- 22.8 milyonu çalışıyor.- 2.2 milyonu işsiz.- 26.4 milyonu (değişik nedenlerle) çalışmıyor.Geçen mayıs ayından bu yana, 15 yaş üstü (çalışabilir) nüfus 866 bin arttı ama bu 866 bin kişinin sadece 60 bini işgücüne katıldı. Gerideki 806 bini ise çalışmayanlar grubuna eklendi.Geçen mayıs ayından bu mayıs ayına tarımda 778 bin kişilik iş imkânı yok oldu. Buna karşılık, tarım dışı kesimlerde 918 bin kişiye yeni iş imkânı yaratıldı. Sonuçta bir yılda toplam istihdam (çalışan sayısı) 139 bin arttı.İstihdam (çalışan sayısı) 139 bin artarken, işgücü (iş arayan) sayısı sadece 60 artınca, işsiz sayısı 79 bin azalmış oldu. İşsizlik oranı da bu sayede yüzde 9.2'den yüzde 8.8'e düştü.Önemli olan, tarım dışı kesimlerde 918 bin kişinin nerelerde iş bulduğudur. Bir yılda sanayi kesiminde istihdam imkânı 112 bin arttı. Sadece imalat sanayiinde istihdam artışı 88 bin oldu.Genel kanı, inşaat kesiminin çok kişiye iş imkânı sağladığı şeklindedir. Ama bakıyoruz bir yılda inşaatta istihdam artışı 84 binden ibaret. 15 yaş ve üstündeki nüfusun "çalışabileceği" varsayılır. Bizde 15 yaş üstü nüfus 51.5 milyondur. Bu 51.5 milyon nüfusun, 918 bin istihdamın 721 bini hizmetler kesiminde sağlandı.Ticaret ve
Nüfusun 15 ve daha yukarı yaşta olan bölümünün "çalışabilir nüfus" olduğu varsayılır. Bizde 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus, geçen yıldan bu yıla 866 bin arttı. 51 milyon 561 bine yükseldi.Çalışabilir varsayılan nüfusun bir bölümü, çalışmak istemediği için, öğrenci olduğu için, yaşlı olduğu için çalışmaz. Bunlara işgücüne dahil olmayan nüfus denilir. Bizde bunların sayısı son bir yılda 805 bin arttı.Çalışabilir varsayılan nüfustan (51.5 milyon), işgücüne dahil olmayanların (çalışabileceği halde çalışmayanların) sayısı (26.4 milyon) çıkarılınca kalan 25 milyon 75 bin, Türkiye'nin toplam işgücü (çalışmaya hazır-iş yapmak isteyen- işi olan veya olmayan nüfus) rakamını verir.Toplam işgücü rakamı son bir yılda sadece 60 bin arttı. Nüfus 1 milyon 16 bin artarken, 15 yaş üstü nüfus 866 bin artarken, nasıl olur da işgücü sadece 60 bin artar? Çünkü, 15 yaş üstü nüfus 866 bin arttı ama, buna karşı işgücüne dahil olmayanların (çalışma çağında olduğu halde değişik nedenlerle çalışmak istemeyen veya çalışmaya imkânı olmayanların) sayıları bir yılda 806 bin arttı. Kurumsal olmayan (askerdekiler, hapistekiler dışındaki) nüfusumuz bir yılda 1 milyon 16 bin arttı. 72 milyon 485 bine ulaştı.
