesi 24.5 metre aşağıdaydı. Benim Keban’da olduğun günler 8 jeneratörden (150 metre yüksekten aşağıya düşen suyla elektrik üreten dönme dolaplardan) sadece 3’ü çalışabiliyordu. Günde 20 milyon kwh elektrik üreten santralda 5 milyon kwh üretim vardı.
Keban Baraj Gölü’nde su seviyesinin düşmesi çok önemli. Çünkü (1) Keban Baraj Gölü 125 kmx4.5 km genişliğinde, 210 m derinliğinde, Türkiye’nin en büyük hidroenerji kaynağı. (2) Bu gölden bırakılan Fırat suları, Keban’dan sonra Karakaya, Atatürk,
Amerika’da, Avrupa’da “kriz” var. Hem de ciddi “kriz” var. Bankalar, finans kuruluşları batıyor. Ama dikkat ediniz, Amerika’da konut kredilerini (mortgage kredilerini) ödeyemedikleri için evlerini, finans krizi nedeniyle işlerini kaybedenler dışındakiler “Öldük bittik” havasına girmedi. “Param eridi” diyen, parasını başka ülke parasına çevirmeye çalışan yok.
O ülkelerde üzülenler bankalar, borsacılar, foncular... O ülkelerde telaş içinde olanlar devlet adamları, merkez bankaları.
Bizde ise tersi bir tablo var. Devlet adamları ve Merkez Bankası telaş içinde değil. Bankalarımızın durumu iyi. Ama dolar fiyatı arttı, borsa çöktü ve faiz yükseldi diyerek halkımızın tümü perişan. Kimileri dolar fiyatı artıyor diye, kimileri dolar fiyatı daha fazla artmıyor diye üzülüyor.
Dolar fiyatı neye göre az arttı, neye göre çok arttı?
“Dolar fiyatı çok arttı!” Neye göre çok arttı? Artışı hesaplarken hangi rakama bakacağız? Biz zamanlar dolar 1.70 YTL’den satılıyordu. Dolar 1.57’lerdeydi. 1.32’lerde dolanırken kimsenin sesi çıkmıyordu.
Çok kişi de dolar fiyatı mutlaka artmalı diyordu.
Dolar 1.18 YTL’ye indi. Çok kişi üzüldü... Kriz rüzgârının etkisinde bir ayda dolar 1.70 YTL’lere ulaşınca,
Dışarıda banka sisteminde esen kötü rüzgârlar nedeniyle bir süre 5 -10 yıl vadeli konut kredilerini unutacağız.
Bunun nedeni, bankalarımızın 5-10 yıl vadeli kredi verebilmek için dışarıdan sağladıkları kredi imkânlarının şimdilik “işlemez” hale gelmesi.
Bir bankanın 5-10 yıl vadeli kredi verebilmesi için, 5-10 yıl vadeyle kaynak bulabilmesi gerekir.
Bizim bankalarımızdaki mevduat hesapları vadeli hesaplar değil. Genelde banka mevduatının vadeleri 30-45 gün dolayında. Bankaların 30-45 gün vadeli mevduata güvenerek 5-10 yıl vadeli kredi vermeleri mümkün değil.
Bizim bankalarımızın uzun vadeli, sabit faizli tahvil çıkarma şansı da yok. İşte bu tabloda bankaların uzun vadeli kredi verebilmeleri ancak yurtdışından uzun vadeli döviz kredisi bulabilmelerine bağlı oluyor.
Bankalarımız, gerekli teminatı gösterirse, yurtdışından uzun vadeli (5-10 yıllık) kredi bulabilme şansına sahipti. Ancak bu tür kredilerde de “kur riski” sorunu var. Eğer banka dövizle borçlandığı kaynağı gene döviz kredisi olarak kullandırmayacaksa, kur riski taşımak durumunda.
Ekonominin bir kaptanı olur. Özellikle “kriz dönemlerinde” kaptan tüm yetki ve sorumluluğu üstlenir. Ve de ekonomiyi dalgalar arasında batmaktan kurtarır. Fırtına dindikten sonra da ekonominin kazasız belasız bir limana yanaşmasını sağlar.
2001 krizinde hükümet Kemal Derviş’i “kaptan” olarak atadı. Beğenelim, beğenmeyelim, Kemal Derviş gemiyi düze çıkarmayı başardı.
İyi de şimdi ekonomi dalgalarla boğuşurken, “kaptan” kim?
Başbakan R. T. Erdoğan mı? Devlet Bakanı, Başbakan Yardımcısı N. Ekren mi? Devlet Bakanı K. Tüzmen mi? Devlet Bakanı M. Şimşek mi? Maliye Bakanı K. Unakıtan mı? Sanayi ve Ticaret Bakanı Z. Çağlayan mı?
Başbakan da bakanlar da ekonomiyle ilgileniyorlar. Tabii olarak, ekonominin dalgalardan zarar görmemesi için hepsi “iyi niyet”le bir şeyler yapıyorlar. İyi ama “kaptan” yok.
Sorumlu kim belli değil
BDDK’nın yayımladığı bilgilere göre, bankalardaki mevduat hesaplarından önemli ölçüde para çekilmesi yok. Bankaların kredilerinde önemli ölçüde azalma yok.
Kısacası, bankalardaki kredi ve mevduat hareketi “normal” boyutta... İyi de... Neye göre “normal”? Normal günlere göre “normal değil” de içinde bulunduğumuz “olağanüstü” duruma göre “normal”.
Bu rakamlara bakmaz da söylentilere inanırsanız, (1) Halkımız bankalardan mevduatlarını çekiyor. (2) Bankalar kredileri kesti.
Rakamlara bakalım: Acaba söylentiler ne ölçüde gerçekçi?
Dışarıdaki kriz fırtınası bizim ülkeyi şunun şurasında 20 gündür etkiliyor. Etkileme döviz fiyatındaki tırmanmayla başladı. Dolar ekim ayı başında 1.23 YTL idi. Sonra tırmanışa geçti.
Dolarda azalma var