Nedir bu "lisanslı depo"?.. Nerede bulunur? Çiftçinin derdine nasıl derman olur?"Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Kanunu" 17 Şubat 2005 tarihinden bu yana yürürlükte ama, ortada henüz "lisanslı depo" yok.Başka ülkelerde örneği bulunan bu tür depoların kurulması, işlemesi üretici ve ekonomi için çok önemli. Bu tür depolar ürün sahiplerinin ürünlerini güvenli şekilde, kalitesi bozulmadan saklamalarına, depoların ürün karşılığı verecekleri belge öyle, bankalardan kred ialmalarına, ürünü depodan çıkarmadan satmalarına imkân veriyor. Üretici fındık fiyatını beğenmeyince, "akıl hocaları", akıl vermeye başladı: "Çiftçi ürününü düşük fiyattan satmaya mecbur değil ki... Lisanslı depoculuk kanunu çıktı. Üretici gitsin fındığını lisanslı depoya koysun. Alacağı belgeyle bankadan kredi kullansın. Fiyatların yükselmesini beklesin..." Ama sistemin işlemesi için önce depoların kurulması gerekiyor.En az 1 milyon YTL sermayesi olan anonim şirketlere depo kurma ve işletme hakkı tanınıyor. Depo kuracaklar Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'ndan izin alıyor. Depolayabilecekleri ürünlerin rayiç değerinin yüzde 15'i kadar bakanlığa teminat veriyor.Bu anonim şirketler daha sonra depo inşa ettiriyor veya
Buğdayın kilosu bu yıl 37.5 Ykr. dolayında. Buğdayını belgeli satan 35 Ykr. da destek primi alacak... Demek ki, buğday üreten, ürettiği buğdayın kilosunu ortalama 40.0 Ykr.den satacak...İyi de bizde bir dönümden acaba kaç kg buğday çıkar? ABD ülkelerinde dönüm başı verim ortalama 660 kg, bizde 220 kg. (Tarım Bakanı bu yıl Anadolu'da 180- 250 kg arasındaki bir verimden söz etti.) İyimser olalım. Dönümden 200 kg verim alındığını varsayalım. Bunun anlamı en iyimser bekleyişle dönüm başı 800 YTL dolayında buğday geliridir. Bu Türkiye genelinde 400-500 YTL ortalama gelir anlamına gelir.Toprağı bir yıl nadasta bırak. Toprağı belle. Tohum at. İlaçla. İki yılda bir, bir dönüm topraktan 400-500 YTL buğday geliri elde et. Bundan tohum, ilaç, traktör masrafını, kirayı düşÖ Dönüm başına cepte kalan 50-200 YTL'dir... Ve de bu gelir, bizde buğday dünya fiyatının iki misline satıldığından böyledir. Düşününüz... Buğday bir de dünya fiyatından satılsa... Çiftçinin eline bugünkü rakamın yarısı geçecek... Buğdayın tonu dışarıda 140-150 dolar. Bizde 240-250 dolar... Çiftçi buğdayı dünya fiyatının iki misline satıyor da çok mu para kazanıyor?.. Hayır, çiftçi ağlıyor... Buğday üreten, çaresizlikten
Bizde buğday fiyatı neden dünya fiyatının üzerinde?1) Bizde topraklar çok bölünmüş. Teknik imkânları kullanma şansı sınırlı. Bu nedenle verim düşük. AB ülkelerinde dönüm başı verim 660 kg. Bizde 220 kg.2) Kaliteli tohumlu sorunu var. Devletin kaliteli tohum üreten çiftliklerini dağıttık. Arazilerini isteyene uzun süreli kiraladık. Arazileri kiralayanlar tohumluk üretmiyor.3) Bizde girdi fiyatları (tohum, mazot, ilaç, gübre, traktör) pahalı.Dışarıda buğdayın tonu 140-150 dolardan satılırken çiftçimizin tonunu 240 dolara mal ettiği buğday üretimini sürdürme şansımız yok. Dünyada buğdayın tonu ortalama 140-150 dolar. Bizde Toprak Mahsulleri Ofisi, geçen yıl çiftçimizden tonuna 242 dolar fiyat ödeyerek 5.6 milyon ton buğday aldı. Çiftçimize 1.7 milyar YTL ödedi de, bu sayede çiftçinin 1 kg buğday karşılığı eline ortalama 35 YKr geçebildi. Kiloda 3 kuruş prim ve doğrudan gelir desteği ödemesinden alacağı 4 YKr ile 1kg buğdayın karşılığı çiftçinin eline geçen para 40,3 YKr'yi buldu. İthalat kapısı açılırsa, çiftçilerimiz sadece kendi ihtiyacı için buğday ekebilecek.Bunları bilelim de ona göre hazırlıklı olalım.TZMO Başkanı Gökhan Günaydın Bey ile konuştum. Buğday sorununun önemine sayın
Önce bir hikâye anlatayım... 1960'lı yıllarda Devlet Planlama Teşkilatı'nın kurulduğu yıllarda, henüz kaliteli tohum kullanımı başlamadığı için bizim buğday üretimimiz büyük ölçüde yağışa bağlı olarak azalır, çoğalır, yağmur yağmayan yıllarda bize yetmezdi. Ne kadar az üretim olursa, o kadar ithalat yapmak zorunda kalırdık. Ama o yıllarda buğday ithal etmek için 100 bin, 200 bin dolarımız da yoktu.O zamanın Devlet Planlama Teşkilatı, müsteşarından kapıcısına, topu topu 85 kişi... İlkbahar aylarında biz plancılar sabahtan akşama pencereden bulutları gözlemekten bitap düşerdik... Düşününüz... Yağmur yağmazsa, dert. Buğday yetmeyecek. İthalat gerekecek. Döviz yok. Yağmur yağacak olsa, gene dert. TMO'nun buğdayı koyacak deposu, ödeyecek parası yok. Buğday için parayı nereden bulacağız?.. Bu yıl tarım ürünü bol. Hem de çok bol... Sevinmemiz lazım ama sevinemiyoruz. Çünkü bu bol tarım ürününü ne yapacağımızı bilemiyoruz. Aynı Nasrettin Hoca hikâyesindeki durum. Yağmur yağarsa, çömlekçi damat batacak. Yağmazsa, çiftçi damat... Yağsa da dert... Yağmasa da...İşte o biçim... Bu yıl ürün bol... Ne yapacağız?Tarımda olan biteni iyi izleyen Ali Ekber Yıldırım kardeşim benim için bu yılın ürün
Bugün Avrupa'nın hemen her ülkesinde, Kuzey Afrika ülkelerinde ve Kanada'da halk bankaları (oralarda bunlara "banque populaire" deniliyor) ekonominin, finans sisteminin önemli kuruluşları olarak faaliyetlerine devam ediyor.(Hatırlatma: Ünlü müteşebbisimiz Fuat Süren, haziran ayı başında Fransız Halk Bankası (Banque Populaire Val de France) adına Şekerbank'a talip olmuştu.)"Sattığını sermayesinden ziyade emeğiyle istihsal eden veya bizzat istihsal ettiğini satan küçük ve orta çaplı üreticinin kredi ihtiyacını" diğer bankalardan temin edemediğini gören Herman Schulze Delitzsch (1808-1883) isimli bir Alman kooperatifçi, 1850 yılında Almanya'da ilk "Halk Kredisi Sandığı"nı kurdu. "Halk Sandıkları" Avrupa ülkelerinde hızla yayıldı. Zamanla bankaya dönüştü. Halk Bankası, özelliği olan bir bankadır. Bu nedenle diğer kamu bankalarına benzer biçimde özelleştirilmemesi gerekir. Ama ne yazık ki, Türkiye Halk Bankası'nı satışa çıkaranların "Halk bankalarının ne olduğundan ve de Türkiye'de Halk Bankası'nın neden kurulduğundan, bir zamanlar ekonomiye nasıl katkıda bulunduğundan" haberleri yok. Tuna Valiliği sırasında Avrupa'da olanı biteni gören Mithat Paşa 1863 yılında "Memleket Sandığı"nı
2006 Yılı Bütçe Gerekçe'sinde verilen bilgileri sayın okuyucularıma aktaracağım.- Kamu görevlilerinin aylıkları 6 farklı kanunla, 6 farklı şekilde düzenlenmiş. Bu kanunlar (1) Devlet memurları, (2) Türk Silahlı Kuvvetleri, (3) Hâkimler ve savcılar, (4) Yükseköğretim personeli, (5) Uzman erbaşlar, (6) Uzman jandarmalar kanunları.Bu 6 kanuna göre memurlara yapılan ödemeler, katsayı artışları, indirimler, vergiler farklı farklı.Bitmedi... Her kanundaki kamu görevlisinin bir "Aylık Göstergesi" (açık anlatımıyla "Esas Maaşı") var. Sonra buna eklemeler yapılıyor. Eklemeler şunlar: Eskiden memur maaşı denilince tek bir rakamdan söz edilirdi. Günümüzde memurlara değişik kanunlarda yer alan değişik görevler ve her görev için belirlenen farklı yan ödeme ve tazminatlar var. (1) Ek gösterge. Memurun hizmet sınıfına, kadro unvanına, derecesine göre, ek göstergeler memurun aylık katsayısıyla çarpılarak maaşına ekleme yapılıyor.(2) Taban aylığı. "1000 gösterge rakamının, taban aylık katsayısıyla çarpımı sonucunda bulunan miktar üzerinden memuriyet taban aylığı ödeniyor.(3) Kıdem aylığı. Taban aylığından yararlananlara her hizmet yılı için belirlenen bir göstergenin memur aylık katsayısıyla